Kurguyla gerçeğin ayrımında olamamak çok eskiden beri var
olan ciddi bir sorundur.
Bundan dolayıdır ki bir filmde kötü bir karakteri oynayan
oyuncuların bir köşede kıstırılıp dövülmesi sık rastlanan bir olay haline
gelmiştir.
Bu durumu yaşayan oyuncular genellikle “Sen o kadar gerçekçi oynamışsın ki izleyenler öyle sanmış, bu da senin
ne kadar iyi bir oyuncu olduğunun göstergesidir” diye teselli edilirler.
Aslında bu durum o oyuncunun yeteneğini belirlemekte bir
ölçü değildir elbette, ama ona saldıran kişinin ne kadar gerizekalı olduğunun
şaşmaz bir göstergesidir.
Bazen de gerçek kişilerden, tarihi karakterlerden yola
çıkılarak; roman, tiyatro, film, dizi film gibi kurmaca anlatılar hazırlanır.
İşte bu gibi durumlarda bu muhteremlerin kafası daha da karışır. Kurgu
karakteri gerçek sanan kafaya gerçekten yola çıkılmış kurgu karakteri
açıklamanız olanaksızdır adeta.
Tarihsel kişilerden ve olaylardan hareketle hazırlanan
kurgusal anlatılarda yaşanan en büyük sorun, söz konusu karakter eğer sevdiğimiz
bir kişilikse hemen tepki gösterilmesidir. Bu tepki genellikle doğal bir
eleştiri sınırını aşıp saldırıya dönüşmektedir.
Osmanlı dönemini anlatan televizyon dizinine gösterilen
gereksiz tepki, altında yatan ruh halini de oraya koymaktadır.
Aslında söz konusu diziye ilk tepkiler daha dizi
yayınlanmadan dolayısıyla daha seyredilmeden yapılmıştı, ecdadımızın sarhoş ve
oğlancı gösterileceği söylenmişti. Oysa dizide her ikisi de yoktu. Ama bazı
tarih kitaplarında bu tür göndermeler olduğunu bildiklerinden “Acaba kirli çamaşırlar açığa mı çıkıyor?”
korkusuyla ayağa kalkmışlardı. Zaten dizi ilerledikçe de padişah hazretlerinin
evlatlarını, torunlarını boğdurtma sahnelerine sıra geleceğini biliyorlardı ama
bu olaylarda sultanlarını aklamak için nasıl bir kılıf uyduracaklarını yıllar
yılı bulamamışlardı bir türlü.
Bir tarihte asistanlık yaptığım Osmanlı’nın kuruluşuyla
ilgili bir filmde Osman’ın kendiyle beylik yarışına giren amcasını öldürme
sahnesi çekilecek. Çekime başlanacağı gün filmin danışmanı anlı şanlı tarih
profesörü bunu haber alıp çekincesini sunuyor.
“Amcasını öldürmesin…”
“İyi de tarih
kitapları yazıyor, amcasını öldürmüş, diyor…”
“Ama olmaz ki, koskoca
bir imparatorluk kurmuş biri hiç amcasını öldürür mü?”
“İyi de adam daha bey
bile olamamış, daha beylik bile yok ortada, imparatorluktan da habersiz… Böyle
olaylar da tarihte hep olmuş şeyler… Amcasını öldürmüş işte ”
“Yok yok
öldürmemiştir, yapmamıştır yapmamıştır…”
Karşınızdaki bir
tarih profesörü olunca fazla tartışmanın anlamı kalmıyor; “O öyle şey yapmaz iyi çocuktur ben tanırım” şeklinde bir ifadeyi
pek ciddi bulmasak da bir yanıt veremiyoruz. Yönetmen de başına iş almak
istemediği için danışmanın doğrultusunda hareket ediyor, “E öldürmesin o vakit…”
“İyi de amcanın ölüm
sahnesini çekeceğiz, adam nasıl ölecek?”
“Eceliyle ölsün bari…”
“İyi de amcanın Osman
Bey’le olan kavgası ne olacak?”
“Kavga iyi bir şey
değil zaten, amca ölürken Osman Bey gelsin amca da ondan helallik istesin…”
İş zaten zıvanadan çıkmış bir kere, “İstesin anasını satayım”, diyoruz…
Set kuruluyor amcayı oynayan Erol Taş ölüm döşeğine yatıyor,
Osman Bey yanı başına geliyor, amca orada tiradını atıp helallik istiyor ve
şahadet getirip ruhunu teslim ediyor.
O sahneden en çok memnun olan hep kötü adamı oynayan Erol
Taş olmuştu; bu kez iyi bir karakter çıkartmanın mutluluğu içindeydi.
Neticede bu da bir kurmaca işti ille de gerçeğe birebir uyma
gibi bir zorunluluğu yoktu.
Osmanlı tarihçilerinin önemli bir kısmında ortak zafiyetler
vardır.
Olaylara duygusal açıdan yaklaşırlar;
Ezilmişlik horlanmışlık yüzünden oluşan aşağılık duygusunu
bastırmak için abartılı bir “ecdat”
efsanesi yaratılmıştır. O ecdat güçlüdür, asar, keser, yakar, yıkar herkes onların
önünde tir tir titrer.
