İsterseniz yalın bir soru ile başlayalım. Senaryo nedir?
Her senaryonun kesinlikle bir matematiği olmalıdır, diğer anlatı sanatlarının da bir matematiği vardır; romanda, müzikte, resimde de matematik vardır. Ancak matematik de kesinlikle yetenek isteyen bir iştir. Dolayısıyla bu ikisini ayıramayız.
Bu konuda genelleme yapmak olmaz tabii, ancak şöyle de bir gerçek var; edebiyat bir dildir, sinema da başka bir dildir. Her dilin kendi kuralları vardır. İngilizce kurallarını birebir Türkçe kurallarına uygulayamayız yoksa ortaya ‘tarzanca’ dediğimiz bir konuşma şekli çıkar.
Ama bir kişi her iki dili de kendi kurallarını uygulayarak ana dili gibi kusursuz konuşabilir.
Bazı edebiyatçıların senaryolarında edebiyatçı oldukları açıkça belli olmaktadır, aynı şekilde bir doktor veya avukat senaryo yazdığında mesleğiyle ilgili detaylara yaklaşımından dolayı (ki bunu farkında olmadan bilinçaltı dürtülerle yaparlar), “Bunu yazan doktor veya avukat” izlenimi doğabilir bunun adı da mesleki çarpıklıktır. Aynı şekilde bir senaryo yazarı roman yazdığı zaman benzer zafiyeti gösterebilir, örneğin fazla sinemasal bir üslup kullanır, okuyanda “Bunu yazan galiba senaryo yazarı” izlenimi uyandırabilir. Neticede senaryo yazarlığı da edebiyatçılık da uzmanlık isteyen işlerdir. Dâhiliye uzmanı ile Nörolog gibi; ama ikisi de netice doktordur; gereğinde aynı hastayı muayene edebilirler.
Lütfi Akad ustamın kulağıma küpe olmuş bir öğüdü vardır; “Bir sinemacının her konu hakkında uzman kadar değil ama o konunun uzmanına soru soracak kadar bilgi sahibi olması gerekir.”Bu iyi bir araştırmacı, iyi bir okuyucu olmayı gerektirir; istediğiniz bilgiye ulaşmak için uzmana doğru soruyu sormanız gerek. Yarattığınız karakterler bazen bir doktor, bir hukukçu veya bir oto tamircisi olabilir, hepsinin meslekleriyle ilgili detayları bilmeniz mümkün değildir elbette bu detaylara uzmanlardan ulaşırsınız ancak.Bir senaryo yazarında olması gereken önemli bir özellik de empati yeteneğidir. Karakteri yaratırken onun yerine geçip, onun gibi düşünebiliyorsanız gerçekçiliği büyük ölçüde yakaladınız demektir.Bir diğer gereklilik de, bir bakış açınızın ve söyleyeceğiniz bir cümlenizin olmasıdır.
İyi kurulmuş bir dizi örneği verebilir misiniz?
Rahmetli Sulhi Dölek’in kurduğu ‘Yabancı Damat’ı bir örnek olması açısından verebilirim. Dramatik yapıyı çok iyi kurduğu için iyi iş yaptı. Her şeyden önce ırkçı değil. Böylece Yunan da beğendi Türkler de beğendi.
Senaristler yönetmenlerden, yönetmenler de kendisinden başka herkeslerden biraz şikâyetçi gibi? Bu bir ekip işi ise, uyumsuzluğun altında yatan nedir?
Bu tamamen bizim insanımıza özgü bir davranış biçimi aslında. Başarısızlığın suçunu hep başkalarına atmayı seviyoruz ama başarıyı da nedense tek başımıza sahiplenmek istiyoruz. Aslında üretim sırasında taraflar adasındaki diyalog sağlam ve sürekli olursa bu uyumsuzluk da ortadan kalkar.
Derneklerde çekişme bitmez. Sen-der’deki dedikoduları alalım.
