Taksim
Gezi Parkı’nda ağaçlar sökülüyormuş vatandaşlar da buna tepki gösteriyormuş,
dediler. Parkta çadırlarını kurup nöbete başlamışlar ağaçları söktürmemek için.
Hatta sökülen bir ağacı yeniden dikmişler… Gayet çağdaş bir eylem görüntüsü
var; çadırlarının önünde kitap okuyanlar, şarkı söyleyenler, halay çekenler. “Ağaçları kesmeyin, buraya gereksiz AVM’ler
inşa etmeyin” diye haykırıyor herkes…
Eh
bize de bu güzelliği anlatan bir yazı yazmak düşerdi elbet. Geçtim bilgisayarın
başına sevimli, keyifli bir yazı döşendim. “İşte
hep özlediğimiz, barış dolu, sevgi dolu bir eylem” diyerek son noktayı
koydum. Yazı sorumluluğumu rahatlıkla tamamlamamın rehaveti içinde ayaklarımı
uzattım.
Sayfa
sekreteri arkadaş “İyi güzel yazmışsın da
gündem değişti; polis parkta bekleyenlere şafak operasyonu yaptı, su sıktı…”
Yani
yazımdaki gibi mutlu sonla bitmiyordu olay; yazıyı mecburen yırtıp attım.
Yazarlar için en berbat durum, bitti dediği, içine sinmiş yazısını yeni baştan
yazmasıdır, zül gelir.
Oturup
ikinci bir yazı yazdım…
Polisin
yanlış yaptığını, oraya gelen insanların hiçbir kuruluşa, örgüte ait olmadan
kendi istekleriyle gelen ve tek amaçlarının çevrelerini korumak olan kişiler
olduklarını vurguladım. Bu kişilere su sıkmanın yanlışlığını söyleyip güvenlik
güçlerine biraz sitem ettim. Sonra gene yazıyı bitirmenin mutluluğu içinde
sırtıma yaslandım.
Sekreter
karşıma dikilip “Baba gene olmadı, sen
tam bitirdiğin anda gündem değişti…”, diye sırıttı. Taksim Parkı’nda
bekleyenler dışarı taşmışlar bu arada olayları duyanlar tamamen içgüdüsel
olarak sokağa fırlamışlar bu yüzden sayıları biraz daha artmıştı. Polis de
suyla beraber biber gazı da sıkmaya başlamıştı. Hadi bir kere katlandık ama bu fazlaydı
artık; yazıyı gene çöpe atıp üçüncü yazıyı azap içinde yazdım. Polisin
orantısız güç gösterisini eleştirdim, biraz aklıselime davet ettim ve yazıyı
bağladım.
İki
dakika sonra artık nefret etmeye başladığım sayfa sekreteri tüm lanetliğiyle
karşıma dikilip sırıttı…
“Olay gene şekil değiştirdi ama bu defa seni
fazla yormayacağım merak etme, senin yerine yazını ben çöpe attım, sana da bir
tek yeniden yazmak kalıyor…”
Ama
yazmasan olmazdı tabii, çünkü durum gerçekten epey bir şekil değiştirmişti.
Sekreteri gırtlaklama işini öteleyip yazmaya başladım.
Bir
kere hareketlenme eş zamanlı olarak yurdun her yerinden başlamıştı, hatta
yurtdışından bile yürümeye başlayanlar vardı. İşin ilginci bunlar örgütlü
hareketler değildi, millet tepkisini kaptığı gibi fırlıyordu sokağa nereye
gireceğine içgüdüleri karar veriyordu. Herkes koşa koşa su, gaz ve cop yemeye
koşuyordu gönüllü olarak…15-16 Haziran’da da böyle olmuştu Uğur Mumcu’nun
ölümünde de. Ama bu defa daha geniş kapsamlıydı. Edip Cansever’in karanfili
elden ele çoğalıyordu; tek bir ağaçla başlayan olay ormana dönüştü… Ve
yetkililerden en ufak bir açıklama yoktu hâlâ, diye biraz da edebiyat yaparak yazıya
noktayı koydum…
Aşağılık
sayfa sekreteri “gene olmadı” diye
sırıttı… Ben noktayı koyarken meğer yetkililer açıklama yapmış…
Vali,
Belediye Başkanı, Emniyet müdürü üçlü açıklama yapmışlar…
Vali
“Ben pek bir şey görmedim”, Müdür “Tam olarak duyamıyorum” Başkan da “Mani oluyor halimi takrire hicabım” şeklinde açıklamalar yapmışlar.
Doktor
Mimar başkanımız yemini billâh ediyor “Yanlış
anlaşıldım, ben oraya yaya yolu yapacaktım sadece. Topçu kışlası yok, AVM
kesinlikle olmayacak” diyor tüm samimiyetiyle… Eh bir de mahkeme alelacele
yürütmeyi durdurma kararı alıyor, belli ki aklıselimle, işi büyütmemek için
alınan bir karar. Eh en iyi niyetli yaklaşımla bir yumuşama var yorumuyla
yazıyı bitiriyorum. Herhalde tamamdır derken, sekreter olacak namussuz ve
şerefsiz “Daha bitmedi ki başbakan da
açıklama yaptı” diyor. “Bir yazı
nasıl piç edilir?” konusunda bir tez hazırlanacaksa ona çok iyi bir örnek
olabilirim.
Başbakan’ın
konuşmasını dinliyorum, ne de olsa serde delikanlılık var, harbi adam lafı dolandırmıyor
düşündüğünü yekten söylüyor. “Yok öyle üç
köfte yirmi beşe, o Topçu Kışlası oraya yapılacak, altına AVM üstüne rezidans
ve otel açılacak işte o kadar!” diye raconu kesiyor sonra yürütmeyi
durduran mahkemeye de bir ayar çekiyor… Tabii mahkemeyle birlikte Mimar
Başkan’ın karizmasında da derin çizikler oluşuyor.
Durumun
daha da gerilmesini ilave edip, yazıyı sekretere yolluyorum… Ağzına hapşırdığımın
sekreteri yazımı uçak yapıp geri yolluyor… Tabii benim yazımın havası da
sürekli olarak değişiyor bir önceki olumlu bir havadayken şimdi onun yerini
endişe alıyor. Yurdun dört bir yanından meydanlara yürüyenlere uygulanan şiddet
artıyor, şimdi de vatandaşa plastik mermi atılmaya başlamış. Bu arada
pencereden tencere tava sesleri geliyor, teyzeler, amcalar, çocuklar sokağa
fırlayıp tencereleri tavaları birbirine vurarak kendilerince destek veriyorlar.
Meşhur fıkra aklıma geliyor, hani padişah halkın tepkisizliğini gördükçe
bindirdikçe bindiriyormuş ya; sonunda halk topluca fırlamış sokağa başlamış
göbek atmaya. Padişah da ilk kez o zaman endişelenmiş… Elbette halkın tepki
göstermesi güzel ama bu şekli de pek hayra alamet gelmedi doğrusu. Durup
bekleyelim bakalım, diye yazımı bitirdim…
Ama
o tazyikli sularla ters taklalar atası, biber gazlarına maruz kalası, plastik
kurşunlara gelesi sayfa sekreteri gene “olmadı” dedi…
Bir
yazara bu yapılmaz, bu kadar zulmü polis bile yapıyor yahu, onlar bile daha
insancıl…
“Gene ne değişti sefil sekreter?” dedim…
Muhalefet
lideri Taksim’e geliyormuş, başbakan da “Gel
ama bir şey olursa kabahat senindir” demiş, bunun üzerine de polis
Taksim’den çekilmeye başlamış, halk da Gezi Parkı’na doğru yürümüş…
Neyse
mutlu son sayılır, bu durumu da ekledim; artık tamamdın herhalde dedim…
Ama
sanki bir Kafka öyküsü içindeydim; bir yalaka basın mensubuyla olayları
görmezden gelen televizyoncunun çiftleşmesinden peydahlanan o sayfa sekreteri
karşıma geçip;
“Yok, polis aslında geri çekilmemiş,
Beşiktaş’a inmiş şimdi oradaki halka saldırıyormuş, üstelik bu defa gazın portakallısı
çıkmış; bu hem kusturuyor hem de süründürüyormuş” dedi.
“Benimle dalga mı geçiyorsun?” diye
haykırdım.
“Kesinlikle bir dalga geçen var ama vallahi
ben değilim” diye yalvardı…
Çaresiz
yazıyı yeniden ele aldım; son durumu da ilave ettim, 31 Mayıs tarihe geçecektir
sonunda. Ama bu kez temkinli davranıp
son noktayı koymadım, bu arada pencereden portakal gazı atıldı, hem kusuyorum
hem sürünüyorum. Ama polisimi de çok seviyorum bir kere çok çeşit sunuyorlar
insana; gazların yakında elmalısı, muzlusu, kivilisi, çikolatalısını da bekliyoruz
Polise
sempati duymamın bir nedeni de bomba kapsülünün sekreterin kafasına gelip iki
şak etmesi; yolları tuttuklarından ambulans da gelemiyor. Beni kıvrandırmasının
cezasını böyle kıvranarak çekiyor şimdi… Eee Allah’ın sopası yok ama polisin
gazı var… Artık bundan sonrasını haberler geldikçe kısa notlar olarak ilave
edeceğim, her seferinde yazıyı baştan alacak halim yok…
Sabaha
karşı pencereden baktım ortalık biraz durulur gibi olmuştu, direnişçiler
ellerinde çöp poşetleri kirlenen meydanı temizliyorlardı… Medya gene dut yemiş
bülbül, tek kelime etmiyor bir tek Halk TV sürekli yayın yapıyor, RTÜK’den bir kamış
gelebilir… Başbakan yürüyenleri iki üç çapulcu olarak niteledi, AKM’yi de
yıkacağız, camii de yapacağız dedi… Millet şimdi AKM’nin tepesine çıktı… Tencere
tava çalan teyzeler amcalar her yerde, başbakan “Tencere tava hep aynı hava” dedi, ağa babası da zamanında “Glu glu dansı” demişti, tarih
tekerrürüne hoş geldiniz… Ankara’nın tükürme meraklısı başkanı “İstersek onları bir kaşık suda boğarız”
dedi…7-8 yaşlarındaki bir grup çocuk tencere kapaklarını çalarak yürüyor bir
yandan da “Tayyip evine, ülke senin
neyine!” diye slogan atıyor, gelecek nesli böyle görünce umudum artıyor… Şimdi gene hava karardı, polis bu defa Ankara’yı
gazlamaya başladı, Beşiktaş da berbat durumda… Gene sabah oldu, Başbakan
Afrika’ya haka dansı yapmaya gidiyor, giderken gene önüne gelene fırça attı.
Bence etrafındakiler “Hadi usta sen git
biraz uzaklaş kafa dinle, biz burayı toparlayalım” diye yolluyorlar… Hay
dilim tutulaydı da söylemez olaydım RTÜK Halk Tv’yi uyarmış… Taksim tam yatıştı
derken biraz önce gene olaylar başladı… Aha şimdi de bir ölüm haberi geldi
Antakya’da bir genç öldürülmüş… DİSK ve KESK iş bırakma eylemi yapıyor… Şimdi
de başbakan vekili bir açıklama yapıyor doğal olarak atılan onca gazı almaya
çalışıyor… Taksim’de halk tarafından bir alış veriş ve kültür merkezi kurulmuş
durumda, yiyecekler, içecekler kitaplar; ama hepsi bedava; kendileri getiriyor
ve paylaşıyorlar… Usta, Afrika’dan alınan gazları gene veriyor; dediğim dedik
çaldığım düdük, diyor…
Her
saniye başı yeni bir gelişme oluyor, iş nereye varır bilemiyorum. Ben artık
tükendim, akıl sağlığım bu kadar sık değişikliği kaldırmaz. Aşağıda boşluk
bırakıyorum, olacak gelişleri bir zahmet siz doldurunuz artık…
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder