Yasaklar sanki gevşiyor, patron üç kuralı açıkladı; maske,
fiziksel mesafe, temizlik… E biliyoruz
zaten onu biz de en başında söylemiştik. Çaresizlikten sonunda tek çare sürü
bağışıklığı politikasına dönüş oldu. Ama bu şu anlama geliyor aslında; benden
bu kadar artık ne halt edersen et, salıyorum seni çayıra, inşallah Mevla’m
kayıra. Yayılacağız çayıra çimene, yatacağız yuvarlanacağız ölen ölür kalan
sağlar onların.
Çayıra salınmanın
nedenini de ortaya çıkıyor gibi sanki. Meralardan otlayan büyükbaş başına 10 lira alınacakmış; Allah’ın otunu
babasının malı gibi satması ayrı konu.
Bu fiyata meclis lokantasında çorbası, eti, pilavı,
zeytinyağlısı, tatlısıyla işkembeyi dolduğunu düşünürsen bir tutam ot için epey
fahiş bir rakam.
Galiba meralarda özel mönü falan olacak mutlaka, eh açık
büfeler de kalktığı için belki garsonlar servis yapacaktır.
“Sarıkıza bir buçuk çimen üstü çeeek arpası bol olsuun.”
veya Benekli bağıracak “Çimenimden kurt çıktı garsooon bu ne rezalet.”
Almanya’nın en meşhur tiyatrolarından Bertolt Brecht
tarafından kurulan Berliner Ensemble salonunu covid 19 sonrası düzene göre
ayarlamış; koltukların yarısı çıkmış halde. Uzun aralıklarla tekli veya çiftli
koltuklar var artık. 700 kişilik salon 200 ‘e inmiş durumda. 500 koltuk uçmuş. Salonda
ciddi bir tadilat yapılması önlemin geçici değil kalıcı olduğunun göstergesi.
Demek bundan sonra böyle, gerçekçi olalım hayale kapılmayalım.
Evde tembelliğe alıştıktan sonra normale dönüş de tedirgin
etmiyor değil. Gene otobüs kuyrukları gene ter kokuları gene o trafik. Fiziksel
mesafe nasıl olacak? Duraklarda, normalde tıklım tıkış otobüslere yarı sayıda
yolcu alınacak ama sefer saatleri artacak mı? Artarsa ona yetecek otobüs var
mı? Fiziksel mesafeye sen uysan bile arkandan gelen öküz ense köküne hapşırırsa
ne olacak? Of offf düşündükçe insanı
sıkıntı basıyor.
Salgının yaşam tarzlarını ciddi biçimde değiştireceği
söylenirken farklı alanlarda salgına yoğunlaştığımız için pek farkına
varmadığımız değişimler başladı. Shacex mesela, ilk kez özel bir şirket uzaya
turist taşıma projesinin ilk adımını attı, ilk özel uzay mekiği fırlatıldı.
George Floyd adlı siyahi Amerikalı Derek Chauvin adlı
faşist bir polis tarafından boğularak öldürüldü. ABD yanıyor, Amerikan Baharı
mı acaba? Acaba bir şeyler mi sarsılıyor, sıkıyönetim ilan ediliyor, sosyal
medyaya sansür geliyor. Trump elinde İncil kilise önünde konuşmalar yapıyor. Dış
mihraklardan söz ediyor; Çin ve İran bir de ne alakaysa Zimbabwe. Tabii
göstericilere de “Looters”, dedi Türkçesi “Çapulcu.” Üzerine işenecek bir ABD’li bacı olayı
yaşanır mı bilmem ama deri pantolonlu çıplak erkeklere orada rastlanma
olasılığı fazla olduğundan daha inandırıcı olur ama kiliselere zaten
ayakkabıyla girilip şarap içildiği için o numara tutmaz. Sanki Dejavu içindeyim. Tam bir faşizme de
sosyalizme de dönülebilir diyenler var. Du bakali ne olacak? İzlemedeyiz. Her
şeyin aynı anda olması nasıl bir tesadüf?
Salgın tehlikesi devam ediyor; ama her yer açıldı,
otobüslerde yarı yarıya yolcu uygulaması kadük oldu balık istifine devam. Gene
dip dibe, gene maske, taktan yok. İnceldiği yerden kopsun, koy ardına rahvan
gitsin politikaları devrede sanırım.
Gazetelerde ne kadar çok ölüm ilanı çıkıyor artık. Ölenlerin
çoğu çoktan gömülmüş oluyor zaten, falanca yere gömüldü, diye haber veriyorlar
sadece. Artık camilerden öğle namazını müteakip kalkmıyor cenazeler. Namaz
birkaç kişiyle mezar başında musallasız yapılıyor; artık ölülerin tek namazlık
bir saltanatı oluyor o taht misali taşın üzerinde. Çünkü namaz şekilleri de
değişti. Bir fotoğraf vardı, Cuma namazı bir çocuk bahçesinde kılınmış; imam
hutbe için minber yerine kaydırağın üzerine çıkmış. Birçok arkadaş bunun
mavrasını yaptı “Minberden kayarak mı inecek?” diye. Ama ben gülemedim doğrusu,
saygıyla karşıladım duruma uyum sağlamışlar. İnanan kesimin bu değişimleri
itirazsız kabul etmesinin, söylenenleri kabullenmesinin bu kadar kolay olması
gerçekten düşündürücü. Galiba başka alanlarda da değişim hızlanacak sanki.
Artık iş toplantıları da evlerden internet üzerinden
yapılıyor. E tabii ciddi firmalarda beyaz yakalıların toplantılarında da yeni
anormalin ektilerini görebiliyoruz. Sinekkaydı tıraş, ütülü gömlek, jilet
ceket, kravatla CEO’nun karşısında konuşan elemanın altında eşofman ayağında
pofuduk terlikler olabiliyor. Veya toplantının en hayati yerine kapı açılıp
oğlan başını uzatabilir “Baba işin çok mu daha benim fizik dersi başlayacak
birazdan”, diyebilir; hanım elektrik süpürgesiyle içeri dalıp masanın altını
süpürmeye kalkabilir. Yeni anormal çok şeylere gebe.
Mahalle bekçilerine polislerden fazla yetki geliyor; yeni
bir kolluk kuvveti oluşuyor. Çok kısa dönemli bir kurs gördükten sonra yıllarca
polis akademisinde eğitim görenlerden daha etkili olacaklar sanki. Eskiden var
olan “Bekçi Baba” modeli zaman içinde kimi emekli edilerek kimi de belli
sınavlarla polis yapılarak kaldırılmıştı. Şimdiki bekçiler biraz farklı gibi,
sanki milis gibi, gestapomsu bir şey. Ama eskinin Bekçi Murtazalarına da bir
açıdan benzeyeceğine hiç kuşku yok; “Almışım amirlerimden sıkı terbiye, görüşüm
kurs.”, diyerek dalacaklar meydana.
Kahvelere gidiş serbest ama maskeli olunacak tabii ki. Öyle
kâğıt oyunu, okey falan yok; öyle karşı karşıya oturup birbirinize
bakacaksınız. Tabii ağızda maske olunca doğrudan herkes birbirinin gözünün
içine yoğunlaşacak, oradaki derin manalara odaklanacak. Bakın bu da bir
değişime neden olabilir insan artık konuşmadan gözlerinin içine bakarak
iletişim kurabilen bir canlı türüne everilebilir. Kahvelerde oyun oynama
yasağından dolayı artık onların yanında oturan yancıları da etkiliyor haliyle.
Yetkililer umarım ilk toplantılarında bu yancıların sorunlarını da masaya
getirirler.
71.GÜN
GÜNDÜZ
Hafta sonu bakandan yasak yokmuş açıklaması geldi; tatil
planları falan yapanlar var; biletler alınıyor. 65+ durumu gene aynı…
AKŞAM
Hafta sonu son dakika yasak kondu; biletler iade, markete
sipariş verildi.65 + durumu gene aynı.
72.GÜN
Şahsımın gece gündüz niyetini gördüğü rüyaya binaen yasak
kararı iptal; gönlü razı gelmemiş. Artık paşa gönül ve eşref saati kriterleri
uygulanmakta. Yeni fiyattan biletler alındı, market siparişi iptal. 65+ durumu gene
aynı.
73.GÜN
Koronavirüs karambolünde üç vekilin vekilliği düşürüldü. Bu,
tabii ki bir ara CHP’nin gaza gelip dokunulmazlıkların kaldırılmasına “Sizden
korkan sizin gibi olsun kaldırın anasını satiim”, diye destek vermesinin bir
sonucu. Yani bıldır yediği hurmalar şimdi bir yerlerini böyle tırmalıyor işte.
İki gazeteci sabaha karşı casusluk suçlamasıyla gözaltına
alındı; bu defa “Öğrendikleri haberi yazmamışlar, yazmadıklarına göre başka bir
niyetleri varmış” niyet okumasıyla suçlanıyorlar. Daha önceki içeni alınanlar
da yazdıkları yüzünden gittiler okkanın altına.
Yani yazsan da gidiyorsun yazmasan da.
Yargılama dosyaları gizli ama yandaş basından bütün
detayları öğreniyoruz yani bu gizli kalması gereken bilginin “GİZLİ KALMASI
GEREKEN BİLGİLERİ AÇIKLAMAK” olduğunu öğreniyoruz. Kafa karıştıran bir durum
olduğunun farkındayım birkaç kez okumanız gerekebilir. Gazetecinin en büyük suçlarından biri de
kendine söylenenleri teker teker not etmesiymiş… Sanıyorum teknolojiden faydalanıp ses kayıt
cihazı kullanmamak ayıp sayılmış ne işin var senin kâğıt kalemle, zaten
telefonu da akıllı değilmiş. Çağ dışı kalmış gazeteci, atın içeri.
Virüste kaçıncı dalga olur bilmem ama bunlar fena halde
dalga geçiyor.