Bu tamamen yapımcıların halt etmesidir, başarısız bir işte en ideal günah keçisi senaryo yazarı olmaktadır. “İyi senaryo yazarı yok” sözünü kabul edemem ama “İyi yapımcı yok” lafını rahatlıkla söyleyebilirim. Şu nedenlerden dolayı:Klasik Yeşilçam’dan günümüz Tv dizilerine gelen çizgide Senaryo Yazarlarının en çok karşılaştıkları eleştiri “Hep aynı senaryoları yapıyorlar, hiç yaratıcılıkları yok” şeklinde olmaktadır.Bir kere yanlış şurada; benzer olan şeyler senaryolar değil, temalar ve öykülerdir. Senaryo dediğimiz şey o öykünün anlatılış şeklidir.Gelelim öykülerin benzerliği konusuna, bu doğrudur ama suçlusu senaryo yazarı değildir ki… Nice özgün öykü yapımcıların önüne gelmiş ama yapımcı ya anlayamadığından ya da cesareti olmadığından bu projelere para yatırmamıştır. Onun yerine dünyada denenmiş, gişe başarısı sağlamış öyküleri yeğlerler, senaryo yazarlarından böyle işler isterler. Beylik, klişeleşmiş bir sloganları vardır “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok” diye. Ne aşağılık, ne teslimiyetçi bir ifade. Amerika keşfedildi başımıza yeterince bela oldu zaten, elbette bir daha keşfetmeyelim. İyi güzel de bu kafayla yeni kıtaları nasıl keşfedeceğiz? Herhangi bir yerde keşfedilmeyi bekleyen yerler olmadığını nerden biliyorsunuz? Güzel, farklı, yeni senaryoların ortaya çıkmamasının en büyük nedeni, cesaretsiz yapımcılardır. Senaryo kurslarına gelince, hiç kimse insanın kafasının içini açıp bilgi koyamaz. Kursların veya bu konudaki diğer eğitim kurumlarının görevi sadece kılavuzluk etmektir, gerisi kişinin kendi becerisine kalmıştır.
Şimdi bu kıssadan hisse şu olmalı, eleştirileri, tavsiyeleri dinleyin ama hemen uygulamaya kalkmayın yoksa eşekleri tepenize çıkartırsınız.
Sevgili dostlar kimseye projelerinizi anlatmayın çalarlar, kimsenin projesini de dinlemeyin ola ki sizin de kafanızda benzer bir proje vardır sonra adınız hırsıza çıkar derdinizi anlatamazsınız… Mümkünse her fikrinizi küçük bir not halinde de olsa yazın.
İyi de yeni işe başlayanlar kimselere anlatmadığı projesini nasıl görücüye çıkaracak?
Şimdi Nasreddin Hoca gibi “Sen de haklısın” diyeceğim. Köşende çağrılmayı beklemekle de olmaz tabii, espri yaptım sadece. Yapacağınız şey projenizi sağlama alıp örneğin Sinebir gibi bir meslek birliğine tescil ettirip, yapımcı aramak. Ama yapımcıyı seçerken de dikkatli olmak gerek, projenizin çok yer dolaşıp, ayağa düşmemesi yararınızadır.
Birazda politikadan bahsedelim. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyor özellikle TRT bu olayı bekler gibi. Ne düşünüyorsunuz?
Sadece TRT değil herkes bunu bekliyor. Sistematik bir şekilde yavaş yavaş devletin her kademesi mutasyona uğruyor. Bütün tersaneler ele geçiriyor, Ofer Sami, Galtaportu kuruyor, bütün kaleler zapt ediliyor, yakında bütün ordular da dağıtılabilir mi acaba? Sonra bir de gaflet, dalalet, hıyanet meselesi var.
Tepemizdeki senarist, dünyaya bir senaryo yazmış Türkiye’ye de bir rol vermiş. BOP, ılımlı İslam, eyalet sistemi gibi gelişmelerle sürüyor bu senaryo. Esas oğlanla esas kız başkaları, filmin kötü adamları da var, figüranları da; bizim rolümüz ise aşçı, uşak gibi üçüncü derece bir karakter. Mizahçı olarak bol malzemeli günlerin geldiğini görüyorum, yakında bir mizah patlaması yaşanabilir. Bundan da endişe duyuyorum; mizah genel gidişatla ters orantılıdır, en yoğun mizah üretilen dönemler hep kötü dönemler olmuştur; rahat dönemlerde ise mizah da etkisini azaltır, salt güldürmeye yönelik neşeli eserler ortaya çıkar. Cumhurbaşkanlığı seçimi uzayacağa benziyor, büyük bir olasılıkla erken seçim var. Şimdi partilerin düşünmesi gerekiyor, Tandoğan ve Çağlayan mitingleri gerçekten olağanüstüydü. Uzun zamandan beri görmediğimiz bilinçli bir kitle kendini gösterdi. Yani iyi bir seçmen kitlesi var, seçecekleri kişileri arıyorlar. Partilerin eski çekişmeleri bırakıp bu fırsatı kullanmaları gerek. Artık birleşirler mi, ittifak mı yaparlar bilmem.
