DÖRDÜNCÜ MAYMUN

31 Ocak 2012 Salı

TEKNİK TAKİBE NASIL TAKILDIM?

Bir internet sitesine telefon konuşmam düşmüş, bir arkadaşla bizim yapımcıyı çekiştiriyorum. Konuşan iki erkek, objeniz de işvereniniz olunca kantarın topuzu kaçıyor, iş biraz belaltına iniyor doğal olarak. Dinleyince fark ettim topuz gerçekten kaçmış.
Yapımcının ne kadar embesil olduğundan, çapkınlık yapmaya kalkarken nasıl madara olduğundan, yabancı uyruklu kadınların bunu otel odasında uyutup don gömlek bıraktıklarından bahsedip kahkahalarla gülmüşüz…
Konuşmam internette tıklanma rekoru kırdı, ama ben de bu sayede işimi kaybettim, yapımcım sözleşmemizi anında feshetti…
Ama işsiz kalmış olmamdan daha vahim bir durum vardı şimdi… İnternete düştüğüme göre demek ki teknik takipteydim. Şimdiye kadar “Acaba dinleniyor muyum?” diyenlerle “Paranoyaksın” diye dalga geçen ben, şimdi evde konuşurken bile fısıldamaya başlamıştım.
“İyi de ben niye dinleniyordum?”
Kuzenim “Ben öğrenirim nedenini” dedi…
Bunun bir asker arkadaşı varmış, şimdi şubelerden birinde üst düzeymiş; ondan bilgi alabilirmişiz…
Karikatür:Yalçın Çetin

Gittik üst düzeye; yolda görseniz üst düzey demezsiniz, güleryüzlü, nazik, badem bıyıklı biri. Karşısına oturttu çay ikram etti…
“Ben senin meseleyi araştırdım kardeş; sen teknik takibe yakalanmışsın” dedi…
“Onu anladık zaten… İyi de beni hangi gerekçeyle dinlediniz, hakkımda mahkeme kararı mı var?”
Önündeki kalın klasöre şöyle bir baktı…
“Hayır endişeye mahal yoktur, hakkında hiçbir inceleme falan yok. Ama bir kez Necati diye biriyle konuşmuşsun… Necati, teknik takipteymiş, sen de onunla konuştuğun için doğal olarak teknik takip listesine katılmışsın.”
“Necati benim amcam olur… İyi de benim amcam gayet mazbut biridir, mali müşavirlik yapar; o niye dinlemeye alınmış? Yoksa karmaşık ilişkileri mi varmış?”
“Hayır, dediğiniz gibi çok mazbut bir zat, ama o da banka müdürüyle telefon görüşmesi yapmış, müdür de dinleniyormuş, dolayısıyla o da teknik takibe alınmış…”
“O zaman banka müdürü şaibeli biri…”
“Yok, o da değil… Banka müdürü, bayramda teyzesini aramış bayramını kutlamak için…”
“Ve teyzesi teknik takipteymiş, öyle mi?”
“Tebrikler, siz bu işi çözmeye başladınız bakıyorum. Bizim şubede sizin gibi kavrayışı keskin kişilere ne kadar ihtiyacımız var anlatamam…”
“Peki teyzesi örgüt üyesi falan mıymış?”
“Yok canım, yaşlı kadın, daha neler artık… Ama o da gündelikçisi Fatmagül’ü aramış ve…”
“Fatmagül teknik takipteymiş !”
“Tebrikler… Ama Fatmagül’ün de bir suçu yok… O da Bakkal Osman’la konuşmuş…”
“Bakkal, kod adı mı?”
“Hayır canım adam normal mahalle bakkalı; Fatmagül’le aralarında bir şeyler varmış ama bizi ilgilendirmez tabii, biz hususi hayata saygı gösteririz…”
“Peki Bakkal Osman niye teknik takipteymiş o vakit?”
“O da Süheyla Hanım’la konuşmuş; Süheyla hanım bir paket makarna, bir margarin, bir kalıp beyazpeynir siparişi vermiş…”
Anladım Süheyla Hanım da teknik takipte olduğundan Bakkal Osman, ondan doyalı Fatmagül sonra teyzanım, banka müdürü, bizim amca bey ve sonunda da ben teknik takibe alındım öyle mi?”
“Aynen öyle…”
Bu işin ucunun nereye kadar gideceği meçhuldü ama gene de merak ettim…
“Peki Süheyla Hanım kiminle konuştuğu için teknik takibe alındı?”
“Yok o kimseyle konuştuğu için alınmadı, o zaten doğal olarak teknik takipteymiş, Süheyla Hanım’ın eşi emekli paşaymış…”
“İyi de o zaman benim kaydım nasıl internete düştü?”
Bana umutsuzca baktı,
“İşte orası bir muamma; onu biz de bir türlü çözemiyoruz… Biz bütün kayıtları inceliyoruz, işimize yarayanları ayırıyor gerisini bırakıyoruz. O bıraktıklarımız da bir şekilde internete düşüyor ama o şeklin nasıl bir şekil olduğunu inanın ki bilmiyoruz. Bilsem vallahi de söylerim billahi de söylerim…”
Paşanın canının peynirli makarna çekmesi yüzünden teknik takibe alınmıştım, yapacak bir şeyim kalmamıştı, işimden de olmuştum. Yapımcıma telefon açıp özür diledim, ama küfür edip yüzüme kapattı telefonu; benim ses kaydım yüzünden karısı buna boşanma davası açmış… Çok ağır laflar etti, onurum kırıldı. Ama yanıt vermedim, nasılsa teknik takipte olan benimle konuştuğu için o da şimdi teknik takipteydi; gününü görecek nasıl olsa; yakında internette duyarsınız konuşmalarını…

MEMLEKETİN FAY HALİ

Depremci (Tayfun Akgül)
Memleketimin fayları var, kırıla kırıla bitmiyor…
Bir fay olduğu belli, er geç kırılacağı belli, kırılınca neler olacağı da belli…
Oturduğun bina çürük; yapan muhterem zamanında demirinden, kumundan, çimentosundan çalmış, deniz kumu kullanmış; duvarların içinden midye kabukları görünüyor.
Satarken, bunları dekorasyon unsuru olarak sunmuştur belki de, muhtemeldir ki bunun için ek bir ücret de almıştır. “Duvarlarımız deniz kabuğu ile süslenmiştir”, diye…
Müteahhit itiraf ediyor, zamanında “böyle böyle” yaptık diye…
Kanıksanmış belli ki, aldıran yok…
Bir darbe geliyor; her yer yerle yeksan…
Televizyon programlarında “Deprem Starlar” türüyor,
“Türkiye depremcisini arıyor”
Hangi fay nereden geçer, kaç santimdir, ne zaman çatlar, ne vakit kırılır…
Hazır deprem çantalarımız var; çantaların içinde el feneri, battaniye, şişi suyu, püstevit ve düdüğümüz mevcuttur; uygun fiyata.
Deprem sonrası çadırlarımız mevcuttur, hediyesi şu kadar…
Depremci hocalardan ehven fiyata, depreme dayanıklı konutlar…
Böyle olmaz her yeri yıkıp yeniden yapalım, diyorlar…
Yıkılsın ki, bina dikecek yer kalmadı diyen müteahhitlere talan için alan çıksın…
Yeni ihaleler açılsın, açılan ihalelere katılanlar da onlara aracılık edenler de kazansın.
İnşaat malzemeleri satanlar kazansın…
İnşaatlarda çalışacak işçiler kasansın, evlerine ekmek götürsünler…
Bu noktada insanlar ikiye ayrılıyor;
1-Depremle yaşamayı öğrenenler
2-Depremsiz yaşayamayanlar
Depremle yaşamayı öğrenelim derken gene gittik gözünü çıkardık, depreme alıştık; fena halde kanıksadık.
Memleketin vay haline…
Depremi biz yarattık diyor itirafçı…
Faili meçhulleri biz eyledik…
Onu, bunu, şunu biz öldürdük; oraya, buraya, şuraya gömdük…
Yok canım, yapmamışsınızdır…”
“Valla da yaptık”
“Yapmadın işte benden iyi mi bileceksin; ölenler ecelleriyle ölmüştür, soruşturmaya mahal yoktur”
Ölülerin kemikleri fay hattı boyunca devam ediyor bakın…”
Fay hattına bakan olmayınca o kemikler de görülemiyor doğal olarak…
Fay çok önceden kırılmış meğer deprem olduğunun şimdi ayrımında oluyoruz…
Sınırda 35 kişinin bombalanarak ölmesi gene çok öncelerden kırılıp da fark etmediğimiz bir fay sonucudur…
Dersim depreminin özrü onca yıl sonra yapılır devlet devamlılığı adına…
Oysa o fay çok daha önce kırılmıştır; ecdadımız diye toz kondurmadığımız sultanlarımızdan Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerinin 40 bin Alevi’yi katlettiği gün olmuştur o deprem. Madem biz onların torunlarıyız, bir küçük özür de onlar adına ediversek.
Gerçekten de yerin altı üstüne, üstü altına gidiyor fay kırılmalarında…
İktidar, kendi muhalefet sanıp devlete çatarken muhalefet, muhalefet olduğunun bile farkında olmadan iktidarın yaptıklarından dolayı savunmaya geçiyor…
“Maaşlarınıza yaptığınız zamlardan dolayı özür dileriz…”
“Altı aylıkken altıma etmiştim, pardon…”
Faylardan biri de “Yetmez ama evet” denilen halkoyunda kırıldı…
Hukukun kimyası bozuldu…
Pankart açan çocuk, örgüt üyesi; Hrant’ı vuran, kulağı çekilesi kerata !
Bu absürt durum kesinlikle fay kırılmasının yarattığı bir artçı şok, bir yan etkidir…
Her yanımız Kafka romanı, ama okuma alışkanlığımız olmadığı için bunun ayrımında değiliz…
Bir sabah kalkan ordu kumandanı kendini terör örgütü lideri olmakla suçlanırken bulur, başka bir kişi de git gide bir hamamböceğine dönüştüğünü görebilir…
Deprem değil, binalar öldürür, derler… Asıl fayın büyüğü Cumhuriyetin altından geçiyor galiba, depremlerde üzerine sağlam basmak gerek. Çünkü müteahhitler aportta bekliyor “yıksak da yenisini yapsak” diye…
Depremle yaşamayı öğrenelim derken gene gittik gözünü çıkardık, depreme alıştık; fena halde kanıksadık.