74.GÜN
Herkese her şey serbest, parklarda beyaz daireler var onların
içinde olunca fiziksel mesafe korunuyor. Ama terslik genlerimizde olsa gerek
herkes dairelerin dışında konuşlanıyor. Galiba psikolojik bir şey daireler
hapsedilmiş duygusu yaratıyor. Sosyalleşme her zamankinden fazla gibi.
75.GÜN
65+ çarşı izinleri
her gün 10.00-20-00 arasına uzadı bu durum 65+ için Nasrettin Hoca’nın eşeğini
kaybedip bulması gibi geldi, pek memnun oldular. Her yer açılıyor arkım, eski
anormalden yeni anormale hızla geçiş yapıyoruz. -18 velileriyle beraber
sokaklara akıyor hermes eskisi gibi kaynaşma içinde.
76.GÜN
Virüsün geçirdiği süreç toplumda yeni yeni kategorilere
neden oldu. 4U 1K olarak adlandırabiliriz bunları.
UYUM SAĞLAYANLAR: İşin ciddiyetini büyük ölçüde kavramış
olanlar. Bütün dünyada aynı dert var, henüz çaresi olmayan bir virüsle karşı
karşıyayız. Şimdilik tek çare hasta olmamak. Evinden mümkün olduğunca az
çıkacaksın, maske takacaksın, insanlara fazla yanaşmayacaksın. Peki o zaman
normal hayatını nasıl sürdüreceksin? Sorun da orada zaten artık normal olan bir
hayat yok. Farz et ki atom bombası atıldı sığınaktasın, dışarıda radyasyon
bulutu var çıkamıyorsun. Hayatını nasıl sürdürmen gerektiğinin planını
yapabilmen önce hayatta kalman gerek.
UYUYANLAR: Virüs mü varmış, nerede? Hiç duymadım, niye ki?
Ama niye dışarı çıkmıyoruz ki? Bu grip gibi bir şey mi şimdi? Dut pekmezi,
kelle paça, nane limon iyi gelir herhalde? Zaten abdest alıyoruz; bize bir şey
olmaz yahu. Düğün-dernek, taziye, hasta ziyareti geleneklerimiz arasındadır,
uymamak çok ayıptır diyerek virüsün yayılmasına en büyük katkıyı sağlarlar.
UYARANLAR: Genelde okumuş yazmış, bilim insanlarıdır;
virüsün ciddiye alınmasını her fırsatta söyleseler de en başka kendileri
ciddiye alınmazlar. Söyledikleri genel kitle tarafından başçavuşun eşeğinin
yellenmesi gibi gelir.
UYANIKLAR: Her fırsatta başkalarına yaptıkları gibi virüse
de kazık atmaya çalışırlar. Maskelerini ceplerinde taşırlar, bir kontrol
sırasında çıkartıp mendil gibi “Aha burada” diye sallayıp gösterirler. Yurda
girişlerde karantinaya takılmamak için ateşlerini düşük gösterecek dümenler
yaparlar.
Aslında bu laboratuvarda Çin tarafından üretilmiş bir
virüstür; amaç ABD ekonomisini bitir-mektir.
Laboratuvarda üretilmiştir ama sonra kontrolden çıkmıştır.
Amaç dünyayı ve yeniden şekillendirmektir, bütün insanlara
çip takmaktır.
Bu uzaylılar tarafından yapılan bir saldırıdır.
Hepsinin doğru olduğunu varsaysak bile, bu virüsün insanları
öldürdüğü gerçeğini değiştirmiyor tabii.
Komplo teorilerinin doğruluğu tartışılır elbette ama
hepsinden pek çok film/dizi senaryosu çıkar hepsi de iş yapar.
77.GÜN
Canlı yayın kazaları artmaya başladı; bu kez daha farklı bir
yellenme olayı var. İktidarın sözcülerinden biri cemaatle iş birliğini, yapılan
komploları şecaat arz eylerken söylenen sirkat gibi ağzından kaçırdı. Sonradan
edilen istifa bu lafları çıktığı yere sokmaya yetmedi, o yellenmelerin geriye
doğru gitmediği gibi.
78.GÜN
Dipsomani, bir çeşit alkol bağımlılığıymış. İçmeye
başlayınca kendini tutulamayıp şişenin dibini bulduruyor insana. Tabii sadece
alkolde değil başka şeylerde de dipsomani olabiliyor. Örneğin abur cubur yemek
konusunda, önlerine kase kase kuru yemişleri koyun kısa sürede bitirirler,
yenilerini koyun onu da bitirirler ihtimal tokluk algıları da yoktur karınları
doysa bile bunu hissetmezler. İsteseler de tutamazlar kendilerini, elleri
sürekli olarak gider çerez tabağına ve dibini bulurlar. Sonra ciddi sağlık
sorunları başlar tabii…
Balıklarda da dipsoman eğilimler gözlenir, akvaryum alanlara
ilk tavsiye olarak her gün belli miktarda yem atmaları söylenir; fazla atılırsa
balık yediğini anımsamadığı için (ki balık hafızası oradan gelse gerek) atılan
her yemi yer ve sonunda çatlar. Bazı çocuklar bu durumu bilmedikleri için bütün
iyi niyetleriyle balıkları beslerken ölümlerine neden olurlar sonra da
üzülürler.
İktidarı oluşturan tüm bileşenlerin genel karakterine
baktığımızda sürekli olarak rant sağlama çalışmaları olduğunu görüyoruz örneğin
buldukları her yeri birilerine satma veya her boş bulunan yere bir AVM dikme
merakı. Salgın döneminde AVM’lerin gözden düştüğü dönemde bile engellenemez AVM
tutkusu sürüyor. Kesin teşhisi koyabiliriz artık bu bir hastalıktır adı da
dipsomanidir; ivedilikle tedavi gerektirmektedir. Yoksa sonunda dibi bulacakları
kesin tabii o zamana kadar çatlamazlarsa.
79.GÜN
Amerika’da Krifsof Kolomb’un heykelleri yıkılıyor; adamın
sömürgeci olduğunu bunca yıl sonra anladılar nihayet.
Trump’un bizimkini rol model aldığı konusu bir espri
olmaktan çıktı. Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, “Olayın
Gerçekleştiği Oda” kitabında Halkbank davasında yargıya müdahale ettiği
savcıları görevden aldığını açıkladı. Amerika gibi olamadık ama Amerika’yı
kendimize benzeteceğiz galiba.
80.GÜN
LGS sınavları yapılsın, yapılmasın konusundaki papatya falı
sonucu sınavlar yapıldı.
Okullara bakan arkadaş “Mecbur değilsiniz isteyen
katılmasın.” , diyerek ne kadar özgürlükçü biri olduğunu kanıtladı.
Maske ve fiziksel mesafe kuralları sınav stresiyle
uygulanmadı. Gene iç içe, nefes nefese görüntüler verildi. Yalaka basın suçu
velilerle öğrencilere yükleyip “Bu ne rezillik velilerle öğrenciler çaktı” diye
manşetler attı. Ama netice bunun rezillik olduğunun farkındalar, bu da bir
kazanım sayılır.
81.GÜN
Trump “Fazla test yapmayın artık, test yaptıkça vaka sayıları
ortaya çıkıyor.” demiş. Beyaz Saray’dan da hemen açıklama gelmiş “Şaka yaptı
şaka yaptı.” diye. Bizde devrilen çamdan sonra “Öyle demek istemedi böyle demek
istedi” diye açıklama yapan danışmanlar gibi.
Galiba falan değil kesin benzettik kendimize. Sanıyorum
covid 19’dan daha bulaşıcı bir virüs bu, Trump’a fena bulaştırmışız, artık
Amerika düşünsün bundan sonrasını.
Amerikan seçimleri kasım ayında oluyor, Trump daha yeni
seçilmemiş miydi yahu? Dört yıl ne çabuk geçiyor, daha dün gibi. Gel de dehşete
kapılma.
82.GÜN
“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza
verdiler.”, demiş Özdemir Asaf.
Aslında Covid 19 da herkese aynı oranda bulaşıyor ama
nedense birinciliği 65 yaş üstüne verdiler.
83.GÜN
Patron formülü buldu sanırım; Maske, Mesafe, Temizlik
üçlüsünde bir taktim tehir yapınca iş bitiyormuş. Yani Temizlik, Maske, Mesafe
yani TMM, yani “Tamam.”
Aslında işin vatandaşa düşen kısmı o kadar da zor değil.
Deprem meselesinde de öyle; deprem çantası hazırlayacaksın, içine el feneri,
battaniye, düdük, bir şişe su, iki kraker, bir eşofman koyacaksın. Deprem olup
da evin başına göçerken çamaşır makinesinin yanına konuşlanacaksın ki bir hayat
üçgeni oluşsun, neticede kefeni yırtarsan, düdüğü çalıp yerini bildireceksin,
eğer tek parça halinde çıkartılırsan ne mutlu sana. Yani depremle yaşamayı
öğrendiğimiz gibi virüsle de yaşamayı öğreneceğiz. Ama işin büyük kısmını
yapması gerekenler ne yapıyor acaba? Sanıyorum onların da AVM ile bir sınavı
var bu konuda?
Deprem toplanma alanları AVM oluyor, salgında ilk
kapatılması gereken AVM’ler açılıyor.
Hadi bakalım ateyizler bunu da açıklayın, bu da mı tesadüf?
84.GÜN
Tatil Bakanı, iyi tatiller olsun diye Okul Bakanını
dolduruşa getirip sınavları erkene aldırdıktan sonra pek bir keyiflendi. Turizm
işlerinin gayet iyi olduğunu söylüyor bu konuda dünya sıralamasında
ilerdeymişiz başka ülkeler turizm sezonunu açmak konusunda kararsızken biz
açmışız. İhtimal bu konuda bizi kıskanıyorlardır. Sorun da burada zaten.
85.GÜN
Mahkeme kararıyla “Bilal’e anlatır gibi anlatmak.” ve “Emine
Hanım’ın çantası.” ifadelerini kullanmak yasaklandı. Temel ile İdris
birbirlerine hep aynı fıkraları anlatıyorlarmış bir süre sonra sıkılmışlar ve
fıkralara numara vermişler, örneğin “1 numara” dediklerinde “Kaz uçar da Laz
uçmaz mı?” fıkrası olduğunu anlayıp gülüyorlarmış. Bu ifadelere de numara
vermek yi bir yöntem olabilir “Beş gibi ” dendiğinde anlayacaksanız ki “Bilal’e
anlatır gibi anlatıyorum”, denmek isteniyor; “Yedi” deyince de hanımefendinin çantası
anlaşılır; ama birden çok çantası olduğundan her çanta için ayrı bir numara
gerekebilir.
86.GÜN
Sosyal medyaya en fazla hâkim olan Z Kuşağı Trump’u fena
halde tufaya getirmiş.
19 bin kişilik salonda yapılacak miting için sosyal medya
uygulaması TikTok üzerinden 1
milyondan fazla başvuru yapılmış sonra gele gele 6200 kişi gelmiş. Bu Z
kuşağından korkulur, fena geliyorlar.
87.GÜN
Gene yürüyüşler sürüyor, en son barolar yürüdü. Ankara’nın
sınırında tıkanıp kaldılar, biraz da dayak yediler. Halbuki geçip gitseler bu
salgın hengamesi içinde kaynayıp gidecek kimsenin pek umuru olmayacaktı. Engelleniyorlar,
dövülüyorlar, su bile vermiyorlar; alışveriş yaptıkları mekanları bir bahane
bulup kapatıyorlar. Bu sayede gündemin birinci maddesi oldu. Acaba birileri
böyle olsun diye “Mahsus mu yapıyorlar?”, diye düşünmeden edemiyorum.
Bu arada Baroların en başındaki arkadaşın ne yaptığını anlayan
pek yok sevgi böceği edasıyla “Yürüsünler yürümekle yollar aşınmaz, onlar
yürüyerek hak arar, biz durarak; yürüyen de yürümeyen de sağ olsun.” türünden
açıklamalar var. Zaten var olan yürüme hakkı için izin alınması gerek, diyor;
bunun için elinden geleni yapacağını söylüyor.
Mecburen ziyarete geldiğinde fena halde madara edildi, baro
başkanları arkalarını dönüp enselerini gösterdiler. Beynimin bir yerinde bir
hergele var sık sık “onu öyle yapma böyle yap” diye akıl verip başımı belaya
sokacak işler yaptırıyor. Bazen de benimle dalga geçip sinirlendiriyor; şimdi
de “Zamanında bu adamın Cumhurbaşkanı adayı olma ihtimali aklından
geçirmiştin.”, diyerek tepemi attırıyor, yahu o zaman da aklıma sokan sendin
zaten; dedim ya hergele işte.
SON DAKİKA NOTU: Zaten var olan yürüyüş hakkı için izin
çıktı; Nasrettin Hoca’nın kayıp olan eşeğini bulmasının zaferiyle yürüdüler.
Tabii bu zafer sarhoşluğu arasında yürüyüşün asıl nedeni olan konular umarım
gümbürtüye gitmez.
88.GÜN
Son yılların en talihsiz adamı sanıyorum Sağlık Bakını olsa
gerek.
Salgının bitmediğini biliyor ama söylemeye dili varmıyor,
söylemeye de içi el vermiyor; iki arada bir derede kalmış durumda, gerçekten
acıyorum haline.
89.GÜN
Z kuşağı dünyanın her yerinde fena çakıyor. Z kuşağının bir
lideri, yönlendiricisi yok sanki telepati yoluyla organize olup ortak hareket
ediyorlar. Trump’dan sonra bizimki de fena dislayk edildi. Youtube yayınında “Oy yok, oy yok, oy yok”
diye mesajlar yağdı aktroller bile bu kadarını beceremezdi.
Bu çocukların kimseye müdanaları yok, hiçbir yel umurlarında
değil. Fazla okumuyorlar ama internete hakimler, bilgiye kolay ulaşıyorlar; ama
o bilginin sağlıklı olup olmadığı tartışılır. Fazla lafa dinleyince
sıkılıyorlar hemen yani iki cümlede derdini anlatamazsan kalkıp gidiyorlar
yanından iyot gibi kalıyorsun ortada. Ama damarına basarsan yandı gülüm keten
helva, yerin dibine sokuyorlar. Önümüzdeki yılların belirleyicisi onlar ve
bunun farkındalar. Ne diyeyim yolları açık olsun. Tabii Z bin de Z’den sonraki
kuşağın ve kuşakların durumu var, öncelikle onlara ne denecek? Herhalde Z-1,
Z-2, Z-3 diye devam ederler.
90.GÜN
Tek bayrak, tek millet, tek vatan ama çok baro. Baro Başkanı
ve Adaletin Bakanı “Böyle bir düzenleme yok” dedikleri günün akşamı baroların
bölünmesi için hazırlarmış önerge meclise gönderildi. Bakanın da başkanın da
samimiyetinden şüphe yok, demek ki haberleri olmamış. Kararı veren irade
nezaket için de olsa hadi başkanı geçtim bari bakana söyleyeydi.
91.GÜN
LGBTİ haftasında nefret söylemleri hedef gösterir sertlikte
başladı…
Damada damat demenin yasaklanmasının abukluğu içindeyiz…
Hanımefendinin çantasının anımsattığı için çanta demek de
uygun değilmiş.
Vaktin zamanında bir haşmetlinin haşmetli burnunun
çağrıştırır diye “Burun” demek de yasaklanmış bu yüzden coğrafya kitabı
yazarları zor durumda kalmışlar “Ümit Burnu’nu nasıl yazacağız?” diye.
92.GÜN
Haşmetli burunlu Abdülhamit’e sahiplenme virüs gibi pik
noktasında. Televizyonda Abdülhamit eleştirisi yapan gazeteciye RTÜK
başkanından gecenin bir vakti “Soruşturma açtık” mesajı geldi. Hani amiyane
deyimle “Öper misin sabaha mı bırakırsın?” derler ya, a arkadaş sabaha da
bırakmamış. Belli ki acil gelen bir telefonla buyruk verilmiş.
TRT’de oynayan Abdülhamit dizisinin diyaloglarının aynı
merkezden geldiği söylentileri biraz doğru gibi sanki. Zamanında şimdi
kapatılmış başka bir kanalın dizisinin içinde de Pennsylvania’dan yazılmış
diyaloglar monte edilirdi.
Biri sanki Abdülhamit’le özdeşleşmiş gibi.
Yoksa Abdülhamit’e bu kadar sahiplenmek niye, kendi soyundan
gelenler bile “Ben Abdülhamit’in torunuyum” diyor.
Abdülhamit’in torunu olduğuna göre demek aynı zamanda
“Fatih’in de torunu oluyorsun.”
Ben olsam dedeliği oradan başlatırım “Fatih’in torunuyum”
demek daha havalı değil mi?
93.GÜN
İstanbul Belediyesi Bellini’nin Fatih tablosunu alarak
mükemmel bir gol attı.
Bilen, bilmeyen, bildiğini zanneden herkes yorumlara başladı
hemen.
Bu israftır…
Hayır bu yatırımdır; yatırımlar durduğu yerde değer kazanır,
altın gibi, ev gibi, döviz gibi, mücevher gibi. Tablo da çok iyi bir yatırım
aracıdır istediğin zaman daha yüksek fiyata satabilirsin.
Ama lüks otomobil alsan ikinci el olacağı için aynı fiyata satamazsın
misal. Hele hele ziyafetler düzenlesen, abuk sabuk vakıflara bağış yapsan,
yetenek yoksunu futbolcuları transfer etsen o para gitti gider.
Bir daire fiyatına alınan Rönesans eseri için kelepir
diyebiliriz ancak.
Bellini mi yapmış acaba?
Fark etmez en azından Bellini’nin atölyesi, yani onun
gözetiminde aynı dönemin işi.
Fatih’in yanındaki kim? Şehzade mi, yoksa o dönemin bir
başka kişisi mi?
Tarihçi arkadaş o dönemin Osmanlı geleneğine göre, öyle
resmedilmez, böyle resmedilir, padişahla aynı seviyede olmaz diye “bilimsel”
açıklamalar yapıyor.
Bu resmin nasıl yapıldığını sanıyor acaba?
Fatih karşısına bir kişiyi alıp fotoğraf çektirir gibi poz
vermedi herhalde?
Ressam memleketinde atölyesinde hayalinden yaptı resmi,
karşısına da hayal gücünü kullanıp birini koydu, kim bilir belki de kendi
portresini yapmıştır, belli mi olur? Bunun için kimseden izin alacak hali yok.
94.GÜN
Kerime hanım ile beyinin (damat demedik) bir çocukları olmuş.
Bunu sosyal medyada duyurmuş, altına densiz biri uygunsuz
bir yorum yazmış.
Elemanı almışlar tabii hemen, sonra benim hüsnü niyetli
vatandaşlarım kınamışlar hemen “Kim olursa olsun bir kadına öyle söylenmez”,
diye.
Hemen sonrasında da o elemanın aslında bir aktrol olduğu,
ortalığı karıştırmak için özellikle o mesajı attığı söylenmeye başladı. Yani
kötü bir provokasyon vakası varmış. İyi de niye yapasınmış.
Ve nihayet Vehbi’nin kerrakesi ortaya çıktı; büyük patron bu
olayı kınarken “Youtube, Twetter, Netfilx gibi sosyal medyayı kaldıracağız”
diye gerekli mercilere işareti çıktı.
Sanıyorum önümüzdeki günlerin en ciddi tartışma konularından
biri olacak ve sosyal medyaya yakında veda edeceğiz.
İlginçtir Youtube’u en başta söyledi eh o dislaykların
öcünün bir şekilde alınacağı belliydi.
Bu arada paralı film kanalı olan Netfix de bu karambolde
sosyal medya kategorisine sokulup gümbürtüye gidecek sanki.
Son dakika notu:
Tele1 ve Halk Tv 5 gün bolunca
kararıyor…
95.GÜN
Uygulamada kalkmış görünen karantina tüm benliğimizde devam
ediyor.
“Karantinalı mıyız, karantinasız mıyız?” ikilemi içinde
toplum olarak kimlik bunalımı yaşıyoruz. Her yer açık, ama gitmeseniz iyi olur,
toplu taşıma serbest ama binmeseniz iyi olur, denizler açık ama girmeseniz iyi
olur; AVM’ler de bulaşma ihtimali yüksek ama gitmeseniz bu defa oradaki arkadaşlar
iflas edecek. Okulları açmayalım diyoruz ama okullara bakan arkadaşın
okullarında paralar peşin alındı şimdi nasıl iade etsin?
96.GÜN
Yöneticilerimiz salgını bize unutturmak için her fedakarlığı
yapıyor sağ olsunlar.
Tabii asıl unutturulmak istenen insanların karınlarının aç
olduğu. Ama bu pratikte pek mümkün değil sanki, biraz unutur gibi olsa da
karnının gurultusunu duyunca gene anımsayacak. Yani bu konuda yapılan
girişimlere karınlar tok.
Bugün baro parçalı bulutlu. Yargının iki ayağı çok öncesinden
halledilmişti, iddianame olmadan insanları yıllarca içeride tutan kararların
ağırlığını sekreterinin kalçasına “fıstık gibisin” diyerek şaplak atan patronu “Babacan”
bulup beraat ettirerek dengeleyen Hulusi Kentmen tarzı babacan hakimler
artmıştı!
“Üçüncü ayak olan savunmaya da sıra gelecek mi?” stersi
nihayet son buldu, artık herkes rahatladı. Barolar bölünüyor.
Bundan sonra hangi baro* hangi baroya girsin tartışmaları
yaşanacak artık.
“Kendi baronu kendin yap” diye; barolar reklam kampanyaları
düzenleyerek kendilerine müşteri yani avukat çekebilir; ilginç sloganlarla
karşılaşabiliriz.
“Kooş avukat koş, batan adaletin malları burada.”
“En hakiki baro bizim baro.”
“Tut şu baronun ucunu döşeyelim abi.”
“Takıl bizim baroya uçuralım seni oraya.”
“Boru mu bu? Baro bu baro.”
“En şahane barolar* bizim baroda.”
“Pasaportun yeşil, cüppen cepli olsun, AKBARO”
“Tek celsede beraat garantisi: BADEMLİ BARO”
“Savcıyla Kanka, Yargıçla Pampa; ENSEYE TOKAT BAROSU”
*Baro: Argoda herif.
97.GÜN
Cinsiyet eşitliğiyle ilgili temel kuralların belirlendiği
altında imzamız bulunan İstanbul Sözleşmesi’nden “Nasıl geri adım atabiliriz?”
çalışmaları var. Geri vitesle gitme konusunda ustalaştık artık çok rahat
atarsınız endişelenmeyin. Kadın cinayetlerini, çocuklarla evlikleri doğal
karşılamak için öncelikle o imzanın çekilmesi iyi olur tabii.
98.GÜN
Tunceli’de Dağ Keçilerinin avlanması için ihale açılmış,
nesli tükenmekte olan keçileri avlamak için teklif verecekler, en yüksek
teklifi veren tüfeğini alıp keçileri indirecek zevkine. Zaten biliyorduk hiç
kuşkumuz yoktu, bunlar doğaya, yeşile, havaya, suya, ormana, kuşa, balığa,
keçiye, kelebeğe, güzel olan her şeye düşman, bunlar doğaya düşman. Nasıl bu
kadar kötü olunabilir? Eski filmlerdeki abartılı kötü adamların bile bir insani
yanı vardı yahu.
99.GÜN
Bir havai fişek fabrikası bir gün arayla iki kere patladı;
daha önce de birkaç kez patlamış zaten. Bu özelliğiyle Guinness Rekorlarına
aday olabilir ve kesin kazanır. İlk patlamada patronun morali düzelsin diye bir
ziyafet verilmiş, ikinci patlamada da bir sabah kahvaltısını hak etmiştir
sanırım. Doğrusu havai fişeğin yararsız, hiçbir faydası olmadığı gibi doğaya
zarar veren bir nesne yüzünden bu kadar can kaybedilmesi çok acı. Patron bir de
açıklama yapmış, ben devlet yararına üretim yapıyorum, türünden laflar etmiş.
Tabii havi fişek devlet tarafından nerede kullanılır bilemiyorum. “Acaba orada
daha başka bir şeyler de mi üretiyorlardı?”, diye düşünmeden edemiyor insan. Bu
korona yüzünden paranoyak olduk iyice.
100.GÜN
Gene salgını unutturma salvoları kapsamında Ayasofya, cami
oldu. Atatürk’ün imzası iptal. Ayasofya müze konumundan çıktı artık, zaten
orada serbest olan ibadet gene serbest bırakıldı. Duble yol yaptıktan sonra bir
de Ayasofya’yı cami yaptı argümanı ortaya çıkıyor böylece. Artık işsizlik
sorunu bitti böylece, mutfakta tencereler boş kalmayacak. Hristiyanlığa ait,
ikonalar, freskler için özel bir ışıklandırma sistemi olacakmış, namaz
sırasında kararacakmış.
Ama ışık düğmesinde olacak bir arıza sorun çıkartabilir.
Minareden “Çav bella” çalındığında olduğu gibi yapılacak bir yanlış eylem
cumanın ortasında kubbe ışığını açarak Meryem’i cemaati tepeden izler hale
getirebilir ve milletin namazını sakatlar. Provokatörler için müthiş
fırsat. E peki müzeye girişte alınan epey
yüksek miktardaki o bilet paraları ne olacak acaba?
İnsanlardan namaz kılması için bilet mi keseceksiniz?
Gezmeye gelenden al ötekinden alma desen o zaman da karışır.
Misal, gezmeye gelen “İki rekât kılıp çıkacağım birader.”,
diyebilir peşine adam takıp kontrol edecek halin yok herhalde; ama kapıda namaz
surelerinden küçük bir sınava tabi tutmak mümkün. Bilen girer, bilemeyene bilet
kesilebilir. Ancak diyelim ki yabancı
bir kafile gelip “Şöyle bir bakalım belki uhrevi hava içinde hidayete erip toptan
din değiştirebiliriz.”, diye turu beleşe getirebilir. Sıkıysa içeri sokma.
Tabii bir de Ayasofya’nın işletmesi için ihale açılıp da
bunun İsrailli bir firmaya verildiğini unutmayın; yani adamlar bilet kesip para
kazanmak için o kadar masraf etmişler.
Bunun devamında Ayasofya’nın hemen yakınındaki Topkapı
Sarayı’nı da müze olmaktan çıkartıp saray olarak kullanıma açmak ve payitahtın
yönetiminin oradan yapmak uygun olmak uygun olur, tabii hilafeti kaldıran yasa
da var sırada.
Şaka bir yana bu durum iktidar kaybedilirken yapılan “Ya
hero ya mero” hamlesi gibi; Cumhuriyet değerlerine topyekûn bir saldırı
başlatılması gibi geliyor.
Bakalım CHP bunu fark edip usul gereği de olsun itiraz
edebilecek mi?
Yoksa ensesine vurulup lokması alınan gariban olmaya devam
mı edecek?
101.GÜN
Salgının bitmeyeceği artık kesin olarak anlaşıldı. Efendim
havalar ısınınca azalır, eylüle doğru aşı bulunur, eylülde aşının denemeleri
yapılır, eylül sonu aşılanırız kasımdan sonra da ver elini eski anormal
laflarının bir oylama taktiği olduğu belli artık. Dünya Sağlık Örgütü, “Virüs
farklı davranıyor, biz onu öğrendikçe o da bizi öğreniyor” açıklamasıyla
virüsün akıllı olduğunu itiraf etti.
“Virüs bana bir şey yapmaz”, diyerek maskesini çenesinde
taşıyan akılsızların çoğunlukta olduğu bir dünyada yeni koşullarla yaşamaya
devam edeceğiz artık.
102.GÜN
İstanbul Sözleşmesi cinsiyet eşitliği üzerine ilkeleri
belirleyen uluslararası bir sözleşme.
Zamanında imzamızı koymuşuz. Kadına şiddeti engelleme yoluna
bir protokol. Ama şimdi bir pişmanlık var, imzanın geri çekilmesi gündemde “Tam
okumadan imzaladık”, diyorlar. Doğrudur inanırım kesinlikle okumadan
imzalamışlardır. İhtimal diğer sözleşmeler de aynı yöntemle imzalandı, yoksa
geçilmeyen köprünün parasının ödenmesi gibi salak bir madde gözden kaçmazdı.
Kadına şiddetin önlenmesi konusu fena rahatsız etmiş
muhteremleri; tabii kadına şiddet bir hak halbuki, en sevimli olanları “Dövün
ama acıtmadan dövün” diye dövme taktikleri veriyor.
Diyanetin kılıçlı başkanı arkadaş da hanım kardeşlerine
dayak yedikleri vakit, ses etmeyin ona sevdiği güzel yemekleri pişirin, zıkkımlandıktan
sonra da çay demleyin; o güzel güzel çayını içerken munis bir şekilde “Muhterem
beyim acep beni niye dövdünüz?”, diye sorun, diye tavsiyede bulunuyor,
sözleşmeye ne gerek var? Bir çay demle iş bitsin.
Bir de İstanbul sözleşmesi olursa eşcinsellik artar diyenler
var, eh pantolon alırken bile “Eşcinsel olacağım” korkusu yaşayanların
çoğunlukta olduğu bir yerde sözleşmeyle de olur tabii…
Halbuki kadına “pozitif ayrımcılık” ayrıcalığı o meşhur “Yetmez
ama evet” destekli referandumla verilmişti. Anımsayın o referandumun 3 havuç
maddesi vardı.
-Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı.
-Kenan Evren’in yargılanması
-Kadınlara pozitif ayrımcılık
Pek çok liberal, romantik solcu ve aymaz aydın bu havuçlara
sazan gibi atlayıp “Yetmez ama evet” dedi.
Sonuç; Anayasa mahkemesine bireysel başvuruldu ama o
mahkemenin yapısı başka bir hale dönüştüğünden o başvuruların pek bir önemi
kalması.
Kenan Evren yargılandı güya ama o muhterem de saksıya
dönüşmüş olduğundan hiçbir şeyin ayrımında olmadı.
Kadınların pozitif ayrımcılığı kadın cinayetlerini
engellemedi şimdi de İstanbul Sözleşmesinden çıkmaya çalışıyorlar.
Netice sıfıra sıfır elde var sıfır, gitti o güzelim havuçlar
gittiiiiiiiiii.
103.GÜN
Yeni Türkiye’nin taraftarsız tek takımı Başakşehir’i
elbirliğiyle şampiyon yaptılar. Salgın sırasında tatil edilmesi gereken liglere
Katarlı yayıncının zarar etmemesi için devam edildi. Fena halde sağlıksız
maçlar oldu, son anda tepeden gelen bir emirle liglerden düşme kaldırıldı,
seneye yeni gelen takımlarla epey kalabalık bir lig olacak. Düşünmeden verilen
son saniye kararlarının ciddi sonuçları oluyor. Nitekim Katarlı yayıncı Saad
Saleh Al-Hudaifi açıklama yapmış “Bu kararı alırken niye bize haber vermediniz,
biz burada eşek başı mıyız?” diye fırça atmış. İyi demiş helal olsun,
heriflerle bu kadar enseye tokat kulağa parmak bir ilişkiye girerseniz olacağı
bu, o parmak kulağına girer bir şekilde. Yarın defi hacete giderken de haber
vermeniz gerekecek elin Katarlısına.
104.GÜN
Sosyal medyaya da sansür geldi sonunda; artık bu işlen
vakayı adiyeden olduğu için doğal geliyor, şaşırmıyoruz. Geçmişlerinden
utananlar “unutulma hakkı” istiyor, haksız da sayılmazlar “Eğer bir gün
duyarsanız ki zengin olmuşum bilin ki mutlaka haram yemişimdir.”, diyen bir
kişinin bunun unutulmasını istemedi doğaldır. Tabii balık hafızalı bir toplumda
zaten anımsanması olanaksız, zaten söylenirken de buna güvenilerek söylenmiş.
Ama sosyal medyanın nereye varacağı hesap edilmemiş, iki de bir ortaya çıkartıp
insanın gözüne sokarsa balıklar bile evrim geçirip zeki canlılar sınıfına
katılırlar.
Ama asıl vahim olan bu duruma alışmak. Nasıl olsa duyan
olmayacağını bildiğimiz için bir şey söylemeye üşenir olduk. Kuzey Kore olma yolunda uygun adım marş.
105.GÜN
Sağlık Bakanına acıyorum, iyi niyetli bazı şeyleri söylemek
istiyor söyleyemiyor içine atıyor. Durum çok ciddi, bildiğiniz gibi demek
istiyor, diyemiyor. “Temizlik tedbirdendir” diye bir tivit atmış “Temizlik
imandandır” sözüne gönderme yaparak. Örümcek kafalı güruhtan tepki gelmiş, o da
tatsızlık çıkmasın diye silmiş tiviti. Etme eyleme arkadaş, böyle korkup geri
adım attın mı onlar bir adım daha üzerine gelir, sonunda kendini duvara
sıkışmış bulursun. Neden korkuyorsun? Git üzerlerine. Bak o zaman ne kadar
tırsak, ne kadar korkak olduklarını göreceksin.
106.GÜN
Bir baro başkanı “Biz devletiz her şeyi yaparız” diyen
polisler tarafından gözaltına alındı. Başka sözüm yok sayın hâkim!
Baroların en başındaki arkadaş da başka çoklu baroya
karşıyız derken şimdi çoklu baro mis gibi oldu, diyor.
Çok iyi film olur bundan vallahi, “BARO BAŞKANININ DÖNÜŞÜ”.
107.GÜN
Kurban Bayramı geldi her yıl sanki ilk kez yapılıyormuş gibi
yapılan tartışmaları sanki ilk kez duyuyormuş gibi dinledik.
Kurban yerine, bağışta bulunsak olur mu?
Hayır ille de kan akacak.
Kurban ilkel dinlerden kalan bir gelenek aslında.
Sevdiği bir şeyi tanrıya hediye veriyor aslında.
Yani tanrıya rüşvet mi veriyor?
Tövbeeeeee çarpılacaksın.
Kitapta böyle bir şey yazmıyor.
Falan mezhebin falan yorumuna göre yazıyor.
Fakirler et yemesin mi?
Adam kurbanı kesip dondurucuya atıyor, kendi zıkkımlanıyor.
Yedi kişi birleşip bir danaya girdik sonra o dana ipini kopardı
yedimize birden girişti.
Kurbanın üçte biri birinin, üçte biri ötekinin, üçte biri de
berikinin olacak.
Seneye YGS’de şöyle bir soru gelebilir: Yedi kişi birleşip
bir danaya gidiyorlar, her biri yedide bir hisse alıyor, her biri yedide birin
üçte birini birine, üçte birini ötekine, üçte birini de berikine veriyor; bu
durumda birinin, ötekinin ve berikinin alacağı toplam hisse ne kadardır?
108.GÜN
Caretta Caretta kaplumbağalarının sayısı artmaya başlamış.
Salgının olumlu yanlarından biri daha. İnsanlar karantinaya çekilince
sahillerde yumurtaları yok edenler de olmuyor. Mekânın gerçek sahipleri de
ortaya çıkıyor.
109.GÜ
Ruslar aşıyı bulduk diyor, güvenilir mi değil mi kuşkulu. Bizde
bırakın aşıyı testlerin güvenilirliği bile şaibeli. Bir milletvekiline ayda
sekiz test yapılmış, çarpın milletvekili sayısıyla.
Şu kadar test yapıldı derken verilen sayı kelle sayısı değil
yapılan test sayısı yani. Tabii testlerin bazısı negatif bazısı pozitif
çıkıyor. Sanki kazı kazan gibi, bazen çıkıyor bazen çıkmıyor. Hangisine
güveneceksin, pozitiften sonra yaptırdığın test negatif çıkarsa sevinecek misin
şimdi? Bir sonrakinin pozitif olmama garantisi var mı? Pozitif çıkan negatife
dönünce virüsten tamamen arınmış mı oluyor yoksa taşıyıcı, bulaştırıcı olmaya
devam mı ediyor? Misal Fatih Terim şu an negatif ama önceden pozitif çıktığı
için taşıyıcı konumunda mı, yolda karşılaşınca “Ne olacak Galatasaray’ın hali?”
muhabbetine girelim mi, yoksa hemen karşı kaldırıma geçip oradan uzayalım mı?
Bu virüs böyle kafa karışıkları yaratıp bizimle fena halde dalga geçiyor, artık
virüsün akıllı bir canlı olduğuna iyice ikna oldum.
110.GÜN
Genelev kraliçesi olarak bilinen Manukyan’ın mirasçıları epey
artmış, ciddi bir kavga başlamış aralarında. Amma da “kadın simsarı” olma
meraklısı varmış. Şaka maka ortada ülkenin her yerinde yüzlerce gayrimenkul
var. Bu arada “genelev” kelimesi magazinsel, ajite edici, kışkırtıcı bir ifade
olduğu için manşetlerde öne geçiyor. Elbette
bu kadar mal genelev geliriyle alınmış değil, genelev geliri diğer malların
yanında devede kulak. Tabii ki madam evlerin kapısında durup eski filmlerdeki
mamalar gibi “Zo gelesiniz kızlar içeridedir”, diye müşteri karşılamıyor. Madamın
asıl işi borç para vermek, bildiğimiz tefeci yani. Borcunu ödeyemeyenin de
gayrı menkulüne çöküyor. Genelevler de bu yolla kendi üzerine geçiyor
anlayacağınız. Ama evlerine el koyduğu zavallıların ahı tutuyor ve otomatikman
pezevenk unvanına sahip oluyor. Biraz da işine gelmiş olsa gerek çünkü
tefecilik unvanı yanında daha masum. Bir de vergi rekortmenliği var bu da çok
doğal, kayıtlı malların geliri gideri belli üstelik gelir o kadar çok o kadar
çok ki bir de vergi kaçırmaya gerek görmeden ödüyor. Tabii birçok muhterem holding
patronun da önlerine geçen kendilerinden daha muhterem hanım karşısında
boyunları epey büküldü.
Ama hep merak etmişimdir, vergi rekortmenlerine törenle
plaket veren maliye bakanlığı yetkililerinin halini.
“Plaketi siz verin sayın bakanım.”
“Yok olmaz benim işim var, hem plaket verirken karizmamı
çizdiririm; fotoğraf falan çekerler, yarın öbür gün karşıma çıkarırlar. Altına
da ‘Bakanla pezevenk yan yana’, derler parantez içine de ‘Bakan sağdaki’ diye
not düşerler. Plaketi sen ver müsteşar bey.”
“Benim de o gün bacanağın oğlunun nikahı var, müsteşar
yardımcı sen ver.”
“Aksi gibi ben de o gün raporluyum müsteşar bey. Hesap
uzmanı Cafer Bey sen ver.”
“Ben üzerine afiyet ishal oldum, kaçırıp duruyorum, tören
sırasında kaçırırsam biçimsiz olur.”
“Acaba çöp mü çeksek, kısa çöpü çeken versin.”
“Ya bu da ne diye rekortmen olur her sene? İnsan biraz vergi
kaçırır. Bak kaçırsın vallahi soruşturma açarsam şerefsizim.”
111.GÜN
Doğumuz da batımız da kaynıyor; savaş çıktı çıkacak.
Ondan sonra da artık pandemi devam ediyormuş, dolar tavan
yapıyormuş, ekonomi batıyormuş hepsi geri planda. Seçim bile erteletir bu
durum… Epey bir el rahatlatır bazıları için nasılsa kendi tuzları kuru.
112.GÜN
Numan Kurtulmuş; türdaşları gibi etek altından gitmeye devam
ediyor…
Evlenmeyen, tek yaşayanlar sıkıntı yaratıyormuş…
İhtimal küçük ortakları Devlet Bey’e laf çakıyor.
113.GÜN
Damat ve gasteci Ahmet televizyonda çokomel ve etipuf
reklamı yaptılar fena halde.
RTÜK’ün bir ceza kesmesi zor ama ürün sahipleri bu reklamdan
dolayı bir iki sakal atarlar herhalde. Bu arada sosyal medyadaki “Burası çok
önemli, çokomelli” mavrasından haberi olmayanlar “Ne diyor bunlar kafayı mı
sıyırdılar?” diye baktılar öyle. Tabii dolar artışı sorusuna “Sana ne maaşını
dolarla mı alıyorsun?” diye yanıtlayıp üstüne üstelik yumruğunu kaldırıp “Tek
yol devrim” demesinden sonra iyice ikna oldular.
114.GÜN
Galata Kulesi’nin dibi darbeli matkapla delindi; restorasyon
işlemleri yandaş müteahhitte verilince o da kendi
zevkine kendi meşrebine göre yapıyor. Yakında kulenin tepesine çekme kat
çıkarsa şaşırmayın. Laz müteahhit tipleri sadece karikatürlerde değil elbette.
115.GÜN
Muharrem İnce gene dolduruşa geldi “1000 Gün” hareketini
başlattı. Ne olacak ne yapılacak, yanında kimler olacak orasını kendi de
bilmiyor büyük ihtimal. Herhalde “Kervan yolda düzülür” diye yola çıkıyor olsa
gerek ama burada durum “düzülür” ifadesinin argodaki anlamı gibi olacak sanki.
Hele hele istisnasız bütün yandaş kanalların reisin konuşmasını bile erteleyip
naklen vermesine bakılırsa manzarayı umumiye hiç iç acıcı görünmüyor.
116.GÜN
Düğünler bir saatle sınırlı olacak; yemek ikramı yok, halay
yok, 65 üstü yakınlar yok, çocuklar yok, takı töreni yok aslında düğün yok
diyecekler ama bunu dolambaçlı yoldan söylüyorlar. Bir tek gelinle damat dans edecek.
Her düğüne bir kolluk gücü gelecek, sıkı denetim var.
-Hop sen göbekli, otur yerine halay yasak.
-Ben tuvalete gidiyordum.
-Tuvalet kapalı orada da bulaş var.
-Sıkıştım ama.
-Eve kadar sık dişini, hem ikram falan da yoktu bu ne çişi
böyle?
Sanki düğün yapmak, halay çekmek zorunda insanlar;
gelenekler öyle bir şartlamış ki.
Gitme düğüne arkadaş, böylece çeyrek taktım, gram taktım
stresinden de bu bahaneyle kurtulursun.
Kendini düğün yapmak zorunda hissedenler de sıyırır; zaten
düğün yapsanız kimseye yaranamayacaksınız. İlle de bir şey bulacaklar;
oturdukları yeri, yedikleri yemeği, gelinliğinizi, damatlığınızı, saç
modelinizi çekiştirip duracaklar.
Reis, kendince bir yöntem bulmuş.
“Düğünlere gitmeyeceğim, düğün sahiplerini makamımda kabul
edeceğim, ayağıma gelip kendilerini tebrik ettirecekler, ben de hediyelerini
vereceğim.” dedi.
Tabii gelinle damat açısından ekstra bir angarya; onca telaş
içinde bir de saraya gitme stersi. Tabii huzura kabul için de illa Kovid testi
yapılacak, onun sonucunu bekleyeceksin, strese bakar mısın? Gitsen bir türlü
gitmesen bir türlü.
117.GÜN
Giresun’da sel felaketi; suçlu gene halk oldu.
“Neden dere yatağına ev yaptın, kime sordun?”
“E sana sordum, yap dedin.”
“Niye bana sordun, ben kendini camdan at desem, atacak
mısın? Salak mısın sen?”
118.GÜN
Coronavirüs, kimyamızı da bozdu galiba; zaman zaman
zombilere dönüşüp karşımızdakini paralamak ihtiyacı duyuyoruz sanki. Buna bağlı
olarak linç mevsimi başladı; sosyal medya linçleri yargı kararlarında etkili
bir unsur haline gelmeye başladı artık.
Biri hakkında “Bu rezili hemen tutuklayın” türünden fetvalar
yaygınlaşınca suçun niteliğine hatta suç olup olmadığına bakılmaksızın
tutuklama kararı gelebiliyor.
Bir yazarın halk söylencelerinde anlatılan bel altı, sakil
bir öyküyü çocuk kitabında yayınlayınca kıyamet koptu ve vatandaş tutuklandı. Ama
tilkinin ayıya tecavüzünün masalını yazan tutuklanırken bir kıza tecavüz edip
ölülüne neden olan “aslan” aslanlar gibi devletin sırt sıvazlamasıyla dışarıda.
Bu arada yalan yanlış, yarım yamalak bilgiler ortada dönmeye
başladı.
“Kültür Bakanlığı nasıl bu kitaba bandrol verirken hiç mi
denetlemiyor?” dendi.
Hayır efendim denetlenmiyor, iyi ki de denetlenmiyor,
denetim olursa sansür olur zaten; bandrol telif hakları kontrolüyle ilgilidir.
Bir suç varsa sonradan savcılık gerekeni yapıyor, nitekim de yaptı görüldüğü
gibi. Linçe katılanlar arasında da aklı başında diyebileceğimiz insanların da
olması şaşırtıcı. Artık nasıl bir toplumsal paranoyaya kapıldıysak?
Bu arada bel altı, sadizm veya zoofili içeren anlatımlar,
Mevlana’da, Nasrettin Hoca’da hatta Necip Fazıl’da bile mevcuttur. Bunlar
yasaklanmamalıdır ama okullara da tavsiye edilmemelidir elbette. Sapla saman
fena halde karışıyor.
Bu kitaptan sonra Ferhan Şensoy’un da Boris Vian etkileri
taşıyan kitabındaki kurgusal karakterin zoofil yaklaşımları Zülal
Kalkandelen’in tepkisiyle bir linç girişimine uğradı.
Zülal Hanım kitabı okumamıştı sadece sosyal medyada
yayınlanan bir sayfasına göre hüküm vermişti.
Oysa Zülal Kalkandelen de kısa bir süre önce hayvan hakları savunuculuğu
yüzünden sıkı bir linçe uğramıştı. Yani linç edilen de bir süre sonra başkasını
linç edebiliyor.
Hani vampirin ısırdığı da vampir olur ya onun gibi sanki.
Son olarak iki gün önce sakıncalı çocuk kitabına tepki
gösteren Işıl Özgentürk de Batman’da töre yüzünden hayatını kaybeden, tecavüze
uğrayan kadınların durumunu yazdığı için fena halde linçe uğradı, faşist ve
tecavüz savunucusu ilan edildi. Linçi yapanların içinde aklı başında sandığımız
kişiler de var demek akıl bazen baştan çıkabiliyor; böylece Özgentürk’ü Linç
eden iktidar yanlılarıyla aynı çizgiye gelme başarısını da göstermiş oldular.
Sanıyorum insanlar okumaya üşeniyorlar, okuduklarını da
yarım yamalak okuyup ters taraflarından anlıyorlar. Birinin “Bu rezil, böyle
demek istemiş” diye yorumlayıp ilk taşı atınca arkası geliyor.
“Ama öyle dememiş ki” diye başlarsanız cümleniz bitmeden bir
taş da size gelir.
Fazla uzatmayayım bu konuyu ortam gergin, insanlar yanlış
anlamaya en ufak bir sözünüzde linç etmeye hazır. Virüsün etkisi olabilir diye
düşünüyorum. Ne olur ne olmaz.
119.GÜN
Dönemin Milli Eğitim Bakanı , “Mektepler olmasa maarifi iyi
idare ederdim” diye bir espri yapmıştı. Şimdiki ciddi ciddi söyledi, “Öğretmen
maaşları bakanlığa yükmüş.”
“Aman vekil maaşları öğretmen maaşlarını geçmesin” diyen
Atatürk’ten bugünlere geldik.
Maaşlar olmasa her şey yolunda gidecekmiş.
Muzaffer İzgü “Yumurtadan Çıkan Öğretmen” kitabında düşük
maaş yüzünden seyyar satıcılık yapmak zorunda kalan öğretmeni anlatır.
Demek o maaş bile yük geliyormuş eğitime bakan arkadaşa.
120.GÜN
Patron Giresun’da otobüsün üzerinde altta birbirine kaynamış
halde izleyenler bir seçim günleri nostaljisi yaşanıyor.
Patron sesleniyor, “Düğün, cenaze, taziye, tatil gibi toplu
etkinlikler virüsün yayılma alanı haline dönüştü. Hele hele plajlar, buralar
ayrı felaket."
Aşağıdan “Hüloğğğ” sesleri.
Patron “Şimdi keyif çayı zamanı” diyerek aşağıdakilere çay
fırlatıyor.
Çay kapmak isteyen kaynaşmış kitle daha da kaynaşıyor.
Covit-19 da keyif çayını içerken ellini ovuşturuyor.
121.GÜN
Batman’daki tecavüzcü dışarıda; içişlerine bakan vatandaş
anlaşılmaz bir şekilde onu korur havasında, Barış Atay bu durumu eleştiriyor,
bizim vatandaş da “Dikkat et de yakalanma” diye tehdit ediyor. Bu hedef
gösterme karşılığını buluyor Barış Atay bir grup tarafından darp ediliyor.
Vaziyet korkunç, Coronavirüs yanında bir de zehirli iktidar virüsü sardı her
yanı.
İlkini maske ve fiziksel mesafeyle biraz olsun idare
ediyoruz ama ikincisinin çaresi de yok nerede olursan ol gelip seni buluyor.
122.GÜN
Sabah maskemi takıp, 200 metre ötedeki markete gitmek üzere
çıktım; marketin kapısına yaklaşırken arkamdan bir ses duydum.
-Hop beybaba!
Üstüme alınmadım yürüdüm.
-Hoooop kime diyoruz alooo, beybaba dedik.
Dönüp baktım, kahverengi üniformalı, maskeleri çenesinde iki
yeni nesil bekçi.
-Beybaba diyoruz, niye bakmıyorsun?
“Kardeş” hitabından “Abi”’ye geçiş pek rahatsız etmemiş
hatta biraz gururlandırmıştı sonra “Amca” hitabı epey buruklaştırmıştı ama ona
da alıştık ancak “beybaba” gerçekten yıkım oldu doğrusu.
Arkadaşına döndü;
-İhtiyar olduğu için kulağı duymuyor, herhalde, efendi baba
nereye böyle?
Normal bir durum olsa fena halde bir yanıt verirdim ama
durumun fena halde anormal olduğu belliydi.
Bu kahverengi gömlekliler tarihteki hemcinsleri gibi
görevlerinin sınırlarını bilmeden iyice havaya girmişlerdi; geçenlerde maskesiz
diye bir adamı yere yatırarak ters kelepçe takmışlardı. Bu yüzden sularına
gitmekte yarar vardı.
-Markete gidiyorum, diye sırıttım.
-Saatten haberin var mı senin?
-9.30
-65 yaş üstüne sadece sabah on akşam sekiz arası serbest
olduğunu bilmiyor musun? Şu an sana yasak, cezası var.
-İyi de ben 65 yaş altıyım.
-Tipin hiç öyle göstermiyor, nereden baksan 70 varsın.
Sövmemek için kendimi zor tutuyorum, tabii “Siz önce
maskelerinizi doğru takın” da diyemiyorum, sonra yere yatırılıp ters kelepçe
olma ihtimali kuvvetli.
Kimliğimi uzatım, incelediler; biri parmak hesabı yapıyor.
-Lan 59 doğumlu olunca kaç oluyordu?
Ben içimden sövüyor görünmemek için sürekli sırıtır
vaziyeteyim.
İşin içinden çıkamıyorlar, ben işin içinden nasıl
çıkacaklarını merak ettiğim için yol göstermiyorum. Sonunda amirlerini aramaya
karar verdiler, telefonunu tuşladı.
-Amirim şu an 65 yaş üstü olduğundan kuşkulandığımız bir
şahısla beraberiz, şahsın doğumu 1959 olarak görünüyor ne emredersiniz?
Telefonda bir süre bekledi, rengi önce kırmızıya sonra
yeşile döndü.
“Emredersin, amirim” dedi kapattı; arkadaşına döndü;
-İkimize de fena sövdü, gidip analarımıza soracakmışız.
Sonra bana döndü,
-Ulan senin yüzünden fırça yedik amirimizden.
-Peki ne yapacağız, bu şimdi 65 altı mı üstü mü?
Fazla oyalanacak halim yoku, “Yahu bulunduğumuz yıldan 1959’
u çıkartırsan yaşımı bulursunuz” dedim.
Beyin devrelerinin yandığı belliydi, bunu yapamayacaklarının
farkındaydılar, kimliğimi uzattı.
-Tamam, git ama bir daha karşılaşmayız inşallah.
-Aynı fikirdeyim, deyip uzaklaştım.
Arkamdan konuştuklarını duyuyordum.
-Kesin 70’i var…
123.GÜN
Anlaşıldı ki bu salgın öyle kolay kolay bitmeyecek; uzun bir
süre daha bununla yaşayacağız.
Şu an için 65 yaş üstü günah keçisi olmaya devam ediyor. Sokağa
çıkma yasakları onlar için her ilde farklı saatlerde düğünlere zaten hiç
katılamıyorlar ama bu önemli değil zaten düğünler düğün olmaktan çıkmış
durumda. Yemek yok, dans yok, halay yok bir tek nikah var bir saat içinde
bitireceksin. O zaman düğün için salona ne gerek var? Belediyenin nikah
dairesinde bitinin işi. Tabii salon sahiplerini mağdur ediyor görünmeyecekler
hesapta, hepten yasaklasalar zararlarını karşılama durumu çıkacak.
124.GÜN
TTT 3T ilkesi artık iyice yaygınlaştı; Tarikat, Ticaret,
Tecavüz. İsteyen kafasına göre bir tarikat kuruyor; cüppeli, cüppesiz, sarıklı,
sarıksız, püsküllü, püskülsüz bir tarz uydurup, müritleri topluyor. Biat
edenler canı gönülden maddi manevi her türlü fedakarlığı yapıyor; epey mülk
ediniyor şeyhler para gelince güç de artıyor, güç artınca mürit artıyor, çok
mürit daha çok güç bu katlanarak gidiyor. Durum tamamen ticari, bir noktadan
sonra sapmalar başlıyor, badelenmeler falan derken iş pedofiliye uzanıyor. Bu
hep mi böyleydi peki? Valla bu tarikatlardaki gizlilik kuralları beni hep
işkillendirmiştir; kimden neyi gizliyorsun, saklayacağın ne var? Bugünkülere
bakınca eski tarikatlar için de kafamda kırk türlü soru çıkıyor. Tabii bir de
cüppeli olanının herhalde ileride olabilecek durumlara karşı kendini kurtarmak
için olsa gerek yaptığı “Tarikatlar silahlanıyor” açıklaması var ki es
geçilecek bir iddia değil.
125.GÜN
Dışişlerine bakan kişi gene Lozan’ı suçlamış, 12 adayı orada
kaybettiğimizi sanıyormuş.
Tarihi TRT’deki Abdülhamit dizisinden öğrendiği belli.
Acilen bir Lozan dizisi çekilmeli belki o zaman az da olsa bir fikir
edinebilir. TV dizisi deyip de geçmeyin arkadaşlar oradakileri gerçekten gerçek
sanıyorlar, Osmanlı dizilerini hicveden bir tivit atan gazeteci padişahların
manevi şahsına hakaretten gözaltına alındı. Aynı kafa Ertuğrul Gazi heykeli
diye dizide onu canlandıran oyuncunun büstünü dikmişti. Ancak mizah dergilerine
konu olacak olaylar gerçek oluyor. Kurguyu gerçek sanması komik bir durum ama
diyelim ki gerçek; bu gerçeği suç sayıp gözaltı yapılması da trajik bir durum.
Trajikomik tanımı için çok güzel bir örnek neticede. Bu arada sosyal medya
linçlerinin yargı kriteri olma durumu devam ediyor.
Tvit atanlar Akrtoller tarafından seri olarak linçe
uğrayınca anında tutuklama geliyor.
Maganda şarkıcı yaşlı komşusuna kafa göz dalınca gözaltına
alındı, Eren Erdem de tepkilerini otomatiğe bağlamış olsa gerek ki bunun bir
tivit mesajından olduğunu düşünüp anlayıp dinlemeden tuzunu kapıp koştura
koştura hıyara destek verdi ertesi gün görüntüler ortaya çıkınca madara oldu.
Bu arada gene tepkilerden dolayı sıradan bir komşu kavgasına tutuklama kararı
geldi.
Tabii her metre kareye konan saraya bağlı mobese
kameralarına ilave olarak her cep telefonu sahibi potansiyel bir kameraman
olarak hizmet ediyor yani her anımız izleniyor. George Orwel’i bile sollayan
bir “Büyük birader seni izliyor” durumu var. Rahat olun paranoyak değilsiniz,
kesinlikle izleniyorsunuz. Yolda giderken oranızı buranızı kaşımayınız sonra
internette düşen biçimsiz videolarınız bol bol tıklanır haberiniz ola.
126.GÜN
“Gene bir sözlük hazırlanmış, içinde de cinsiyet ayrımcısı
sözcükler varmış !” gene anlayıp dinlemeden tepkiler geliyor. Daha önce de Ömer
Asım Aksoy’un çok önemli bir çalışması olan Atasözleri ve Deyimler Sözlüğüne
benzer tepkiler geldi, aklı başında dediğimiz arkadaşlarımız bile cinsiyetçi ve
ırkçı ifadeler var, diye sazan gibi atlayıp yazarını sapık ilan ettiler. Çok
uzun çalışmalarla derlenmiş argo sözlükleri de bulunmakta. Öncelikle bu tür sözlükler bilimsel
çalışmalardır, halkın dilinde var olan sözlerin derlenmesidir. İçinde olumlusu
olduğu gibi olumsuz ifadeler de vardır elbette. Atasözleri aslında
aforizmalardır, bunu “Atasözü” olarak isimlendirdiğimiz için olumluymuş algısı
yaratıyor. Bunları özlü ve güzel sözler kapsamında değerlendirdiğimiz için de
hemen tepki veriyoruz. Bu yüzden TDK’nın sitesinden bu tür birçok ifade
kaldırıldı, çok büyük yanlış. Bunun tıp
kitaplarından mikroplar bahsini kaldırmaktan bir farkı yok; öyle ya mikrop kötü
bir şeydir, insana zarar verir o zaman kaldırın gitsin.
127.GÜN
Tiyatro, bale, opera gibi gösteriler önce salgın önlemleri
kapsamında yasaklandı sonra gelen tepkiler üzerine belli önlemler almak kaydıyla
serbest bırakıldı. Tabii biraz “Ne haliniz varsa görün” durumu da olabilir,
yasaklama durumunda sanatçılar haklı olarak taleplerde bulunacaklardı. Bir de
salgın arttığı zaman topu o tarafa atma fırsatı çıkacak “Tiyatrolaraaa
operalaraaa balelereee gittileeer, onlar yüzünden arttı.” diyeceklerinden emin
olabilirsiniz.
Zaten şimdiden onun ayağını yapıyorlar, “Haklımız kurallara
uymuyor gene sıkmak zorunda kalabiliriz.” dedi.
“Bu halkı Ayasofya’da 350 bin kişi olarak topladılar, miting
meydanlarındaki kalabalıklara çay paketi fırlattılar, bu ceehaaaapeee
zihniyetini yüzünden pandemi patlayacak.”, denmesi ve cehapenin de ciddi ciddi
onları yapanın kendileri olmadığını yemin billah ederek ispata çalışması
yakındır.
128.GÜN
Bir futbol takımında 52 covid pozitif çıkmış; federasyon
başkanı fenalık geçiriyor, “Aman daha ligin başında dakka bir gol bir olmasın”
diye veryansın ediyor. Bir gün sonra bir test daha yapılıyor bu defa 2 pozitif
çıkıyor, 50 kişi bir günde iyileşip negatif oluyor! Testlerden biri hatalı
belli ki, acaba hangisi? İlki mi ikincisi mi? Belki virüs, federasyon
başkanının haline acıyıp gitmiştir, bu seçenek öncekine göre daha mantıklı
inanın.
129.GÜN
Ekrandan biri masa başından konuşuyor bir okulun reklamını
yapıyor, ilkokullarda yüz yüze eğitim pandemi kuralları çerçevesinde nasıl
yapılacak diye anlatıyor. Reklamcı arkadaşı bir yerden tanıyor gibiyim,
herhalde dizilerden birinden olsa gerek. Sonra dank ediyor, meğer milli
eğitimime bakan arkadaşmış. Eh tasarruf olsun diye kendi okulunun reklamında
oynamış herhalde. Özellikle özel okulların açılması şart, bir kere peşin peşin
ücretler alınsın hele, sonra kapanabilir iade isteyen olursa uğraşsın dursun.
Öteki okullarda uzaktan eğitim; televizyon, bilgisayar, tablet, telefon ne
bulursa bağlansınlar. Nasılsa her evde bol miktarda tablet ve internet mevcut! Tabii
en az 3-4 çocuk tavsiyesine uyanları zor günler bekliyor.
İlin birinde uzaktan eğitim için düzenleme yapmak üzere
“Evinizde televizyon ve internet var mı?” sorusu sorulmuş. Tabii millet de bunu
“Devletimiz bize bedava televizyon ve internet verecek” diye yorumlayıp
binlerce başvuru yapmış, olan da olmayan da başvurmuş. İnsanları beleşçiliğe
alıştırdıktan sonra böyle bir soru sorarsanız sonuç bu olur.
130.GÜN
Sağlıkçılar zor durumda, Tabipler birliği haykırıyor;
“Yönetemiyorsunuz tükeniyoruz”, diye.
Bahçeli’nin bunu vatana ihanet sayıp Türk Tabipler
Birliği’nin kapatılmasını istemesi nedense hiç şaşırtmadı. Önümüzdeki günlerde
bununla ilgili girişimlerin gelmesi olasıdır. Avukatlardan sonra sıra
doktorlarda, diyorlar.
131.GÜN
Seçimlerin bilgisayar üstünden online yapılması söylenmeye
başlandı. Harika olur, artık oy mühürlüydü, mühürsüzdü; oylar çalındıydı,
çalınmadıydı tartışmaları biter. Her türlü rezillik bir tuşla online olarak
halledilir. Seçime zamanı şenlikli günler bizleri bekleyecek gibi.
132.GÜN
Kovid aşısının bulunma hikayesi Nasrettin Hoca’nın borç
ödemesine benzedi; “Yola dikenler koyacağım, koyunlar geçerken onlara takılıp
yünlerini bırakacak, ben onları toplayıp iplik yapacağım, sonra pazara gidip satacağım
sanada borcumu ödeyeceğim.”
“Kovid aşısı bulunacak, denemeler yapılacak, uygun olduğu
kanıtlanacak, sonra biz onu halkımıza yapacağız, halkımız da kurtulacak.”
Gene Hoca’nın benzer fıkrasındaki gibi “Ölme eşeğim ölme,
bekle yoncalar bitsin.” diyorlar.
“Dayanın ölmeyin aşı bulunacak…”
133.GÜN
Milletin gazını almak
için “Kovid için aşı yok, grip aşısı olun bari” dediler ama pişman oldular
çünkü bu defa grip aşısı da kalmadı meydanda.
Grip aşısı olmak için 5 kriter koymuşlar Kopenhag Kriterleri
misali.
Kalp hastası olacaksın, şekerin olacak, solunum yollarında
sorun olacak, böbreklerin sakat olacak; kanser, AİDS, kan hastalığı vs. gibi
bir sorunun olacak, yani bir gözün toprağa bakacak.
Bu 5 kritere uygun değilsen aşı yok.
Bir arkadaşın babası dövünüp duruyormuş;
“Ulan dördü tutturduk beşinci ayakta yattık.” diye.
Kriterlere uygunsan aşı veriliyor, ama bunlara sahipsen zaten
ortada “Yolcudur Abbas” durumu var demektir.
“Kritere uygun olan sevinmeli midir, üzülmeli midir?”
Alın size 100 puanlık bir uzman sorusu.
Bilene ödül olarak bir doz aşı verirler belki.
134.GÜN
Uzaktan eğitim, uzaktan iletişim olanakları hızla gelişiyor,
internet üzerinden zoom benzeri uygulamalarla insanlar birbirleriyle
toplantılar düzenliyor, sohbetler ediyor, dersler bile artık bu şekil yapılır
oldu, ev ortamında inanılmaz rehavet içindeyken işinizi görüyorsunuz. Bir şey
değil bu rahata alıştıktan sonra bundan nasıl vazgeçilir bilemem.
“Tamam işte ne güzel oluyormuş” diyerek bundan sonra hep
aynı yöntemle devam edilme olasılığı çok yüksek.
Tabii bu sisteme alışana kadar birtakım kazalar yaşanacaktır
kuşkusuz.
Öncelikle bu tür konuşmalarda siz konuşmadığınız zaman
mutlaka mikrofonunuzun kapalı olması gerek. Yoksa hele hele televizyon izliyor
modunda izliyorsanız vaziyet kötü. Havaya girip olumsuz yorumlar
yapabilirsiniz.
“Hele bak şu kel kafalının sıfatına, suratında meymenet yok
dümbüğün, geçmiş orada apır sapır konuşuyor.” dediğinizde bu sözler, kel kafalı
meymenetsiz dümbük dahil bütün katılımcılar tarafından duyulur. Teknoloji epey
gelişti artık “Zeki Müren’in de sizi görebildiği” günlere geldik.
Tabii kamera açınız da çok önemli, siz konuşurken arka
planda neler göründüğüne dikkat etmelisiniz. Misal, geçen gün ders anlatırken
oda kapısı açık kalmış ve tuvalet görünüyor, kayınpeder düğmelerini kapatarak
çıktı, yaklaştı başını omzumdan uzatarak ekrana baktı.
“Hangi program bu şimdi?” diye sordu.
Bir başka seferinde de hanım içeri dalıp çayla keki yanıma
koydu, çocuklardan dalgacı tonda “Afiyet olsun” nidaları geldi; tabii “Buyurun”
diye onlara da ikram etme olanağım yoktu; teknoloji her ne kadar geliştiyse de
o aşamaya gelmedik henüz. Ciddi bir karizma zedelenmesi oldu benim için. Hanım
bu arada kızlardan birinin kazağına takıldı.
“Güzelim nereden aldın o kazağı?” diye sordu, o da
yanıtladı.
Sonra fiyatını zordu, söyledi; başka bir kız lafa girdi.
“O pahalıymış falanca yerdeki daha ucuzmuş.”
Bir başkası internet üzerinden sipariş vermiş o hepsinden
daha ucuzmuş.
Oğlanlardan biri de girdi devreye, internet alışverişinde
defolu mallar gelebiliyormuş ona dikkat etmek gerekirmiş.
Neticede bu alışveriş muhabbeti yüzünden bizim ders kaynadı.
Mümkünse kapıyı kapatıp kilitleyin, kimse girmesin.
135.GÜN
Alışkanlıklar değişiyor, yeni gelenekler oluşuyor. Artık bir
arkadaşınızla karşılaştığınızda, tokalaşma, sarılma, bol sıvı yayarak öpüşme,
yanakları sürtme, kafa kafaya toslaşma gibi görüntüsü hoş olmayan manzaralar
olmuyor. İlle de temas mecburiyeti duyuyorlarsa ya yumruklar değdiriliyor ya da
Bektaşi usulü sağ el kalbin üzerinde hafif bir baş selamı veriliyor. Ama
Japonlar gibi karşılıklı öne eğilip selamlaşma da fena olmaz hani.
136.GÜN
Suudiler bizim malları boykot etmişler, bir de gıcıklık
olsun, damarlarına basalım diye “Artık Yunan malları satacağız” diyorlar. Çok
kızıyorum, küfür edip duruyorum ama Suudilere değil, onlar doğaların gereğini
yapıyorlar. Küfür adresini bulur illa ki. Tabii Suudilere zamanında hak
ettikleri yanıtları veren büyük padişah 2.Mahmut’un ruhuna da rahmet okuyup
duruyorum.
137.GÜN
Askıda ekmek olayını yeni bir buluş gibi ortaya attılar,
mecaz özürlü tosunlar da ekmekleri ciddi ciddi astılar bir yerlere. Ama epey
bir dalga da geçildi. Halbuki bir süre önce büyükşehir belediyelerinin
başlattığı “Askıda Fatura” uygulamasını unuttu muhteremler o sayede vatandaşın
epey bir faturası ödendi. Askıda faturadan sonra askıda ekmek nedir yahu?
Mesele onun üstüne çıkmakta. Örneğin yap bir “Askıda aşı” kampanyası malı
götür.