Genelde AKP’nin, özelde de şu andaki Kültür Bakanlığı’nın sanatçılara yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?
AKP genele nasıl yaklaşıyorsa sanatçısına da öyle yaklaşıyor, ayrım yapmıyor yani hakkını yemeyelim! Bence sanat yapılmasını istemiyorlar, sanat mekanlarını battal duruma getirme gayretleri bu yüzden. Sinema Yasası oluşturulurken Kültür Bakanı’nın (Erkan Mumcu) sektör temsilcileriyle yaptığı toplantılara katıldım, gerçekten bir şeyler yapılma çabası vardı ortaya çok ideal olmasa da bir yasa çıktı. Ama zaman içinde uygulamada aksaklıklar gözlendi; şimdi sanki yasak savmak gibi bir şeyler yapılmakta. Küreleşme, özelleştirme politikası çerçevesinde devlet temel görevlerinden elini çekmekte bir bir; sağlıktan, eğitimden çekiliyorsa sanattan hayli hayli çekilecektir.
Karikatürlerinizden bahsedecek olursak, halen çiziyorsunuz değil mi?
Birkaç arkadaşla birlikte bir mizah grubumuz var “Homur Mizah Grubu” 5 yıldır belli aralıklarla “Homur” dergisini çıkartıyoruz. İlginç bir dergi, benzeri başka var mı bilmem. Şu bakımdan; bir kere sahibimiz yok, bir büromuz, adresimiz yok. Kefelerde lokallerde toplanıyoruz, siyasi mizah üretiyoruz. Çeşitli sivil toplum örgütleri basımı üstleniyorlar, artık onlar da alıştılar teklif onlardan geliyor. Birleşik Metal, Eğitim-Sen, Tabipler Odası gibi örgütlere çeşitli sayılar yaptık. Mizah üslubu olarak, 40’lı yıllarda Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali tarafından çıkartılan Markopaşa dergisini örnek aldık kendimize. Buraya hep çiziyorum hem de yazıyorum.
Karikatür çizmek de biraz senaryo kurmak gibi değil mi?
Kurmaca anlamında evet, sadece dili farkıdır, yöntemi farklıdır.
Bize biraz da çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
Levent’te geçti çocukluğum, Emlak Bankası’nın emekliler için kurduğu ortahalli bir mahalleydi, tek katlı bahçe içinde küçük evler vardı. Dedem asker emeklisiydi, babam doktor, annem ev kadını, bir kardeşim var fotoğrafçı, büyükannem vardı, sürekli gelip giden akrabalar, komşular. Son derece sıcak insan ilişkileri vardı herkes birbirini tanırdı o mahallede. Şimdi apartman komşumu tanımıyorum. Levent sosyete mahallesi, küçük evler de villa oldu, bahçelerin nasıl olduğunu bilemiyorum çünkü koca duvarlar örtüyor oynarken girdiğim bahçeleri… O mahallenin güzel insanları da güzel atlara binip gittiler herhalde. Şimdi hiçbirini göremiyorum.
Şimdi nasıl yaşıyorsunuz?
Bir senarist gibi yaşıyorum. Sabah İlk işim gazete okumak; önce gazetemi okurum, sonra internetten başka gazetelere, köşe yazarlarına bakarım. Sonra çalışmaya başlarım… Hiç kötü huyunuz yok mu?Biraz içe dönük dönük bir insanım. Girişken değilim. Kendimi pazarlamasını pek bilmiyorum. Zaten bu pazarlama lafı da biraz tuhaf geliyor bana.
Hangi ortamlarda ya da ruh hali içinde daha rahat yazarsınız?
Sessiz, sakin, yoğunlaşmamı sağlayacak her ortamda çalışırım. Ya sabahın erken veya gecenin ilerleyen saatleri. Yazının türüne, benim o anki halime göre değişiyor .