Osmanlı’nın hep yabancı kadınlarla evlenildiğinden karışmış
soyuna ve en aşağı sınıf olarak nitelediğinden hiçbir devlet kademesine
getirmediği Türklere tavrını görmezden gelerek gene de baş tacı eder. Onu hep
ecdadı zanneder, onunla övünür (Şecaat
arz ederken sirkatin söylemek).
Bilim insanı olduğunu unutur, padişahların işlediği
cinayetleri, kardeş katillerini haklı çıkartmak için kırk takla atar ve
Osmanlı’nın gönüllü avukatlığını yapar (Tamam
belki yapmışlar yapmasına ama bir sor bakalım niye yapmışlar!)
Korkunç İvan |
Tarihi filmler, diziler, romanlar, oyunlar kurgudur gerçekle
farklılıkları elbette olur dedik; neticede hepsi ortaya bir yorum
getirmektedir.
Peki gerçek olması gereken tarih kitapları bunlardan farklı
mı?
Pek çok tarihçi birbirleriyle çelişkili tezler ileri
sürmüyorlar mı?
Sürebiliyor elbette hatta aynı tarihçi farklı dönemlerinde
birbirini zıddı tezler ileri sürebiliyor.
Kanuni’nin hayatını anlatan dizideki Pargalı İbrahim Paşa padişahın
kız kardeşiyle evli gösteriliyor, pek çok kitapta da bu böyle söyleniyor ancak
bunu kabul etmeyenler de var.
Aslında “evlidirler”
tezini ilk ortaya atan kişi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, başka tarihçiler de onu
kaynak göstererek kendi tarihlerini yazıyorlar ve Pargalı İbrahim, Kanuni’nin
eniştesi olarak kayda geçiyor. Ancak 15 yıl sonra gene Uzunçarşılı çıkıyor “Elime yeni bir belge geçti, buna göre evli
değillermiş; yanılmışım” diyor…
Görüldüğü gibi tarih değişken, bir belge çıkıyor ortaya
bütün akış değişiyor.
Görüldüğü gibi tarih tamamen yoruma dayılı; birinin
İstanbul’un fethi dediği olaya bir başkası İstanbul’un işgali diyor.
“Osmanlı’da kaç
hükümdar vardı?” sorusu pek çok kitaba göre 36 diye yanıtlanır.
Ancak hiç de yabana atılmayacak, en detaycı
tarihçilerimizden Reşat Ekrem Koçu’ya göre 38 hükümdar gelmiştir.
Yıldırım Beyazıt’ın yenilmesinden sonra doğan otorite
boşluğuna fetret devri deniyor. Taht kavgaları başlıyor Yıldırım’ın üç oğlu
mücadele ediyor ama bu arada taht boş kalmıyor. Büyük oğlu Emir Süleyman
oturuyor önce sonra kardeşi Musa Çelebi gelip alaşağı ediyor kendi oturuyor en
son diğer kardeş Mehmet Çelebi de onu indirip tahtı ele geçiriyor. Belli ki o
zamanın resmi tarih yazıcıları (şimdinin
yandaş basını olsa gerek) o karmaşayı es geçip Çelebi Mehmet’ten
sürdürüyorlar tarihi (Tarihçilere rüşvet
vermediği için tarihe yazılmayan padişahın anlatıldığı Ferhan Şensoy’un Soyut
Padişah’ını andıran bir durum). Ancak Reşat Erkem Koçu onların da sayılması
gerektiğini savunuyor, neticede tahta oturmuşlar. Dolayısıyla Koçu’nun
tarihinde Kanuni Süleyman 2.Süleyman olarak geçer…
Yabancı tarihçilerin yorumlarını saymıyorum bile;
tarihçilerin bile bu kadar çelişkili tezler ileri sürdükleri bir ortamda
kurgusal anlatılara karşı çıkmak son derece trajikomik bir durumdur. Ancak bu
trajikomiklik öteden beri vardır.
Kendine özgü bir kişiliği olan gazeteci yazarlardan
Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu tefrika olarak yayınladığı “Kara Davut” romanının bir bölümünde
Fatih’le fedaisi Kara Davut’u karşılaştırır; tartışırlar tepesi atan Kara
Davut, Fatih’e bir Osmanlı aşk eder ve Fatih nakavt. Gene dönemin sazanları
bunu ciddiye alıp ortalığı ayağa kaldırır “Vay
efendim olur mu?” diye.
Ulunay |
Elif Naci |
Oyunu izledikten sonra basıyor fırçasını;
“O ne biçim Deli
İbrahim öyle?”
“Ayol o Deli İbrahim
değil ki!” diyor Elif Naci…
“Kim peki?”
“E Müşfik Kenteeeeer…”
Neticede kurgu öyküleri fazla ciddiye almaya gerek yok inanın…
Bir yazar çıkıp Kanuni'yi zaman yolculuğuyla günümüze getirirse o zaman görürsünüz gününüzü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder