DÖRDÜNCÜ MAYMUN

21 Eylül 2007 Cuma

RESMİ KEÇİ

Bakanlığın ne bakanlığı olduğunu söylemeyeceğim çünkü olayın kahramanları halen hayatta, ayıp olur sonra. Zaten önemli de değil ne bakanlığı olduğu... Anlatacaklarımdan dolayı herhangi bir bakanın alınmasına da gerek yok, bakanlar burada en azından gene bu öyküde anlatılan keçi kadar masumdur... Daha fazla kafanızı karıştırmadan konuya girelim isterseniz...

Her şey bakanlığa bağlı bir birime hırsız girmesiyle başladı... Bir gece kaç kişi oldukları belirlenemeyen hırsızlar kapıyı kırıp girmişler, üç beş bilgisayarı, beş altı telefonu, hanım memurlardan birinin unuttuğu yarısı tamamlanmış örgüyü çalıp kayıplara karışmışlardır. Bakanlık bu haberle çalkalanmaktaydı ertesi sabah; giden bilgisayarlar zaten eski modeldi, iki de bir arızalanıyordu bu yüzden içinde bilgi saklanması hiç sağlıklı değildi; birimin deneyimli müdürü de babadan kalma yöntemden şaşmamış ve bilgisayara girilen her bilgiyi ayrıca kâğıda yazılıp kalın klasörler içinde çelik dolaplarda saklanması talimatını vermişti. İyi ki de vermişti, şimdi tüm bilgiler
güvencedeydi. Olan memur hanımın örgüsüne olmuştu; günlerce uğraşmıştı o örgüyle, el emeği vermiş, göz nuru dökmüştü. Bitmemiş bir örgünün neden çalındığına da kimse bir anlam veremedi. Bu olay, bakanlık için bir onur meselesi olmuştu, devletin daha önce soyulduğu çok sık görülmesine rağmen bunun alenen yapılması bakan beyin canını sıkmıştı. Haberi alır almaz ilk sözü ;
“Peki bekçi yok muymuş?” , oldu...
Bekçi yokmuş... İnanılır gibi değil ama bekçi yokmuş... Çünkü mevcut bekçi, iki gün önce emekli olmuş... Yerine hemen yeni bir bekçi atanması gerekiyormuş ama atanamamış... Bunun da nedenleri var tabii... Mesele biraz çetrefilli, kafanız karışacak biliyorum ama eğer sabrederseniz anlatmaya çalışayım...

Efendim bu birim kurulurken, iki kişilik bir bekçi kadrosu oluşturulmuş... Beş odacı, on memur, iki bölüm şefi, bir müdür kadrosu varmış ayrıca... Ancak sonradan görülmüş ki on memur yeterli değil, en azından dört memur daha gerekli. Tabii bunun için gerekli yerden istenilen kadroyu çıkartmak olanaksıza yakın zorlukta. Ancak deneyimli müdür pratik zekasıyla çözmüş bu sorunu da; bekçi kadrosundan alınan iki kişiye memurluk görevi, odacı kadrosundan bir kişiye de bekçilik görevi vermiş. Kalan üç odacı kadrosundaki iki kadroyu da de eksik kalan iki memur kadrosuna kaydırmış.
Koskoca birim tek bir odacıya kalmıştı uzun süre... Zaman içinde bir mucize gerçekleşmiş ve istenen dört memur kadrosu gelmişti, bu defa da odacı eksiği olduğundan gelen kadrolara dört odacı alınmıştı. Böylece birimde, odacı kadrosunda olup bekçilik yapanlar, bekçi kadrosunda olup memurluk yapanlar ve memurluk kadrosunda olup da odacılık yapanlar diye guruplar oluşmuştu; kim hangi kadroda herkes karıştırmaktaydı artık. Zaten bu durum da bu karışıklıktan kaynaklanmıştı... Herhalde anlamışsınızdır ne demek istediğimi, bundan daha da açık anlatılamaz artık...

Bakan hemen el koydu duruma; ilgili bakanlığa “bekçi kadrosu” için yazı yazılmasına karar verdi... Çağırdı muhasebeci kadrosundan işe alınan sekreterini,
“Yaz”, dedi... “Bakanlığımıza bağlı falanca birime çok acil bekçi gerekmektedir, gerekli kadroyu oluşturmak için gereğinin yapılmasını saygılarımla falan filan işte....”
Bakan hep böyle derdi sekreterine, hiçbir zaman tam cümleleri kurmazdı; ne istediğini söyler, “falan filan işte” diye bitirirdi, feraseti yüksek sekreter de ne demek istediğini anlar, resmi ağızla gerekli yazıyı hazırlar, bakan bey de imzalardı. Gene öyle yaptı, önce tükenmez kalemle bir taslak hazırladı. Bunu temizlikçi kadrosundan işe alınan asistanına verdi; asistanın da bu işleri öğrenmesi gerekiyordu tabii ki... Temizlikçi kadrosundan işe alınan asistan geçti bilgisayarın başına yazıyı hazırladı, ancak hızlı yazarak, işi bildiğini göstermek amacındaki temizlikçi kadrosundaki asistan; herkesin yapabileceği bir hata baktı; belki tükenmez kalemle yazılmış müsveddeyi yanlış okudu belki de acele yazarken tuşların azizliğine uğradı bilinmez; çıkan yazı “Bekçi alınacaktır” yerine “Keçi alınacaktır” , diye çıktı... Yazıyı çıkartıp masaya koydu... Peki diyeceksiniz, “Kimse kontrol etmedi mi ?”, diye... Etmedi, daha doğrusu edemedi, buna vakit olmadı. Hani derler ya “Kıç kısmetten çıkınca uçkur dokuz yerden koparmış”, burada da aynen öyle oldu, her şey peşpeşe geldi... Yazının yazılıp da masaya konulduğu an bakanlıkta bir fırtına başladı...
Önce başbakan istifa etti, dolayısıyla bakan bey de düşmüş oldu. Bütün bakanlık personelini de bir telaş aldı, kimsenin o yazıyla ilgilenecek hali yoktu artık...
Yeni hükümetin kurulması epey bir zaman aldı; yeni bakan koltuğuna oturunca çok doğal olarak etrafındakileri değiştirdi önce; eski bakanın muhasebeci kadrosundaki sekreteri başka bir bakanlığa temizlikçi olarak atanırken; başka bir yerde teknisyen kadrosundaki tanıdığını sekreter olarak aldı yanına, eski sekreterin temizlikçi kadrosundaki asistanı başka bir ile tayin edilirken, başka ildeki çaycı kadrosundaki bir kişi de yeni sekreterin asistanı oldu... Bir süre sonra bakanlıkta her şey rayına oturdu, herkes yeni görevine uyum sağladı...
Çaycı kadrosundaki asistan, masasının çekmecelerini karıştırırken keçi talebinde bulunan dilekçeyi buldu; bunu teknisyen kadrosundan gelen sekretere gösterdi.
Devlette devamlılık esastı, mademki kendilerinden önceki çalışanlar böyle bir istekte bulunmuşlar, bir bildikleri olmalıydı mutlaka. Hiç düşünmeden dilekçeyi bakanın önüne getirdi, bakan da fazla düşünmeden imzaladı... Dilekçe ilgili makama ulaşmıştı...
İlgili makam da işleme koldu bu dilekçeyi, madem devletin bir bakanlığından geliyordu, o bakanlık da “benim keçiye ihtiyacım var” diyordu, bunu sorgulamak kimseye düşmezdi. Yani bakanlığa “sen keçiyi ne yapacaksın?” diye sormak gereksizdi. Hemen bunun için gerekli prosedür başlatıldı; önce gazetelere ilan verildi...
“Bakanlığımızın falanca biriminde kullanılmak üzere ihale yoluyla bir adet keçi alınacaktır. Keçi sahiplerinin falanca gün falanca tarihte falanca yerde keçileriyle birlikte bulunup ihaleye katılmaları gerekmektedir, ihale kapalı zarf usulüyle olup....” falan filan diye devam ediyordu ilan.
Keçisini kapan koşmuştu verilen adrese, kapının önü mahşer günüydü sanki... Ortalık keçi sesinden ve kokusundan geçilmiyordu... Bakanlığın memur kadrosundaki kapıcısı yıllar sonra o günü şöyle anlatacaktı...
“Saymadım ama siz deyin beş yüz ben diyeyim bin... Keçiler binanın her bir yanındaydı, hangi kapıyı açsanız karşınıza bir keçi çıkıyordu. Keçiler bakanlığın bütün koltuklarını yediler o gün, zarar çok büyüktü... Af buyurun akşam olduğunda arkalarında keçi kakalarından oluşmuş bir dağ bırakmışlardı, temizlemek tam bir ay sürmüştü hâlâ da anlamış değilim, bir bakanlık neden keçi almak ihtiyacını duyar! “
O günün sonunda en uygun şartta sahip keçi seçildi; çok onur verici bir şeydir ki asla torpil olmadı bu seçimde. Kimse torpil talebinde dahi bulunmadı, herkes hakkına razı oldu. Belki de tarihteki ender anlardan biriydi; hilesiz, hurdasız, şeffaf bir ihale oldu...
Bakanlığın o birimindeki hırsızlık olayı çoktan unutulmuştu çünkü bütün memurlar da başka yerlere tayin olmuşlar, yerlerine başka kadrolardaki kişiler buradaki farklı kadrolara atanmıştı. Gene kimse kendi kadrosundaki işte değildi, bir tek son gelen keçi dışında...
Keçi kadrosunda göreve başlayan keçi, tüm bakanlıkların tüm birimlerinde alındığı kadroda alındığı görevi yapan tek canlıydı belki de...

Atay SÖZER