DÖRDÜNCÜ MAYMUN

23 Aralık 2020 Çarşamba

2.BASKILAR


 Kitap Kaçkınları 1 Güzel Atlar Ülkesi ve Kitap Kaçkınları 2 Söylence Dedektifleri ve Dünyayı Kurtaran Arı kitaplarının 2.baskıları Yağmur Yayın Grubu tarafından yayınlandı.

Kitap Kaçkınları bu kez  Hale GÖKALPSEZER'in yeni kapak tasarımıyla yayınlandı.

26 Eylül 2020 Cumartesi

YOL TV SÖYLEŞİSİ

 


YOL TV'DE  Rojda Aslan'la Homur'un 21.yılı ve mizah üzerine söyleşi.

30 Ağustos 2020 Pazar

MUZAFFER İZGÜ KUŞADASI'NDA ANILDI

 


Aramızdan ayrılışının 3. yılında mizah, çocuk ve gençlik edebiyatımızın usta kalemi Muzaffer İzgü Kuşadası'nda 26 Ağustos-29 Ağustos arasında 4 gün boyunca çeşitli etkinliklerle anıldı. 

26 Ağustos Çarşamba günü saat:19.30'da, Seyakmer'in hemen önünde bulunan KEGEV Muzaffer İzgü Çocuk Parkı açıldı. Gene 26 Ağustos akşamı Muzaffer İzgü'nün "Günlük Yaşam Eşyaları Sergisi" Seyakmer'in bahçesinde 4 gün boyunca sergilendi. 

27-28-29 Ağustos akşamlarında Muzaffer İzgü anısına 3 ayrı söyleşi ve 3 ayrı film gösterisi düzenlendi. 

Her akşam 19.30'da başlayacak olan söyleşilere; Atay Sözer, Ahmet Şahin İzgü, Mesut Kara ve Cihan Demirci katıldı. 

3 gece boyunca Saat 21'de gösterilecek 3 film ise; Zıkkımın Kökü, Öğretmen ve Üç Halka Yirmibeş... 



Mesut Kara ve Atay Sözer Muzaffer İzgü filmleri üzerine konuştu.

24 Ağustos 2020 Pazartesi

MUZAFFER İZGÜ'YÜ ANARKEN

 

ARAMIZDAN AYRILIŞININ 3.YILINDA MUZAFFER İZGÜ







25 Haziran 2020 Perşembe

Atay Sözer Yeni Kitaplar

Atay Sözer'in çocuk kitapları Smirna Yayınları tarafından yayınlanıyor.
Fantastik konulu çocuk mizahı Kitap Kaçkınlarının ilk iki kitabı  GÜZEL ATLAR ÜLKESİ ve SÖYLENCE DEDEKTİFLERİ

TANITIM BÜLTENİNDE ŞÖYLE SÖYLENİYOR:
Kitap Kaçkınları-1 Güzel Atlar Ülkesi

Kitap Kaçkınları-2 Söylence Dedektifleri

ÇOCUK ROMANI , MİZAH ROMANI, GENÇLİK ROMANI, GENÇLER İÇİN MİZAH ROMANI…

Tek başına bu tanımların hiçbirinin kalıbına sığmayan çünkü kendisi kabına, kalıplara sığmayan bir kitapla tanışmak üzeresiniz.

Kapak çizimi Nazlı Taştan'a ait.



Çocuklara yönelik hikayelerin yer aldığı DÜNYAYI KURTARAN ARI'nın çizimleri Serap Deliorman tarafından yapıldı.





BEN SİZİN BİLDİĞİNİZ TESTLERDEN  DEĞİLİM kitabı bir bölümü MOBİDİK dergisinde yayınlanan mizahi karakter testlerinden oluşuyor; çizimler Dağıstan Çetinkaya'ya ait.




17 Nisan 2020 Cuma

Ege Telgraf Karantinada Mizah

Karantina da mizah patlama yaptı ama sokak tarafı eksik’ – Ege Telgraf
Geçtiğimiz hafta ulaşabildiğimiz şair ve yazarların ardından bu hafta da mizah dünyasına sorularımızı ulaştırdık. Şimdilik Atay Sözer ve Mustafa Yıldız’ın elimize ulaşan cevaplarına yer veriyoruz.
ATAY SÖZER (Senarist/ Mizah yazarı/ Karikatürcü)
Virüs salgını nedeniyle evlerinize kapandınız. Bu süreç üretiminizi nasıl etkiledi? Neler düşündünüz
Mizah, her zaman genel gidişatla ters orantılıdır, işler iyi gidiyorsa mizah üretimi düşer daha yumuşak, suya sabuna dokunmayan eğlenceli konularda ürünler çıkar ancak işler kötü gidiyorsa mizah o oranda yükselir, keskinleşir, sertleşir, gerçek işlevini yapmaya başlar. Küresel anlamdaki virüs krizi tüm dünyada mizah alanında bir patlama yarattı. Kendi adıma normalde zamanda yaptıklarımın birkaç katı iş ürettim.
Gazete alma alışkanlığının epey azaldığı, ama salgın döneminde bunun yüzde 25 daha da düştüğünü gördük. Bugünlerde internet ve sosyal medya alanları daha da aktif oldu. Siz, çizgilerinizi topluma nasıl ulaştırıyorsunuz ve ilgi nasıl?
Zaten uzun zamandan beri sosyal medya ve internet ağırlıklı çalışıyordum. Gerek yazılarım gerek çizgilerimi gene bu yollarla paylaştım. Tabii herkes evinde bilgisayar başında olduğundan daha çok insana ulaştı, beğenenler, yorum yapanlar, paylaşanlar hatırı sayılır oranda arttı.
-Korona virüs salgını ülkemize girdiğinde virüsle ilgili caz şarkıları dahil çok farklı şekillerde espriler üretildiğini gördük. Ardından yaşlılarla ilgili espriler sıkça görüldü? Siz bu süreçte toplumun gülme ihtiyacıyla ilgili neler tespit ettiniz?
İnsanların panik anında tüketim çılgınlığına kapılıp marketleri yağmalaması, tam tersi kimilerinin işin ciddiyetinin farkına varmayıp “bize bir şey olmaz” diyerek inanılmaz bir rahatlıkla devam etmeleri, idarecilerin örtbas edeceğim derken çuvallamaları, krizi fırsata çevirmek isteyenler ya da fırsatları krize döndürenler mizahçılara bol bol malzeme sağlamıştır. 65 yaş üstüne yasak geldiğinde çok endişelendim, bunun toplumda bir ayrımcılık getireceğini düşündüm, ırk, din, cinsiyet gibi bir de yaş ayrımcılığının faşizan boyutlara dönüşeceğini biliyordum ne yazık ki haklı çıktım. Birtakım zekâ yoksunları yaşlılara virüs kaynağı muamelesi yapıp türlü tacizlere başladılar. 20 yaş altına da getirilen yasak bunu bir ölçüde hafifletmiştir umarım. Bana göre yasağın herkesi kapsaması gerekiyordu. Aslında burada da gerçekten mizahi bir durum var, şimdiye kadar özgürlüğü, demokrasiyi savunan kesimler sokağa çıkma yasağı isterken; baskıcı, totaliter, yasakçı zihniyet yasağa karşı çıkıyor. Düne kadar evrime karşı olan dünyanın her yerinden din adamları şimdi virüsün mutasyon geçirmesi konusunda aynı fikirdeler. Mabetler kapanıyor, dini ritüellerin yapılması yasaklanıyor. Virüs toplumsal bir değişmeye yol açacak, deniyor ya; değişim çoktan başladı galiba.
Kriz zamanlarını atlatacağız. Yaşanan ölümler, işsizlik ve travmalar geride kalmayacak hemen. Bu sürecin ardından başta siz mizah alanında üretim yapanlar olarak, mizahın yaraları saran bir yanı olacağını düşünüyor musunuz?
Eğer komplo teorisyenlerinin dediği gibi bu salgın egemen güçler tarafından tezgâhlanan bir toplum mühendisliği ise sonuç pek iç açıcı olmaz, ama bir ihtimal ters tepip ellerinde de patlayabilir veya kendiliğinden gelişmiş bir olgudur. Her şartta da toplumsal bir değişim olacağı kesin, epey yıkıcı etkisi olacaktır. Mizah burada yaraya çare olmasa da biraz olsun moral, biraz dayanma gücü sağlar acıya karşı direnci arttırır.

MUSTAFA YILDIZ (KARİKATÜRİST)
“Sokaksız mizah eksik kalıyor”
Virüs salgını nedeniyle evlerinize kapandınız. Bu süreç üretiminizi nasıl etkiledi? Neler düşündünüz?
Şu süreçte evlerde olmamız aslında üretimimizi artırıyor. Sonuçta karikatür kağıt, kalem ve bilgisayar ortamında oluşuyor. Bunlarda evde, ofiste, gazetede olabiliyor. Ama zaten evde çalıştığımız için bir yerine iki, üç karikatür daha fazla çizer olduk. Tabii mizah birçok alandan besleniyor. Sokak da benim için önemli. Gözlem yapmadan çizemezsiniz. Yani sokağa çıkmamaya özen gösterdiğimiz bu günlerde bu yanımız eksik kalıyor.
Gazete alma alışkanlığının epey azaldığı, ama salgın döneminde bunun yüzde 25 daha da düştüğünü gördük. Bugünlerde internet ve sosyal medya alanları daha da aktif oldu. Siz, çizgilerinizi topluma nasıl ulaştırıyorsunuz ve ilgi nasıl?
Gazete satışlarının her geçen gün düştüğü uzun süredir ortada. Buna korana virüs eklenince hepten kötü bir duruma geldi. Ben gazete ve dergilere çizsem de burada yayınlanan karikatürlerim sosyal medyadan daha çok insana ulaşıyor. Bazı karikatürlerim müthiş sayılarda paylaşılıyor. Çokça insana ulaşmasında aracı oluyor. Her ne kadar mizah dergileri azalsa da, gazete çizerleri yok denecek kadar az olsa da karikatüre ilgi hala çok yüksek. Bunu paylaşımlarda görüyoruz.
Korona virüs salgını ülkemize girdiğinde virüsle ilgili caz şarkıları dahil çok farklı şekillerde espriler üretildiğini gördük. Ardından yaşlılarla ilgili espriler sıkça görüldü? Siz bu süreçte toplumun gülme ihtiyacıyla ilgili neler tespit ettiniz?
Tabii gündem korona virüs olunca hatta tüm dünyada yaşamı etkilerken mizahçılarda boş duramazdı. Daha ilk günlerden bu yana binlerce karikatür çizildi. Çizilmeye devam edecek gibi. İran’da bu konuda 2 farklı kurum uluslararası karikatür yarışması düzenlendi.Çocuklarla yürüttüğüm, eğitime ara verdiğimiz karikatür atölyelerinde bile korona virüs konusunu çizdik.
Mizah insanlarda, toplumda birazda rahatlama aracıdır. İnsan gülmek ister. Bu sıkıntılı günlerde adeta bir mizah patlaması yaşanıyor. Çok tehlikeli bir virüs karşısında bile insan komik şeyler üretebiliyor.
Kriz zamanlarını atlatacağız. Yaşanan ölümler, işsizlik ve travmalar geride kalmayacak hemen. Bu sürecin ardından başta siz mizah alanında üretim yapanlar olarak, mizahın yaraları saran bir yanı olacağını düşünüyor musunuz?
Az öncede belirttiğim gibi insanlar bu süreci en az hasarla atlatabilirse ne mutlu. Bu virüse yakalanmak, tedavi olmak veya ölmek değil. İşin psikolojik, ekonomik boyutları da var. Örneğin çocuklar eğitime ara verdi. 65 yaş üstü farklı hastalıklarla boğuşan insanlarımız yürüyüşe bile çıkamıyor. İşte mizah burada rahatlama aracı olarak devreye girebilir.


KARANTİNA GÜNLÜĞÜ




1.GÜN
Tarihe tanıklık ettiğimiz günlerdeyiz, sanki bir despotik korku filminin içindeyiz. Dışarıda ne olduğu belli olmayan, görünmeyen bir yaratık dolaşıyor. Zorunlu olarak çıkanlar dikkatli, yaratığın etkisinde kaldıkları anda onlar da o yaratığa dönüşüp başkalarına bulaştırıyorlar. Bir yandan patlamış mısır yerken pencereden izliyorum, bir yandan da “Bunlar hep film icabı” diye kendime telkin veriyorum. Akşam bakan konuştu, çok şeker adam; bağırmıyor, azarlamıyor, hönkürmüyor, hakaret etmiyor, sesini yükseltip sinir zıplatmıyor.

2.GÜN
Televizyonda bütün konular virüsle ilgili; kanallarda uzman diye bir sürü kişi konuşuyor. Terör uzmanı var, anket uzmanı var, beslenme uzmanı var, ilahiyat uzmanı var, futbol uzmanı var konuyla alakası olmasa bile neticede uzman işte. İlginç fikirler uçuşuyor sürekli.
Terör uzmanı virüsün stratejik bir oyun neticesinde yayıldığını söylerken, anketçi virüsten dost olsa bile başka türlü dost olacağını söylüyor. İlahiyatçı olan taharet esnasında dübürü fazla tahriş etmenin hastalığı yaydığı görüşünde; biri çare olarak kelle paça öneriyor, öteki işin fazla abartıldığı düşüncesinde zaten bizim genlerimiz bu hastalığa karşı dayanıklıymış. Bir yetkili maske takmanın yarardan çok zarar getirdiğini söyleyip kesinlikle takılmamasını istiyor.

3.GÜN
65 yaş üstüne yasak geldi; bütün gün koltuğunda oturup pinekleyen, “Biraz çık da hava al” diye yalvardığımız kayınpederin haberi duyar duymaz dışarı çıkası geldi. Zor zapt ediyoruz.
Maske takmak doğru değil diyen yetkili bugün sadece doktorlar ve hastalar taksın dedi. Bu karambolde teweet paylaştı diye birileri tutuklanıyor. Herkes virüse odaklandığından kimse ciddiye almıyor. Bakan her gün konuşuyor, aslında çok şeker sayılmaz, normal senin benim gibi biri işte.


4.GÜN
Kayınpederi daha fazla tutamadık dışarı çıktı. Çocuklar odalarında bilgisayarın başında;
“Yahu çıkın da dedenizi getirin” diyorum takmıyorlar bile. Pandemi dünyanın her yerini kırıp geçiriyor; durum gerçekten ciddi galiba. Kesinlikle evde kalmam gerek. Kayınpeder döndü, çok öfkeliydi; insanlar ona vampir muamelesi yapmışlar, kimisi kaçmış, kimisi üzerine kutsal su serper gibi kolonya serpmiş, bir yerde de biz polisiz ceza yazacağız diye kafa bulmuşlar üstelik kaydedip yutuba yüklemişler. Aslında herkese çıkma yasağı gelmeli galiba.

5.GÜN
Ölü sayıları artıyor, maske konusunda konuşan yetkili bu defa herkesin maske takması gerektiğini söyledi. Tıptaki gelişme günden güne fark ediliyor. Bugün 20 yaş altına da sokağa çıkma yasağı geldi tam bu anda bilgisayardan sıkılan çocukların sokağa çıkası geldi, zor zapt ediyoruz, sanıyorum yasaklara karşı geliyor olmanın verdiği bir zevk var.  Akşam bakan konuştu gene, ya sanki bir tuhaflık var gibi bu arkadaşta.

6.GÜN
Hemşirelerin hepsinin 20 yaş altı olduğu anlaşıldı onlar yasak dışı kaldı. Maske takmak zorunlu oldu, yönetim ucuza maske satacağını duyurdu, belediye bedava dağıtıyor. Herkese yasak hâlâ yok; tuhaf bir şey ben yasakları savunur hale geldim; acaba bu bir hastalığın belirtisi mi, bana da mı bulaştı virüs? Muhalefet sağlıkçılara uygulanan şiddete ceza getirilmesini önerdi iktidar reddetti.

7.GÜN
Kuryelerin 20 yaş altı olduğu ortaya çıktı, onlar da yasak dışı kaldı. Belediyelerin bedava maske dağıtımı yasaklandı, bedava dağıtılacaksa biz dağıtırız, dendi. Ama nasıl dağıtılacağı konusunda bir komisyon kurudu onların kararına göre uygulama yapılacakmış. Bu arada maskeler fahiş fiyatla satılıyor. Yetkililer hâlâ herkese yasak getirmedi, halbuki yasakçılık fıtratlarında vardı, niye getirmiyorlar, yoksa bu da mı hastalık belirtisi, acaba virüs onlara da mı bulaştı? Bakan konuşuyor, artık iyice tatsız tutsuz bir hal almaya başladı.


8.GÜN
Maske satışları yasaklandı; muhalefetten birinin maske imal edip dağıttığı tespit edildi; yapılan baskında bir terzi iki çırak ve 100 maske ele geçti hepsi gözaltında. Maske satışları için artık PTT’ye başvurulup istekte bulunulacak, bedava yollanacak. Muhalefetten biri PTT’nin dağıtmasının zor olacağını, bedava dağıtımın eczaneden yapılmasını önerdi. Bu arada çırakların da 20 yaş altı olduğu anlaşıldı, hizmetler aksamasın diye onlar da yasak dışı kaldı. Yönetim işten çıkartmaları yasakladı, alkışlıyorum. İktidar muhalefetin reddettiği sağlıkçılara şiddete ceza gelmesi önerisini kendi getirdi; bir şey yapılacaksa ben yaparım diyor.

9.GÜN
Aşırı yüklenmeden dolayı PTT sitesi çöktü, maske istekleri, E-Devlete yapılacak. Yandaş yazarlar bu durumu övdü, eczanelerden dağıtılmasını öneren kişiyle dalga geçtiler.  İşten çıkarma yasaklandı ama ücretsiz izin verilebilecek, alkıştan vazgeçtim. Nedense dışarı çıkasım yok, galiba herkese yasak gelmesini bekliyorum gelirse beni zor zapt edebilirler.

10.GÜN
E-Devlet sitesi de göçtü, maske dağıtımının İETT’yle yapılması konuşuluyor. Dışarı maskesiz çıkmak yasak ama maske satın almak da yasak, bedava alacaksın ama nasıl alınacağı belli değil. Aslında tam KPSS’de sorulacak dört dörtlük bir problem. Pandemiyle ilgili önlemler hızla alınıyor bu kapsamda sosyal medyaya sansür gündemde bir gönderiyi layk , ritivit  gibi işlemler yapmak için sorumlu yazı işleri müdürü gibi bir şey bulundurulması zorunluluğu geliyormuş sanırım. Bir gönderiyi beğenmek için yetkili mercilerden izin almanız gerekecek. Bunun virüsle bir ilgisi vardır mutlaka ama ben çözemedim.

11.GÜN
Maskelerin eczanelerden bedava dağıtılması uygun bulundu. Bütün yandaş yazarlar bunun harika bir fikir olduğunu söyleyip alkışladılar. Eczanelerden nasıl dağıtılacağının araştırılması için bir komisyon kurulmuş onların önerileri doğrultusunda maske dağıtımı yapılabilecekmiş.


12.GÜN
Evde kapalı kalmaktan sıkılıp şikâyete başladığımda hemen aklıma hukuksuz şekilde hapiste tutulan yazarları gazetecileri getiriyorum ve böyle düşündüğüm için kendimden utanıyorum. Salgın her yerde salgınlığını yapmayı sürdürüyor. Bakan gene açıklama yaptı, maske konusunda en gerçekçi çözümü getirdi; “Ya kardeşim evinizde pamuklu bezden, eski donlarınızdan falan kendi maskenizi kendiniz yapın işte, bizi ne uğraştırıyorsunuz her şey de devletten beklenmez ki!”. Şeker olduğu tartışılsa bile açık sözlü olduğu kesin.
13.GÜN

Hafta sonu için 48 saatlik sokağa çıkma yasağı geldi. Ama bunu 1,5 saat önce açıklayınca genlerinde aç kalacağım kodları taşıyan necip milletimiz marketleri, fırınları talan etti. Gerekli gereksiz buldukları her şeyi kaptılar. Fiziksel mesafeyi geçtim her yerdeki kuyruklarda grup seksi mesafesi hakimdi. Bir ayda zar sor yola koyulan süreç bir saat içinde yerle yeksan oldu.
Yasak gelince benim de içimde dışarı çıkma isteği doğuyor, kendimi engellemeye çalışıyorum. İçime sıkıntı basıyor; oğlan zorunlu yasaklı olduğu için rahat tabii “Baba takma kafana pozitif” ol diyor. Ulan ne demek “pozitif ol” böyle dönemde söylenecek laf mı?


14.GÜN
Sokağa çıkma yasağındaki kaosun faturası içişleri bakanına patladı. İstifa dilekçisinde “sorumluluk tamamen şahsıma aittir” dedi. “Şahsıma” lafına takıldım biraz acaba bir cinas durumu olabilir mi, yoksa evde otura otura paranoyaya mı bağladım, bilemiyorum. Neticede tam bu cümleyi bitirip noktayı koyduğumda şahsı istifayı kabul etmediğini açıkladı. Bu defa da birilerinin bizimle dalga geçtiği paranoyasına kapıldım. Akşam kanalda bu konu konuşuluyor, konuşmacılar evlerinden bağlanıyor artık. Evde olmanın getirdiği rahatlık açıkça belli oluyor, çizgili pijamalarıyla oturanlar, dalgaya düşüp sigara yakanlar, belli bölgelerini kaşıyanlara sık sık rastlanıyor. Veyis, Gürkan, Adil, Mete, Nedim hepsi bir ev hali rehaveti içinde biri fazla kapılıyor rehavete ve “zart” diye bir ses yansıyor. Kokulu televizyonların henüz icat edilmemiş olmasına şükrediyoruz. Ülkenin gündemi bir anda değişiyor, “Ne olacak bu korana?” ikinci plana itilip “Kim osurdu?” meselesine dönüyor.
Evde tartışıyoruz; şüpheler Adil ve Veyis üzerinde yoğunlaşıyor. Nedim yırtıyor, çünkü insanlar onunkinin sesini iyi tanıyor, bu pek benzemiyordu. Eskiden çocukların yaptığı “Kim osurdu, bit osurdu” şakası aklıma geliyor. Yetkililerden bu konuda acilen bir açıklama bekliyoruz.

15.GÜN
Veyis dün akşamki yellenmeyle ilgili açıklama yapmış; sözde konuk koltuğunu gıcırdatmış. Aklıma meşhur fıkra geliyor; adam yelleniyor sonra fark edilmesin diye koltuğunu gıcırdatıyor. Şair Eşref de “Kafiyeyi tutturdun ama kokuyu ne yapacaksın?” diye yapıyor kapağını.
Evde ekmek bitmiş; bizim Laz bakkalı aradım, “Bantemi var çirak çittu paraçente kaldum ha puraya yetişemeyrum çimseye” diye dert yandı. Anlaşıldı 50 metre ötedeki bakkala gitmek başa düşmüştü. Önce sıkıca giyindim, havalar ısınmasına rağmen kaşkolü doladım. Devletin yollayacağım dediği maskeler henüz gelmediğinden, internette anlatılan tariflere göre peçeteden bir maske yapıp taktım, üzerime bolca kolonya sıktım evdekilerle fiziksel mesafeyi koruyarak vedalaştım, kapının önüne çıktım, bir süphaneke okudum; ilginçtir bu virüs seküler kesimi dine yöneltirken din tüccarlarını iyice kafir yapıyor; çıkarken hanım arkamdan su döktü.
Bakkalın önünde ciddi bir kuyruk vardı, gene fiziksel mesafeyi koruyarak sıraya girdim, epey bir bekledikten sonra sıra bana geldi. Bakkal kafasına bir kesekağıdı geçirmiş, sadece iki göz deliği açmıştı. Virüsten korunan birinden çok Müge Anlı’nın programında kimliğini gizleyen konuğu andırıyordu; ekmeğimi alıp çıktım, eve geldiğimde hemen ayakkabılar ve üzerimdekiler ayrı ayrı poşetlere konup balkona götürüldü ben de hemen o günkü üçüncü banyomu aldım. Hanım da ekmeği ıslak bezle bir güzel sildi.


16.GÜN
Hafta sonu gene yasak varmış, bu defa tedbirli davranıp hafta başı açıkladılar. Patron virüsün tek olmadığını her türlü medyada da virüslerin olduğunu söyledi. Anlaşıldı, yakında birileri daha gümbürtüye gidecek, bakalım piyango kime çıkacak?

17.GÜN
Gizli af yasası mecliste; gazetecileri kapsam dışı bırakmak türlü dümenler yapıyorlar. Tacizciler, tecavüzcüler, katiller, mafya babaları dışarıda. MİT’karşı işlenen suçlar af dışı. Adrese teslim ihale veya elaman alımı gibi; şişman, kel kafalı, badem bıyıklı, Haymana doğumlu, 5 çocuklu eleman aranıyor falan filan diye istediklerini tarif ederler ya. Bence işi daha da garantiye alsınlar isimleri Barış, Murat, Hülya olanlar affedilmez desinler. Birinden yırtarlarsa ötekinden giderler. Korona karambolünde her şeyi yapıyorlar. Tabii burada yürekleri yaralayan başka bir şey sadece 51 ret oyu var; muhalefet meclisten umudu kesmiş halde, gitmeye tenezzül etmemişler. Hiç olmazsa tam kadro bulun oyunu ver “Yenildik ama ezilmedik” bile diyemiyoruz. 51 ne yahu utanmıyor musunuz? Yazıklar olsun.

18.GÜN
Sokakta yürürken kimseye 1,5 metreden fazla yaklaşamıyorsun, cezası var. Eşler, sevgililer, çocuklar için durum ne olacak? Yöneticilerin arayıp da bulamadıkları bir durum, iki kişinin bir araya gelmesi yasak.
Komplo teorilerinin sınırı yok laboratuvarda üretildiği iddiası çok yaygın, Amerika, İlluminati, dünyayı yöneten aileler, uzaylılar derken en son Bill Gates de eklendi sözde insanlara çip takmak için o tezgahlamış. Hayal gücünün sınırı yok, doğru mu değil mi önemi yok benim için, hepsinden de muhteşem film senaryoları çıkar.

19.GÜN
Bu karambolde Salda Gölü’nde bir doğa katliamı yaşanıyor, insanın basmaya kıyamadığı o asırlık kumlara bir müteahhittin kepçeleri dalmış ortalığı talan ediyor. Kimin emir verdiği belli olmadığı gibi kimsenin haberi de yokmuş sözde.
Ne gölü dediniz? Selda mı?... Ha Saldaaa… Yok valla ilk sizden duydum şimdi; Van Gölü, Tuz Gölü duydum da bunu hiç duymadım, neredeymiş? Yerse, ilgililer ya çok ilgisiz veya bilgisiz ayağına yatıyorlar. Asırlık Dipsiz Göl’ün suyunu define aramak dümeniyle boşaltıp işe yaramaz hale getirilmesi gibi burası da kim vurduya gitti. Bunun zekâ eksikliğiyle, cahillikle falan alakası yok, buna yapanın içinde kötülük olduğu kesin, zarar vermek, yok etmek için yapıyor. Ruh doktorlarının uzmanlık alanına giren bir durum.

20.GÜN
Atatürk Havaalanı’nda hazır sahra hastanesi olacak yerler varken, sıfırdan hastane yapmaya sıvandılar inşaat yandaş firmaya ihale. Pistler kaldırıldı, salgın bitince havaalanı havaalanı olmaktan çıkacak sonradan daha kolay imara açılacak. Tabii ki bu vesileyle gene yandaş şirkete iş çıkıyor. İşin acısı oraya sahra hastanesi yapılma fikri muhaliflerden geldi, akıllara karpuz kabuğu düşürdüler. Havaalanının katledilmesine dolaylı da olsa katkıda bulundular ve geçmeyecek bir vicdan azabı kazandılar.
Patron çıldırdı durumu var, tivit beğendi diye insanlar tutuklanıyor resmen; muhalif kanalla saçma sapan bahanelerle yayın durdurma cezaları geliyor. Yakında bir lisans iptali olursa şaşırmam. Korona karambolünde ne yapsak kârdır, deniyor.


21.GÜN
Muhalif belediye başkanları haklarında soruşturmalar açılmaya başlandı; hafiften kayyım sesleri duyuluyor sanki. Gene krizleri fırsata çevirenlerle fırsatları krize çevirenlerin iş birliği.
Bu hafta sonu gene bütün aile evde ilginçtir televizyonda ne seyredeceğiz kavgası yok çünkü televizyonlarda hiçbir halt yok; bütün kanallar aynı. Diziler bile artık evlerde çekiliyor; oyuncular cep telefonlarından çektikleri görüntüleri yolluyorlar kurgucu da onları birleştiriyor, senariste ve yönetmene gerek yok yani. Acemice yapılmış rezillikler aslında çok iyi bir sabır sınama testi.
Karantina günlüğü bütün hızıyla devam ediyor.

22.GÜN
Kimse farkında değil ama üçüncü dünya savaşı resmen çıkmış durumda üstelik tam anlamıyla. Devletler bu kez birbirleriyle değil hepsini tehdit eden bir virüsle savaşıyorlar.
Devletlerin ortak hareket ettiklerini düşünsek bile içerideki iktidar muhalefet kavgası sürüyor. İktidar muhalif belediyelerin bedava ekmek dağıtımını yasaklıyor, açtıkları sahra hastanelerini mühürlüyor.
“Bir şey yapılacaksa ben yaparım.” mantığı, okulda kendinden başka iyi not alan olmasın diye arkadaşlarını sabote eden, defterlerini yırtan kifayetsiz muhteris öğrenci gibi.

23.GÜN
23 Nisan’ı da içine alan bir sokağa çıkma yasağı. Böylece törenlere katılmamak için ayrı bir hastalık bahanesi uydurmaya gerek kalmayacak.
Patron “Bizden önce ambulans mı vardı?” demiş, gülüp geçilecek bir şey değil; buna inananlar epey çok oturup ağlayalım. Örnek alınası büyük şahsiyet Goebbels ne güzel söylemiş, “Yalan ne kadar büyük olursa o kadar inanılır olur.” diye.

24.GÜN
Test test test diyip duruyorlar; ama her isteyene yok tıpkı maskede olduğu gibi. Ateşin, kuru öksürüğün, halsizliğin varsa yani yoğun bakımlık olmuşsan test kurasına katılma hakkı kazanıyorsun eğer pozitif çıkma şansını yakalarsan beklemeye alınıyorsun eğer orada da kefeni yırtarsan tedaviye başlanıyor. Yok negatif çıkarsa hasta olmadığın anlamına gelmiyor ikinci testi beklemek zorunda kalıyorsun. Süreci anladınız sanırım, eğer anladıysanız bana da anlatın çünkü ben hiçbir şey anlamadım.

25.GÜN
Virüsten korunmak için, damara deterjan enjekte etmek, arapsabunu yemek, vücudun demir oranını arttırmak için demir döküm tavada yapılan yemeği yemek gibi öneriler peş peşe geliyor. Dut pekmezi ve Kelle paça önerileri geri planda kalıyor bu örneklerle.
Sanıyorum “Dünya geri zekalısını arıyor” adlı bir yarışma başlamış.


26.GÜN
Etiler’deki yaşlı bakım evindeki yaşlılar korona bahanesiyle çeşitli yerlere dağıtılmış. Eh binanın yeri mükemmel tabii oraya neler neler yapılır kim bilir? Gene krizden fırsat yaratma başarısı. Aslında olumlu bakarsak çok güzel polisiye roman ve film senaryosu çıkar bundan.
“Mahmut Amca Nereye Kayboldu?”
Korona günlerinde bulunduğu huzur evinden başka bir yere yollanan Mahmut Amca’nın izi bulunamamaktadır. Mahmut Amca’nın torunu olan romanın/filmin hafiyesi yurdun dört bir yanındaki mekanları gezerek dedesini arar.
İyi fikir bunun üzerine biraz çalışayım.

27.GÜN
Karantina günlerinde sözlüklerimiz yeni yeni ifadeler kazandı.
“Sürü bağışıklığı” ifadesi örneğin rezil, kepaze, alçak ama ne yazık ki gerçekçi bir ifade. Öncelikle koyun olduğumuz gerçeğini kafamıza kakıyor ve sonucun ne olacağını anımsatıyor. Diyor ki “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.”
“Bulaş” diyorlar misal, bulaşma anlamında. İyi de niye bulaşma değil de “bulaş!”
Abdurrahman diye bir isim olsa Apo diye kısaltabilirsin anlarım, bulaşmanın bir tek “ma” hecesi mi fazla geliyor?
 Pik ve plato diyorlar; virüs pik yani zirve yaptıktan sonra platoya yani düz bir seviyede sürdürecek anlamında, burada yabancı dil kullanıldığı için anlam karmaşası doğuyor.
“Efendim normale geçmek için önce piki görmek gerek.”
“Hâlâ pik yapmadı mı?”
“Sayın bakanım piki ne zaman göreceğiz, bizi bilgilendirin lütfen.”
“Kardeşim göstereceksiniz gösterin şu pikinizi de ne olacaksa olsun, germeyin insanı.”

28.GÜN
Ramazan başlayınca Hatipoğlu bu kez meydanlarda değil online olarak sohbet etmeye başlamış. Gene canlı soruları yanıtlıyor.
Çocuğun biri soruyor “İleride dünya yok olup da başka bir gezegene gidilirse hacca gitmek nasıl olacak?” diye. Sosyal medyada çocukla epey kafa bulundu ama bence çok doğru bir soruydu, en azından “Sakız çiğnemek oruç bozar mı?” sorusundan daha mantıklı. Neticede varsayıma dayalı bir soru, temeline inersen sorgulayan bir yanı var. Eğer başka bir gezegende olduğunu varsayarsan dünya koşullarına göre yapılması gereken şeyleri nasıl yaparsın?
Asıl kafa bulunması gereken Hatipoğlu’nun yanıtı bence, yanıt bulamayınca “Öyle şey olmaz” diye kestirip atıyor. Biliyor çünkü bu soruya yanıt verirse ardından gelecek sorularla iş başka yerlere gidebilir; deizim, atezim falan.

29.GÜN
65 yaş üstüne hafta sonunda belli saatlerde çıkma izini gelecekmiş; askerlere verilen çarşı izini gibi, boğazını sıktığın kişiyi birkaç saniye nefes aldırman gibi, eh bu da bir şey.  
Mine Kırıkkanat, kanaat önderi konumundaki iki avukatı mafyanın ve Adnan Hoca’nın avukatı olması nedeniyle eleştirmiş. Epey tepkiler geldi, herkesin savunma hakkı olduğundan, avukatlığın meslek ilkelerinden falan söz edildi, birinin avukatlığını yapmanın o kişinin görüşlerine destek olmadığından söz edildi. Elbette öyledir, ama buradaki sorun kimin avukatlığını yaptıklarında değil aynı zamanda kanaat önderi olmalarında. Söz gelemi o mafyatik kişiliğin eyleminden dolayı bir eleştiri yapılması gerektiğinde o avukat, kanaat önderi kimliğiyle ne söyleyecek? Bir şey söylese bu defa avukat-müvekkil ilişkisindeki gizlilik kuralı çiğnenmiş olacak. Sanıyorum avukatlık mesleğinin özelliğinden kaynaklanan bir ikilem. Bazı meslekler var ki aynı zamanda başka iş yapmanızı etik olarak engeller, bu da ona benziyor. Hakimler ticari faaliyette bulunamaz mesela. Kanaat önderi konumundaysan öyle her davayı kabul etmeyeceksin.

30.GÜN

Çıkma yasağında sokaklar bomboş, her tarafta kediler, köpekler, kuşlar özgürce dolaşıyor, bazı yerlerde geyikler, ayılar, domuzlar görmek olası aslında bizim olduğu kadar onların da dünyası burası. Hava kirliliği azaldı galiba artık Beşiktaş’tan bakıldığında Uludağ daha net görünüyor (demek ki kirlilik geçebiliyormuş). Doğa boşlukları hemen dolduruyor, kendini yeniliyor. Korona günlerinin en olumlu yanlarından biri bu sanırım.
31.GÜN
Kaç hafta geçti maske sorunu her seferinde daha da katlanarak devam ediyor. 65 üstü ve 20 altına yok geri kalanlar10 günde bir telefonuna gelen kodla eczaneden alacak; ama SSK’lı ve kamu çalışanıysan yok, o zaman kendi kurumundan alacaksın. Ama o kurumların nereden alacağı meçhul. Tabii bir sonraki adımda geri kalanlar da aralarında ayrılabilir; örneğin ismi sesli harfle başlayanlara maske yok Ahmet, Erol, Orhan, Umut gibi isimler alamayacak, maske için ille de sessiz olmak gerek, Niyazi, Burhan, Hüsnü gibi isimler maskeyi hak ediyorlar.
Bu arada hâlâ kolonyası ve maskesi gelmeyen 65 üstü kişiler varmış. Buna karşın 20 sene önce vefat eden Necati Amca’ya gelmiş, çok doğal hakkı tabii çünkü Necati Amca’ya o şaibeli seçimlerde seçmen kartı da gelmiş ve oy kullanmıştı.

32.GÜN
Amerika’ya maske yollamışız yakışır biz İMF’ye borç vermiş bir milletiz. Savcı Sayan da hızını allamış Hollywood ünlülerine maske yapıp yollamış Sandıra Bullock, Jennifer Lopez, Clint Eastwoot, Jodie Foster, Al Pacino, Angelina Jolie gibi gariban starlar artık bizim maskelerimizi takarak bize dua edecekler. Savcı Bey, özel bir ricam olacak ne olur benim maskemi Sandra’ya yollayın valla pek makbule geçer.

33.GÜN
65 üstünün ev hapsi sırasında konuştukları Burhan Amca bu ara pek gözde. Çok kibar konuşuyor diye nahif olarak nitelendiriyorlar. Herkes övgüyle onun görüntüsünü paylaşıyor. Dinledim, sıradan bir insanın konuşması gerektiği gibi konuşuyor aslında. Ama ayılar, öküzler, magandalar o kadar fazla ki, kaba saba küfürlü konuşmalara o kadar çok alıştık ki böyle azınlıkta kalan normal vatandaşlara “Ne kadar kibar” diyerek şaşıp kalıyoruz.
İbrahim Kalın açıklama yaptı “Maske satışı gündemimizde yok”, yani kod beklemeye devam.

 34.GÜN
Diyanet işleri başkanı açıklama yaptı, virüsün sorumluluğu eşcinseller ve lutilere yüklendi. Tabii cemaat yurtlarındaki pedofiller bu tanımlamaların dışında. Başarılı bir gündem kaydırma dümeni. Şehirlerdeki barolar bu sözleri eleştirdi; barolar birliği başkanı da o baroları eleştirdi. Ah eşek kafam ah, bir ara bu arkadaşın Cumhurbaşkanlığı adaylığı için “Acaba?” bile demiştik, ne büyük bir utanç yahu.
Bilim Kurulu diye bir kurul var, tamam doğru şeyler önerdiklerine inanıyorum ama son kararı tek bir kişi veriyor tek duamız o kişinin kararı verirken eşref saatinin yerinde olmasında. Yoksa yandı gülüm keten helva durumu.

35.GÜN
Trump “Göreve geldiğimde ordunun mermisi yoktu.”, demiş, seni kopyacııııııı seniiiiii…
Yeni normale dönüş diye bir şey tartışılıyor, pek anlamadım. Yeni bir şeye nasıl dönülür? Eskiye dönüş desen anlarım ama yeniye devam edersin. Sanıyorum kafaları epey karışmış. Zaten normal denilen de aslında anormal bir durum.
Bu arada reis “Maskeler satılacak” dedi, dolayısıyla “Satış gündemimizde yok” diyen İbrahim Kalın gene fena gol yedi. 

36.GÜN
65 yaş üstü herkesin yasaklı olduğu Pazar günü 4 saat çıkıp yürüyebilecek 20 yaş altı iki guruba ayrılacak 0-14 Çarşamba 15-20 Cuma gene dörder saat dolaşacaklar. Hesap karışık, hangisi altta hangisi üstte saptaması zor, iş alt üst olacak gibi görünüyor. Denetleyecek olanlara sabır diliyorum. Gene bir akildane aklına ilk gelen öneriyi yaptı onun üstüne atlandı.
Misal 80 yaşındaki Akif Amca tek başına çıkmak zorunda yani kızı ona refakat etmek istese kendine yasak olduğu için çıkamayacak. İşler gene maske meselesi gibi arapsaçına dönecek korkarım. Du bakali ne olacak?

 37.GÜN
AVM’ler de açılacakmış, eh orada arkadaşların ortaklıkları var tabii daha fazla zarar etmemeleri gerek. Ancak umre dönüşündeki gibi sil baştan olmaz umarım. Tabii birtakım önlemler alınacakmış, bir kere girerken maske takmak zorunluymuş tabii böylece maskelerin bulunmasını daha kolay kılmanın hikmeti anlaşılmış oluyor. Tek sıra halinde güvenli temas mesafesinde girilecek, çantanız x-ray cihazından siz de  dezenfekte kabininin içinden geçeceksiniz, hemen orada bekleyen biri ateşinizi ölçecek, yüksek çıkarsa derdest edilip yallah karantinaya, normal çıkarsa yola devam. Öyle uzun uzun dolaşmak yok, oklarla işaretli bir parkur içinde ilerleyip alacağınızı alıp seri bir şekilde çıkış kapısından çıkacaksınız. Aynı yoldan geri dönmek yok. Tabii yemek katı, sinemalar ve çocuk oyun alanları kapalı. Havalandırma sistemi virüs dolanımını engellemek için kapalı olacak.
Sanki AVM değil lunaparktaki korku tüneli veya daha beteri Nazi toplama kampı; yanlış yere saparsan gaz odasında bulursun kendini. Hiç gitmem yahu, market alışverişini bizim mahalle bakkalı Nurettin’den yaparım, hiç olmazsa onun veresiye defteri de var.
Veresiye defteri deyince bazı hayır severlerin bakkallardaki veresiye defterlerini alıp borcu kapatmaları çok güzel. Ama artık çok dikkat etmek gerek çünkü sahte veresiye defterlerinin ortaya çıkması büyük olasılıktır, malımı biliyorum kesin yaparlar.
Ancak küçük esnafa yönelmek gene de iyi bir şey, “Küçük Esnafın Dönüşü”, “Manavların Öcü”, “Kahraman Bakkal Süpermarketi Bitirdi (Ferhan Şensoy’a selam)” gibi başlıklarla epey hikâye yazılır.

38.GÜN
Reis konuşmasını korona, maske, 65 yaş, AVM diye sürdürdü sonra nasıl becerdiyse, nasıl bağladıysa lafı CHP’ye getirdi gene “Ey Ceehaaaapeee” diye faturayı ona kesti.
O kadar çok söylendi ki sonunda buna CHP bile inandı galiba “Herhalde suç bizde”, diye düşünüyor.  Desenize “Ulan biz ne vakit tek başımıza iktidar olduk ki, tek parti döneminde içimizde sizin zihniyetinizin temsilcileri de vardı; o dönem eğer bir yamukluk olduysa bizim kadar sizlerin de suçu var.”, diye.

39.GÜN
Ağızlarındaki baklayı çıkardılar nihayet, artık işler pek eskisi gibi olmayacak sanki. Virüsün tamamen terk etmesi zor. En başta kültür sanat alanı darbeyi yiyor, artık sinemalara tiyatrolara gitmeyi ummak kısa vadede pek gerçekçi değil. Sinema salonlarının yerini ev sineması türü mecralar alabilir. Ama canlı performans içeren tiyatro türevleri için durum daha zor; belki teknolojiyi o yönde geliştirirler izleme interaktif olur siz oyuncuyu izlerken oyuncu da sizi görür (Hani Zeki Müren de bizi görecek mi? Esprisi vardı).
İlerleyen zamanlarda bir de beslenme sorunu olacak gibi artık ülkeler ancak kendilerine yetecek kadar ürün üretecek, ithalat ihracat biraz zor görülüyor. Yerli tohumu yasaklayan, samanı bile ithal hale getirip tarımı bitirenler yatacak yeriniz yok.

40.GÜN

Sonuçta bir gün herkes samimi olacak bu virüsle ya o size bulaşacak ya siz ona. Bağışıklık kazanmak için önce hasta olmanız lazım eğer kefeni yırtarsanız bu defa da bir taşıyıcı olarak başkalarına bulaştırmamak için debeleneceksiniz.


41.GÜN
Futbol Federasyonu maçların başlaması için tarih verdi; sağlığa bakan arkadaş “Madem bana sormadan karar aldın sorumluluk sende ne halt edersen et” diye topu onlara attı.
Federasyon top konusunda uzman olması gerekirken fena halde bacak arasından golü yedi.
Maçlar başlarsa fiziksel mesafenin nasıl sağlanacak acaba?
Gözümde bir türlü canlandıramıyorum. Adam adama markajın yasaklanması gerek bir kere.
Firikik atışlarında kurulan barajda araya mesafe konulmak zorunda kalınacak mesela bu da maçların daha golü geçmesine neden olacak, taç atışı kalacak sanırım çünkü onun için topu elle tutmak gerek veya futbolcular da kaleciler gibi eldiven kullanacak.1 Golden sonra golü atanın üzerine çullanmak, sarılmak, öpmek kırmızı karat gerektiren bir durum olacak. Önceki falsoda Fatih Terim şifayı kaptı bakalım bu defa piyango kime çıkacak?
Yani sezon başladığında epey şenlikli görüntüler olacak anlayacağınız.
Bu arada okulların açılması bir ay ertelendi.

42.GÜN
Okulların açılması tekrar eski tarihine geri alındı. Galiba “Ağam bizimle eğleniir” durumu var bu günlerde neşemiz yerine gelsin diye. Neticede bir an önce açılsın, kapasın da bir an önce tatile gitsinler tabii. Çünkü turizme bakan arkadaşın otelleri zor durumdaymış. Turistler için de “yeni normal” kuralları belirlenecekmiş. Otellere de artık askeri kampa girer gibi mesafe alınarak girilecek, maskeler takılacak, öyle seksen kişinin parmakladığı açık büfeler olmayacak, havuz yok, sauna yok, gece disko yok, bir ihtimal denize de sırayla belli bir sayıda girilecek. 
Tatile gitme yürekliliğini gösterenler “Müdüriyetin 15 sayılı duyurusu… 41-50 arası numaralı misafirlerimiz denizi acilen boşaltınız, 51-60 numaralı misafirlerimiz denize girmek için yerlerinizi alırken sosyal mesafe kurallarına dikkat etmenizi önemle rica ederiz…” türü anonsları sık sık duyacakları kesindir. Yahu o kadar eziyeti zaten burada da çekebiliriz bir de üste para vermeye ne gerek var.

43.GÜN
Dolar kurları hakkında konuşmak yasaklanmış. Bu konuda BDDK’ya ceza kesme yetkisi verilmiş. RTÜK’den sonra bir başka kuruma mahkeme yetkisi geldi; hiç olmazsa mahkemelerde usulen de olsa savunma hakkın var, bunlar da o da yok ceza gıyabında kesiliyor. Yakında diyanete de bu yetki verilirse şaşmasın gidişat oraya doğru çünkü. Demedi demeyin sonra.

44.GÜN
Bir dönemin ateşli Fettullahçısı hatun ve onun türevi olan şey TV’de esip gürlemiş;
15 Temmuz’da hevesimiz kursağımızda kaldı, bir dahaki sefere tamamlayacağız 50 kişilik liste var elimde, liderimizin arkasındayız. dört ayaklarını denk alsınlar.” tarzı tehditler savurmuş. Tabii bu cümleleri dikkatli okumak gerek, “Acaba satır aralarında şifreler mi var?” diye düşünmeden edemiyor insan. Malum bu tür göndermeler FETÖ’nün yöntemidir, muhterem şifre vermeyi pek sever.
Kursakta kalan heves gerçekte ne?”, “Arkasındayım dediğin lider aslında kim?” soruları bizim değil ama başka birilerinin aklına gelirse o kursakta daha nelerin kalacağının garantisini veremem. Sonunda değil dört ayaklı kırkayak olursunuz alimallah.

45.GÜN
Herkes birbiriyle görüntülü olarak çoklu konferanslar yapıp duruyor. Teknolojinin nimetleri var neyse ki. Ancak çoklu ekranlarda genelde boş makara muhabbetleri dönüp duruyor, normalde ev ortamında yaptığın şamataları başkalarıyla da paylaşınca işin suyu çıkıyor.
Batru, Melikşah, Eser isimlerindeki internet şeyi denen sosyal lümpenler, Nazım Hikmet’in şiirleriyle, işçi sınıfıyla,  Kurtuluş Savaşı’yla uzun uzun husye geçip pek bir eğlendiler.
Aslında iyi oluyor bu tür işler. Dizilerde senaristin yazdığı karakteri oynarken görüp bir halt sandığın kişilerin aslında birer embesil olduğunu görüyorsun. Kesinlikle çoğalarak devam etmeliler; görelim öteki boş tenekeleri. Bir sonraki şeyinizde makatınızı gösterip onunla dalga geçmenizi umuyorum kesin çok daha komik olacaktır.

46.GÜN
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
Nazım’ın dizeleri gündeme bu kadar cuk diye otururdu.
65 yaş üzerine 4 saatlik çarşı izni çıktı.
Uzun süreli eve kapanmanın bir takım yan etkileri de olmadı değil tabii.
Sururi Amca otura otura yürümesini unutmuştu onu çıkartabilmek önce bir süre “Tay tay dur” alıştırması yapmak gerekti.
Kendini hâlâ delikanlı olarak gören Nuri Abi protesto edip çıkmama kararı almış.
Beni yolda görenler ‘moruğa bak’ diye seslenirler, tepemi attırırlar” korkusu içindeydi. Haksız da sayılmazdı yasağın ilk günlerindeki 65 üstü linçi hafızalardan gitmedi.
Nitekim Cemil Barlas ismindeki şey “65 yaşındakiler sokağa çıkıyor, azmasalar bari.”, diye mesaj atmış hemen, herhalde babasından biliyor.
O güzel filmdeki klasikleşmiş replik geliyor akıllara “Seni hiç sevmedim süt oğlan zaten babanı da sevmezdim.”
Hoş bunun dedesi de böyleymiş ona da Aziz Nesin ayar veriyormuş arada.
Demek ki genetik bir durum.
Neriman Teyze ve Fahri Enişte’nin deniz kenarında oturup çay içme nostaljisi yapmaları umudu hüsranla sonuçlanmış, bırakın çay bahçesini arada dinlenmek için oturacak bir bank bile bulamamışlar. Mecburen bahçe duvarlarına oturup soluklanmışlar. Ama bu bir deneyim olmuş, bir sonraki izin gününde bir termos çay ve iki portatif sandalye de götüreceklermiş; nasılsa bir refakatçi hakları da var onları da damada taşıtırlar o da onların sayesinde hava almış olur biraz.
Benzer heyecanı önümüzdeki hafa içinde 20 yaş altı olanlar iki ayrı grup olarak farklı günlerde yaşayacaklar.

Bunlar korana günlerinin güzelliği işte, bize böyle küçük mutluluklar tattırıyor.

47.GÜN
Şunu anladım ki bu coronavirüs aslında tam olarak bir komünist. Toplumsal sınıflar giderek sıfırlanıyor. Bulaşırken kimsenin sınıfına bakmıyor gerçi işin tedavi aşamasında biraz kalite farkları olsa da neticede yoğun bakımda bilumum boşluklarına borular takılı olarak uyutuluyorsun. Her ne kadar küresel dünyanın patronları bu durumdan nemalanmaya çalışsa da onları da zorladığı belli. “Yeni dünya düzeni” diyerek dünyayı şekillendirirken bir virüs planlarını bozdu gibi, şimdi “Yeni normal” adıyla çıkardıkları durumun nereye evirileceği belli değil. İşin güzeli o meşhur komünizmle mücadele dernekleri, 141-142 gibi yasalar pek bir işe yaramıyor bu virüse.

48.GÜN
Evde ekmek yapmasını öğrendik, internette adım başı tarif var, hem de görüntülü olarak. İlk gün ölçü tutmamıştı hamur gibi olmuştu. Sonraki günler mükemmele doğru gitti, sonra ramazan pidesi yaptık o da iyi oldu. Sonra peynirli, kıymalı, patatesli pideler; lahmacun bile yaptık o da harikaydı. Simit, açma, kruvasan  geldi arkasından. Artık fırına, pastaneyle falan gitmeye gerek kalmadı ayrıca bu sayede yeni bir meslek sahibi olduk.

49.GÜN
Karantina bir uzun saç sorunu yaşattı, sonradan kısmi olarak düzenlenen berber izini de pek güven vermiyor açıkçası. Yani verdiğin izinden virüsün haberi var mı, ona da tebliğ ettin mi bu durumu? Ettiysen bile, “Madem izin çıktı o zaman bulaşmayayım” diyecek mi bakalım?
İnternetten bir saç tıraş makinesi sipariş ettik, nasıl kullanılacağına dair videolar da mevcut. Ev ahalisi birbirimizi tıraş etmeye başladık; ben kayınpederle oğlanı tıraş ettim pek bir güzel oldu, gerçi oğlan beni tıraş ederken biraz eşek tıraşı yaptı ama zaman için de o da ustalaşacaktır. Kadınlar için saç setini de hanımla kız birbirleri üzerinde denediler. Çok hoşlarına gitti önce biri ötekine röfle yapıyor sonra öteki ona perma sonra onu hemen bozuyor balyaj yapıyorlar sonra ombre, kırık fön, bronde, strobing, cila, dekolore, meç deniyorlar. Ben de onlar sayesinde ilk defa duyduğum bu terimleri öğrendim. Artık ailecek berber masrafından kurtulduk. Yeni normalde bundan sonra böyle hayatımızda berber yok. Hanım da kız da pek mutlu, “Artık o şımarık kuaför kıvrak makas Mahmut’un kaprislerinden kurtulduk” diyorlar. Zaten şu virüs günleri geçsin artık bir kuaför açmak şart oldu.
Millet yasaklı günler için alışveriş listeleri yaparken bazıları meydanı boş bulup başka listeler yapıyorlar; darbe olduğunda çoluk çocuk dinlemeden kimi asıp kimi kesecekleri ve hangi kadını kim alacak konusunda listeler havada uçuşuyor. İnsan bazen “Acaba ben hangisinin listesindeyim?” diye düşünmeden edemiyor. Televizyonlardan bangır bangır yayınlanırken bunlara bir şeyler söylemesi gereken RTÜK başkanı rapor alıp toplantıyı geçiştiriyor. Sonra da ceza vermeye niyeti olmadığını ama bunu yorumlayan habercilerin kanalını kapatabileceğini söylüyor. Kesinlikle sabrımız sınanmakta.

50.GÜN
Pedofiller, sübyancılar artık kendilerini gizlemeye hiç gerek duymuyor alınları açık bir şekilde yaptıklarının doğal bir şey olduğunu söylüyor hatta reklamlarını yapıyorlar. Ama onlara laf söyleyenler bir trolün ihbarı üzerine anında tutuklanıyorlar. Bu durumu da sabır sınavının bir parçası olarak görüyorum.

51.GÜN
Futbol federasyonu başkanı ligleri açmakta kararlı; tabii emir yukardan buyrulmuş olmasa sıkar biraz bu kadar rahat olmak. Virüs varsa bile onları ayırıp yolumuza devam ederiz, diyor; ölen ölür kalan sağlar bizimdir politikası. Aslında bu da yöntem tabii, virüs çıkan takım elenir son kalan takım da kupayı almaya hak kazanır. Başka bir yöntem daha olabilir tabii buradaki istenen amaç Katarlı kardeşin kanalına para kazandırmak değil mi? O zaman nasıl geçilmeyen köprünün parasını veriyorsunuz burada da izlenmeyen maçın parasını verin olsun bitsin.
Simon Kuper  “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” diye bir kitap yazmış bazı arkadaşlar da pek beğenmişler bu sözü her yerde söyleyip duruyorlar, işin içine felsefi, politik bir sürü yorum katıyorlar. Hayır ben katılmıyorum benim için “Futbol sadece ve sadece futboldur” arkadaş. Benim için futbol, futbolcu formalarına ilan alındığı gün bitmiştir.

52.GÜN
Bilim kurulu üyelerinden biri salgını dizi filme benzetmiş, demiş ki; "Bu salgını başlayıp biten film gibi düşünüyorlar, oysa bu bir dizi film. Bazı bölümleri heyecanlı, bazı bölümleri sıkıcı, sönük olabilir. Şu an sıkıcı bölümüne, evresine geldiğimizi söyleyebilirim. Ama etkisini aynı hızda devam ettiriyor; bitmedi…
Gerçekten de uygun bir benzetme olmuş, kutlamak gerek. Özellikle bizim başlayıp da bir türlü bitmeyen 3-4 saat süren sündürüldükçe sündürülen dizilerimiz gibi.
Eskiden en fazla 50 dakika süren işler önce 80-90 dakikaya çıktı ona bu olmaz denilince de 180-190 dakikaya çıktı. Bitmek bilmiyor enfekte olmuş virüs gibi içinizi kemiriyor, nefes alamıyorsunuz bir türlü yoğun bakımlık oluyorsunuz, solunum cihazına bağlanıyorsunuz.
Mafya dizilerinde olduğu gibi bir bölümde kaç kişinin öldüğü belli değil.

53.GÜN
Pazar günleri 65 yaş üstüne 12-18 arası izin çıkınca sokaklardaki trafik epey arttı, herkes dışarıda: hepsi 65 mi gerçekten, yoksa arada 65 ayağına yatan var mı?
Herkese kimlik kontrolü zor, eh 65 üstü olunca yanında refakatçi hakkın da oluyor.

Bu pek alışık olmadığımız sahnelere neden oluyor; misal 65 üstü bir arkadaş yanında alacağı refakatçi için evde ihale açmış, en yüksek fiyatı veren refakatçi olacak. Oğlu, gelini, üç torunu, kuzenleri katılmışlar iş açık arttırmaya dönmüş rekor bir fiyata kuzenlerden biri refakatçi olmaya hak kazanmış. Arkadaş en güzel günlerinden birini yaşamış, kendini özel biri hissetmiş, koronaya dua edip duruyor.

54.GÜN
Her sektör için pandemi kılavuzları oluşturuluyor. Yeni anormale nasıl uyum sağlanacağı konusunda birtakım kurallar öngörülüyor.
Örneğin artık minibüslerde “Kardeş şunu şoföre uzatır mısın bi zaamet?” diye para uzatılmayacak. Para alışverişi ya binerken ya inerken olur artık.
Pek çok alışveriş artık randevu yöntemiyle olacak. Bu biraz sinir bozucu olabilir; misal Laz Bakkalı arıyorsun, “İdris Efendi, bir kalıp beyaz peynir, 300 gram zeytin, 2 kilo un alacağım, ne zaman müsaitsin?”
“Du bakayum oğa… Nereye çittu penum randevu defteri; ha burayadur… Valla akşama kadar doluyum, peş on peşle peş puçuk arasi uygun midur?”
Artık kitapçılarda öyle kitapları tek tek karıştırıp uzun uzun incelemek yok, tezgahtara söyleyeceksin hangi kitabı istediğini o da getirecek. Bakın bu beni biraz zorlar işte, hangi kitabı istediğini bilmiyorsan ne olacak? Yeni kitaplar keşfetmek yok yani, şöyle raflara bakarken hiç aklında olmayan bir kitabı bulmak veya “Aaa falancanın kitabı çıkmış” denen günler tarih oluyor sanırım.
Özelikle otellerde herkesin istediğini istediği kadar aldığı açık büfeler de kalkacak artık.
Aslında bir açıdan iyi oldu bu, işin suyunu çıkartanlar oluyordu; kaç defa rastladım açık büfe kuyruğundaki vatandaş, onu mu alsam, bunu mu alsam diye yemekleri mıncıklayıp murdar ediyordu sonra sen sıkıysa onun dokunmadığı bir şeyi bulup al. Bazısı da kıtlıktan çıkmış gibi tabağına ne bulsa dolduruyor, tas kebabı üzerine, zeytinyağlı geliyor, masasına elinde yemek kulesi haline gelmiş tabağıyla gidiyordu. Hep diyorum bu virüs iyi bir insan terbiyecisi.

55.GÜN
Salgının stersi yetmiyormuş gibi sinir bozma eylemleri sürüyor, ölünün köründen meselelerle insanlar tutuklanıyor.  Falancanın tivitini beğendi diye almışlar gene birilerini içeri. Yani telefonda ekranı kaydırırken parmağın kazara değip de “beğen” yaptıysan yandı gülüm keten helva, anlatamazsın derdini.

56.GÜN
TRT ekranından “19 Mayıs Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun” görüntüsü gün boyunca göründü. Soruşturma sonunda günah keçisi olarak seçilen memur cezalandırıldı, o yetersiz memuru o göreve getiren yetersizin kim olduğu ortaya çıkmadı. Belediye başkanın biri de 19 Mayıs Çocuk Bayramı’nı kutladı, Arda da ona katıldı o da Çocuk Bayramı dedi, bunun suçunu da oruca attı, “Oruç kafayla bu kadar olur.”, dedi. Alkollüydüm demenin bir başka versiyonu. İyi bir sıyırma şekli aslında, geçenlerde bir çocuğu öldüren polis de tuttuğu orucu anında satmıştı.

57.GÜN
Minarelerden “Çav Bella”, “Yuh yuh” şarkıları çalıyor; provokasyon için ideal seçim. “Camiye ayakkabıyla girip içki içtiler, türbanlı bacımızın üzerine işediler” türünden bir balon daha. İnanan oluyor mu? Oluyor ki yapıyorlar.

58.GÜN
Canlı yayınlarda yellenme olaylarının artışı endişe verici boyutlara ulaştı. Salgın nedeniyle insanlar artık evlerinden bağlanıyor. Yumuşak koltuklarına rehavet içinde yayılınca nerede olduklarını unutup hafiften salıyorlar. Bu defaki olağan şüpheliler Fatih, İlber, Celal.
Celal, daha önceki başka bir canlı yayında içi geçip hafiften horlayarak kestirmişti bu yüzden ihtimal dahili. Ama İlber ve Fatih de çıksa şaşırmam doğrusu.

59.GÜN
Polisin vatandaşa uyguladığı şiddet sistematik bir şekilde sürüyor; münferit olay denmeyecek kadar vahim bir durum, yurdun dört bir yanında orantısız şiddet vakaları görülüyor. Evinin bahçesinde oturanlara dayak, evinden olayı seyredenlerin penceresine taş atıp kırma, küçük çocuklara ters kelepçe. Polisler artık silah elde geziyor dizi filmlere öykünür gibi, kafasında kim bilir ne senaryolar yazıyor o an. Hırsız polis oynar gibi koşturuyor, arada bir de birilerini indiriyor aşağıya. Ne oluyoruz yahu? Ya teşkilat arasında insanı çıldırtan yeni bir virüs yayılıyor ya da polisle vatandaşı kapıştırmak için zemin etüdü yapılıyor.

60.GÜN

Anlaşıldı ki maske artık dışarı çıkarken mutlaka bulundurmamız gereken bir giysi. Gömlek, pantolon/etek, ceket, ayakkabı, mevsime göre palto, kaban, kaşkol, eldiven ama mutlaka maske. Maske olayı tekstil sektörü için de iyi oldu; modacılar, stilistler yeni tasarımlara başladı bile. Türlü çeşitli desenlerde ve şekillerde maskeler görülmeye başladı. İnsanlar maske seçerken elbiseleriyle kombin yapmaya çalışacaklar. TV’lerdeki “Bu nasıl bir kıyafet?” türü yarışmalarda jüri, yarışmacıları “O eteğin üstüne o maske olmuş mu?” türünden fırçalarla azarlayacaktır yakında. Sırf maskeler için özel defileler başlayabilir; Christian Dior, Coco Chanel, Donna Karan, Pierre Cardin gibi modacıların arasındaki savaş da kızışacaktır mutlaka.

61.GÜN
Yasaklar sanki gevşiyor, patron üç kuralı açıkladı; maske, fiziksel mesafe, temizlik…  E biliyoruz zaten onu biz de en başında söylemiştik. Çaresizlikten sonunda tek çare sürü bağışıklığı politikasına dönüş oldu. Ama bu şu anlama geliyor aslında; benden bu kadar artık ne halt edersen et, salıyorum seni çayıra, inşallah Mevla’m kayıra. Yayılacağız çayıra çimene, yatacağız yuvarlanacağız ölen ölür kalan sağlar onların.

62.GÜN
 Çayıra salınmanın nedenini de ortaya çıkıyor gibi sanki. Meralardan otlayan büyükbaş başına       10 lira alınacakmış; Allah’ın otunu babasının malı gibi satması ayrı konu.
Bu fiyata meclis lokantasında çorbası, eti, pilavı, zeytinyağlısı, tatlısıyla işkembeyi dolduğunu düşünürsen bir tutam ot için epey fahiş bir rakam.
Galiba meralarda özel mönü falan olacak mutlaka, eh açık büfeler de kalktığı için belki garsonlar servis yapacaktır.
“Sarıkıza bir buçuk çimen üstü çeeek arpası bol olsuun.” veya Benekli bağıracak “Çimenimden kurt çıktı garsooon bu ne rezalet.”
Şaka bir yana hakikaten bu ne rezalet!

63.GÜN
Almanya’nın en meşhur tiyatrolarından Bertolt Brecht tarafından kurulan Berliner Ensemble salonunu covid 19 sonrası düzene göre ayarlamış; koltukların yarısı çıkmış halde. Uzun aralıklarla tekli veya çiftli koltuklar var artık. 700 kişilik salon 200 ‘e inmiş durumda. 500 koltuk uçmuş. Salonda ciddi bir tadilat yapılması önlemin geçici değil kalıcı olduğunun göstergesi. Demek bundan sonra böyle, gerçekçi olalım hayale kapılmayalım.

64.GÜN
Evde tembelliğe alıştıktan sonra normale dönüş de tedirgin etmiyor değil. Gene otobüs kuyrukları gene ter kokuları gene o trafik. Fiziksel mesafe nasıl olacak? Duraklarda, normalde tıklım tıkış otobüslere yarı sayıda yolcu alınacak ama sefer saatleri artacak mı? Artarsa ona yetecek otobüs var mı? Fiziksel mesafeye sen uysan bile arkandan gelen öküz ense köküne hapşırırsa ne olacak?  Of offf düşündükçe insanı sıkıntı basıyor.

65.GÜN
Salgının yaşam tarzlarını ciddi biçimde değiştireceği söylenirken farklı alanlarda salgına yoğunlaştığımız için pek farkına varmadığımız değişimler başladı. Shacex mesela, ilk kez özel bir şirket uzaya turist taşıma projesinin ilk adımını attı, ilk özel uzay mekiği fırlatıldı.
George Floyd adlı siyahi Amerikalı Derek Chauvin adlı faşist bir polis tarafından boğularak öldürüldü. ABD yanıyor, Amerikan Baharı mı acaba? Acaba bir şeyler mi sarsılıyor, sıkıyönetim ilan ediliyor, sosyal medyaya sansür geliyor. Trump elinde İncil kilise önünde konuşmalar yapıyor. Dış mihraklardan söz ediyor; Çin ve İran bir de ne alakaysa Zimbabwe. Tabii göstericilere de “Looters”, dedi Türkçesi “Çapulcu.”  Üzerine işenecek bir ABD’li bacı olayı yaşanır mı bilmem ama deri pantolonlu çıplak erkeklere orada rastlanma olasılığı fazla olduğundan daha inandırıcı olur ama kiliselere zaten ayakkabıyla girilip şarap içildiği için o numara tutmaz.  Sanki Dejavu içindeyim. Tam bir faşizme de sosyalizme de dönülebilir diyenler var. Du bakali ne olacak? İzlemedeyiz. Her şeyin aynı anda olması nasıl bir tesadüf?

66.GÜN
Salgın tehlikesi devam ediyor; ama her yer açıldı, otobüslerde yarı yarıya yolcu uygulaması kadük oldu balık istifine devam. Gene dip dibe, gene maske, taktan yok. İnceldiği yerden kopsun, koy ardına rahvan gitsin politikaları devrede sanırım.

67.GÜN
Gazetelerde ne kadar çok ölüm ilanı çıkıyor artık. Ölenlerin çoğu çoktan gömülmüş oluyor zaten, falanca yere gömüldü, diye haber veriyorlar sadece. Artık camilerden öğle namazını müteakip kalkmıyor cenazeler. Namaz birkaç kişiyle mezar başında musallasız yapılıyor; artık ölülerin tek namazlık bir saltanatı oluyor o taht misali taşın üzerinde. Çünkü namaz şekilleri de değişti. Bir fotoğraf vardı, Cuma namazı bir çocuk bahçesinde kılınmış; imam hutbe için minber yerine kaydırağın üzerine çıkmış. Birçok arkadaş bunun mavrasını yaptı “Minberden kayarak mı inecek?” diye. Ama ben gülemedim doğrusu, saygıyla karşıladım duruma uyum sağlamışlar. İnanan kesimin bu değişimleri itirazsız kabul etmesinin, söylenenleri kabullenmesinin bu kadar kolay olması gerçekten düşündürücü. Galiba başka alanlarda da değişim hızlanacak sanki.

68.GÜN
Artık iş toplantıları da evlerden internet üzerinden yapılıyor. E tabii ciddi firmalarda beyaz yakalıların toplantılarında da yeni anormalin ektilerini görebiliyoruz. Sinekkaydı tıraş, ütülü gömlek, jilet ceket, kravatla CEO’nun karşısında konuşan elemanın altında eşofman ayağında pofuduk terlikler olabiliyor. Veya toplantının en hayati yerine kapı açılıp oğlan başını uzatabilir “Baba işin çok mu daha benim fizik dersi başlayacak birazdan”, diyebilir; hanım elektrik süpürgesiyle içeri dalıp masanın altını süpürmeye kalkabilir. Yeni anormal çok şeylere gebe.

69.GÜN
Mahalle bekçilerine polislerden fazla yetki geliyor; yeni bir kolluk kuvveti oluşuyor. Çok kısa dönemli bir kurs gördükten sonra yıllarca polis akademisinde eğitim görenlerden daha etkili olacaklar sanki. Eskiden var olan “Bekçi Baba” modeli zaman içinde kimi emekli edilerek kimi de belli sınavlarla polis yapılarak kaldırılmıştı. Şimdiki bekçiler biraz farklı gibi, sanki milis gibi, gestapomsu bir şey. Ama eskinin Bekçi Murtazalarına da bir açıdan benzeyeceğine hiç kuşku yok; “Almışım amirlerimden sıkı terbiye, görüşüm kurs.”, diyerek dalacaklar meydana.

70.GÜN

Kahvelere gidiş serbest ama maskeli olunacak tabii ki. Öyle kâğıt oyunu, okey falan yok; öyle karşı karşıya oturup birbirinize bakacaksınız. Tabii ağızda maske olunca doğrudan herkes birbirinin gözünün içine yoğunlaşacak, oradaki derin manalara odaklanacak. Bakın bu da bir değişime neden olabilir insan artık konuşmadan gözlerinin içine bakarak iletişim kurabilen bir canlı türüne everilebilir. Kahvelerde oyun oynama yasağından dolayı artık onların yanında oturan yancıları da etkiliyor haliyle. Yetkililer umarım ilk toplantılarında bu yancıların sorunlarını da masaya getirirler.
71.GÜN
GÜNDÜZ
Hafta sonu bakandan yasak yokmuş açıklaması geldi; tatil planları falan yapanlar var; biletler alınıyor. 65+ durumu gene aynı…
AKŞAM
Hafta sonu son dakika yasak kondu; biletler iade, markete sipariş verildi.65 + durumu gene aynı.

72.GÜN
Şahsımın gece gündüz niyetini gördüğü rüyaya binaen yasak kararı iptal; gönlü razı gelmemiş. Artık paşa gönül ve eşref saati kriterleri uygulanmakta. Yeni fiyattan biletler alındı, market siparişi iptal. 65+ durumu gene aynı. 

73.GÜN
Koronavirüs karambolünde üç vekilin vekilliği düşürüldü. Bu, tabii ki bir ara CHP’nin gaza gelip dokunulmazlıkların kaldırılmasına “Sizden korkan sizin gibi olsun kaldırın anasını satiim”, diye destek vermesinin bir sonucu. Yani bıldır yediği hurmalar şimdi bir yerlerini böyle tırmalıyor işte.
İki gazeteci sabaha karşı casusluk suçlamasıyla gözaltına alındı; bu defa “Öğrendikleri haberi yazmamışlar, yazmadıklarına göre başka bir niyetleri varmış” niyet okumasıyla suçlanıyorlar. Daha önceki içeni alınanlar da yazdıkları yüzünden gittiler okkanın altına.
Yani yazsan da gidiyorsun yazmasan da.
Yargılama dosyaları gizli ama yandaş basından bütün detayları öğreniyoruz yani bu gizli kalması gereken bilginin “GİZLİ KALMASI GEREKEN BİLGİLERİ AÇIKLAMAK” olduğunu öğreniyoruz. Kafa karıştıran bir durum olduğunun farkındayım birkaç kez okumanız gerekebilir.  Gazetecinin en büyük suçlarından biri de kendine söylenenleri teker teker not etmesiymiş…  Sanıyorum teknolojiden faydalanıp ses kayıt cihazı kullanmamak ayıp sayılmış ne işin var senin kâğıt kalemle, zaten telefonu da akıllı değilmiş. Çağ dışı kalmış gazeteci, atın içeri.

Virüste kaçıncı dalga olur bilmem ama bunlar fena halde dalga geçiyor.

74.GÜN
Herkese her şey serbest, parklarda beyaz daireler var onların içinde olunca fiziksel mesafe korunuyor. Ama terslik genlerimizde olsa gerek herkes dairelerin dışında konuşlanıyor. Galiba psikolojik bir şey daireler hapsedilmiş duygusu yaratıyor. Sosyalleşme her zamankinden fazla gibi.

75.GÜN
65+  çarşı izinleri her gün 10.00-20-00 arasına uzadı bu durum 65+ için Nasrettin Hoca’nın eşeğini kaybedip bulması gibi geldi, pek memnun oldular. Her yer açılıyor arkım, eski anormalden yeni anormale hızla geçiş yapıyoruz. -18 velileriyle beraber sokaklara akıyor hermes eskisi gibi kaynaşma içinde.

76.GÜN
Virüsün geçirdiği süreç toplumda yeni yeni kategorilere neden oldu. 4U 1K olarak adlandırabiliriz bunları.

UYUM SAĞLAYANLAR: İşin ciddiyetini büyük ölçüde kavramış olanlar. Bütün dünyada aynı dert var, henüz çaresi olmayan bir virüsle karşı karşıyayız. Şimdilik tek çare hasta olmamak. Evinden mümkün olduğunca az çıkacaksın, maske takacaksın, insanlara fazla yanaşmayacaksın. Peki o zaman normal hayatını nasıl sürdüreceksin? Sorun da orada zaten artık normal olan bir hayat yok. Farz et ki atom bombası atıldı sığınaktasın, dışarıda radyasyon bulutu var çıkamıyorsun. Hayatını nasıl sürdürmen gerektiğinin planını yapabilmen önce hayatta kalman gerek.

UYUYANLAR: Virüs mü varmış, nerede? Hiç duymadım, niye ki? Ama niye dışarı çıkmıyoruz ki? Bu grip gibi bir şey mi şimdi? Dut pekmezi, kelle paça, nane limon iyi gelir herhalde? Zaten abdest alıyoruz; bize bir şey olmaz yahu. Düğün-dernek, taziye, hasta ziyareti geleneklerimiz arasındadır, uymamak çok ayıptır diyerek virüsün yayılmasına en büyük katkıyı sağlarlar.

UYARANLAR: Genelde okumuş yazmış, bilim insanlarıdır; virüsün ciddiye alınmasını her fırsatta söyleseler de en başka kendileri ciddiye alınmazlar. Söyledikleri genel kitle tarafından başçavuşun eşeğinin yellenmesi gibi gelir.

UYANIKLAR: Her fırsatta başkalarına yaptıkları gibi virüse de kazık atmaya çalışırlar. Maskelerini ceplerinde taşırlar, bir kontrol sırasında çıkartıp mendil gibi “Aha burada” diye sallayıp gösterirler. Yurda girişlerde karantinaya takılmamak için ateşlerini düşük gösterecek dümenler yaparlar.

KOMPLOCULAR : Virüsle ilgili  hayal güçlerinin sınırlarını zorlayacak öyküler ve komplo teorileri  kurgularlar. Aslında bu laboratuvarda ABD tarafından üretilmiş bir virüstür; amaç Çin ekonomisini bitirmektir.
Aslında bu laboratuvarda Çin tarafından üretilmiş bir virüstür; amaç ABD ekonomisini bitir-mektir.
Laboratuvarda üretilmiştir ama sonra kontrolden çıkmıştır.
Amaç dünyayı ve yeniden şekillendirmektir, bütün insanlara çip takmaktır.
Bu uzaylılar tarafından yapılan bir saldırıdır.
Hepsinin doğru olduğunu varsaysak bile, bu virüsün insanları öldürdüğü gerçeğini değiştirmiyor tabii.
Komplo teorilerinin doğruluğu tartışılır elbette ama hepsinden pek çok film/dizi senaryosu çıkar hepsi de iş yapar.

77.GÜN
Canlı yayın kazaları artmaya başladı; bu kez daha farklı bir yellenme olayı var. İktidarın sözcülerinden biri cemaatle iş birliğini, yapılan komploları şecaat arz eylerken söylenen sirkat gibi ağzından kaçırdı. Sonradan edilen istifa bu lafları çıktığı yere sokmaya yetmedi, o yellenmelerin geriye doğru gitmediği gibi.

78.GÜN
Dipsomani, bir çeşit alkol bağımlılığıymış. İçmeye başlayınca kendini tutulamayıp şişenin dibini bulduruyor insana. Tabii sadece alkolde değil başka şeylerde de dipsomani olabiliyor. Örneğin abur cubur yemek konusunda, önlerine kase kase kuru yemişleri koyun kısa sürede bitirirler, yenilerini koyun onu da bitirirler ihtimal tokluk algıları da yoktur karınları doysa bile bunu hissetmezler. İsteseler de tutamazlar kendilerini, elleri sürekli olarak gider çerez tabağına ve dibini bulurlar. Sonra ciddi sağlık sorunları başlar tabii…
Balıklarda da dipsoman eğilimler gözlenir, akvaryum alanlara ilk tavsiye olarak her gün belli miktarda yem atmaları söylenir; fazla atılırsa balık yediğini anımsamadığı için (ki balık hafızası oradan gelse gerek) atılan her yemi yer ve sonunda çatlar. Bazı çocuklar bu durumu bilmedikleri için bütün iyi niyetleriyle balıkları beslerken ölümlerine neden olurlar sonra da üzülürler.

İktidarı oluşturan tüm bileşenlerin genel karakterine baktığımızda sürekli olarak rant sağlama çalışmaları olduğunu görüyoruz örneğin buldukları her yeri birilerine satma veya her boş bulunan yere bir AVM dikme merakı. Salgın döneminde AVM’lerin gözden düştüğü dönemde bile engellenemez AVM tutkusu sürüyor. Kesin teşhisi koyabiliriz artık bu bir hastalıktır adı da dipsomanidir; ivedilikle tedavi gerektirmektedir. Yoksa sonunda dibi bulacakları kesin tabii o zamana kadar çatlamazlarsa.

79.GÜN
Amerika’da Krifsof Kolomb’un heykelleri yıkılıyor; adamın sömürgeci olduğunu bunca yıl sonra anladılar nihayet.
Trump’un bizimkini rol model aldığı konusu bir espri olmaktan çıktı. Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, “Olayın Gerçekleştiği Oda” kitabında Halkbank davasında yargıya müdahale ettiği savcıları görevden aldığını açıkladı. Amerika gibi olamadık ama Amerika’yı kendimize benzeteceğiz galiba.

80.GÜN
LGS sınavları yapılsın, yapılmasın konusundaki papatya falı sonucu sınavlar yapıldı.
Okullara bakan arkadaş “Mecbur değilsiniz isteyen katılmasın.” , diyerek ne kadar özgürlükçü biri olduğunu kanıtladı.
Maske ve fiziksel mesafe kuralları sınav stresiyle uygulanmadı. Gene iç içe, nefes nefese görüntüler verildi. Yalaka basın suçu velilerle öğrencilere yükleyip “Bu ne rezillik velilerle öğrenciler çaktı” diye manşetler attı. Ama netice bunun rezillik olduğunun farkındalar, bu da bir kazanım sayılır.

81.GÜN
Trump “Fazla test yapmayın artık, test yaptıkça vaka sayıları ortaya çıkıyor.” demiş. Beyaz Saray’dan da hemen açıklama gelmiş “Şaka yaptı şaka yaptı.” diye. Bizde devrilen çamdan sonra “Öyle demek istemedi böyle demek istedi” diye açıklama yapan danışmanlar gibi.
Galiba falan değil kesin benzettik kendimize. Sanıyorum covid 19’dan daha bulaşıcı bir virüs bu, Trump’a fena bulaştırmışız, artık Amerika düşünsün bundan sonrasını.
Amerikan seçimleri kasım ayında oluyor, Trump daha yeni seçilmemiş miydi yahu? Dört yıl ne çabuk geçiyor, daha dün gibi. Gel de dehşete kapılma.

82.GÜN
“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.”, demiş Özdemir Asaf.
Aslında Covid 19 da herkese aynı oranda bulaşıyor ama nedense birinciliği 65 yaş üstüne verdiler.

83.GÜN
Patron formülü buldu sanırım; Maske, Mesafe, Temizlik üçlüsünde bir taktim tehir yapınca iş bitiyormuş. Yani Temizlik, Maske, Mesafe yani TMM, yani “Tamam.”
Aslında işin vatandaşa düşen kısmı o kadar da zor değil. Deprem meselesinde de öyle; deprem çantası hazırlayacaksın, içine el feneri, battaniye, düdük, bir şişe su, iki kraker, bir eşofman koyacaksın. Deprem olup da evin başına göçerken çamaşır makinesinin yanına konuşlanacaksın ki bir hayat üçgeni oluşsun, neticede kefeni yırtarsan, düdüğü çalıp yerini bildireceksin, eğer tek parça halinde çıkartılırsan ne mutlu sana. Yani depremle yaşamayı öğrendiğimiz gibi virüsle de yaşamayı öğreneceğiz. Ama işin büyük kısmını yapması gerekenler ne yapıyor acaba? Sanıyorum onların da AVM ile bir sınavı var bu konuda?
Deprem toplanma alanları AVM oluyor, salgında ilk kapatılması gereken AVM’ler açılıyor.
Hadi bakalım ateyizler bunu da açıklayın, bu da mı tesadüf?

84.GÜN
Tatil Bakanı, iyi tatiller olsun diye Okul Bakanını dolduruşa getirip sınavları erkene aldırdıktan sonra pek bir keyiflendi. Turizm işlerinin gayet iyi olduğunu söylüyor bu konuda dünya sıralamasında ilerdeymişiz başka ülkeler turizm sezonunu açmak konusunda kararsızken biz açmışız. İhtimal bu konuda bizi kıskanıyorlardır. Sorun da burada zaten.

85.GÜN
Mahkeme kararıyla “Bilal’e anlatır gibi anlatmak.” ve “Emine Hanım’ın çantası.” ifadelerini kullanmak yasaklandı. Temel ile İdris birbirlerine hep aynı fıkraları anlatıyorlarmış bir süre sonra sıkılmışlar ve fıkralara numara vermişler, örneğin “1 numara” dediklerinde “Kaz uçar da Laz uçmaz mı?” fıkrası olduğunu anlayıp gülüyorlarmış. Bu ifadelere de numara vermek yi bir yöntem olabilir “Beş gibi ” dendiğinde anlayacaksanız ki “Bilal’e anlatır gibi anlatıyorum”, denmek isteniyor;  “Yedi” deyince de hanımefendinin çantası anlaşılır; ama birden çok çantası olduğundan her çanta için ayrı bir numara gerekebilir.

86.GÜN
Sosyal medyaya en fazla hâkim olan Z Kuşağı Trump’u fena halde tufaya getirmiş.
19 bin kişilik salonda yapılacak miting için sosyal medya uygulaması TikTok üzerinden             1 milyondan fazla başvuru yapılmış sonra gele gele 6200 kişi gelmiş. Bu Z kuşağından korkulur, fena geliyorlar.


 87.GÜN
Gene yürüyüşler sürüyor, en son barolar yürüdü. Ankara’nın sınırında tıkanıp kaldılar, biraz da dayak yediler. Halbuki geçip gitseler bu salgın hengamesi içinde kaynayıp gidecek kimsenin pek umuru olmayacaktı. Engelleniyorlar, dövülüyorlar, su bile vermiyorlar; alışveriş yaptıkları mekanları bir bahane bulup kapatıyorlar. Bu sayede gündemin birinci maddesi oldu. Acaba birileri böyle olsun diye “Mahsus mu yapıyorlar?”, diye düşünmeden edemiyorum. 
Bu arada Baroların en başındaki arkadaşın ne yaptığını anlayan pek yok sevgi böceği edasıyla “Yürüsünler yürümekle yollar aşınmaz, onlar yürüyerek hak arar, biz durarak; yürüyen de yürümeyen de sağ olsun.” türünden açıklamalar var. Zaten var olan yürüme hakkı için izin alınması gerek, diyor; bunun için elinden geleni yapacağını söylüyor.
Mecburen ziyarete geldiğinde fena halde madara edildi, baro başkanları arkalarını dönüp enselerini gösterdiler. Beynimin bir yerinde bir hergele var sık sık “onu öyle yapma böyle yap” diye akıl verip başımı belaya sokacak işler yaptırıyor. Bazen de benimle dalga geçip sinirlendiriyor; şimdi de “Zamanında bu adamın Cumhurbaşkanı adayı olma ihtimali aklından geçirmiştin.”, diyerek tepemi attırıyor, yahu o zaman da aklıma sokan sendin zaten; dedim ya hergele işte.


SON DAKİKA NOTU: Zaten var olan yürüyüş hakkı için izin çıktı; Nasrettin Hoca’nın kayıp olan eşeğini bulmasının zaferiyle yürüdüler. Tabii bu zafer sarhoşluğu arasında yürüyüşün asıl nedeni olan konular umarım gümbürtüye gitmez.
88.GÜN
Son yılların en talihsiz adamı sanıyorum Sağlık Bakını olsa gerek.
Salgının bitmediğini biliyor ama söylemeye dili varmıyor, söylemeye de içi el vermiyor; iki arada bir derede kalmış durumda, gerçekten acıyorum haline.

89.GÜN
Z kuşağı dünyanın her yerinde fena çakıyor. Z kuşağının bir lideri, yönlendiricisi yok sanki telepati yoluyla organize olup ortak hareket ediyorlar. Trump’dan sonra bizimki de fena dislayk edildi.  Youtube yayınında “Oy yok, oy yok, oy yok” diye mesajlar yağdı aktroller bile bu kadarını beceremezdi.
Bu çocukların kimseye müdanaları yok, hiçbir yel umurlarında değil. Fazla okumuyorlar ama internete hakimler, bilgiye kolay ulaşıyorlar; ama o bilginin sağlıklı olup olmadığı tartışılır. Fazla lafa dinleyince sıkılıyorlar hemen yani iki cümlede derdini anlatamazsan kalkıp gidiyorlar yanından iyot gibi kalıyorsun ortada. Ama damarına basarsan yandı gülüm keten helva, yerin dibine sokuyorlar. Önümüzdeki yılların belirleyicisi onlar ve bunun farkındalar. Ne diyeyim yolları açık olsun. Tabii Z bin de Z’den sonraki kuşağın ve kuşakların durumu var, öncelikle onlara ne denecek? Herhalde Z-1, Z-2, Z-3 diye devam ederler.

90.GÜN
Tek bayrak, tek millet, tek vatan ama çok baro. Baro Başkanı ve Adaletin Bakanı “Böyle bir düzenleme yok” dedikleri günün akşamı baroların bölünmesi için hazırlarmış önerge meclise gönderildi. Bakanın da başkanın da samimiyetinden şüphe yok, demek ki haberleri olmamış. Kararı veren irade nezaket için de olsa hadi başkanı geçtim bari bakana söyleyeydi.

91.GÜN
LGBTİ haftasında nefret söylemleri hedef gösterir sertlikte başladı…
Damada damat demenin yasaklanmasının abukluğu içindeyiz…
Hanımefendinin çantasının anımsattığı için çanta demek de uygun değilmiş.
Vaktin zamanında bir haşmetlinin haşmetli burnunun çağrıştırır diye “Burun” demek de yasaklanmış bu yüzden coğrafya kitabı yazarları zor durumda kalmışlar “Ümit Burnu’nu nasıl yazacağız?” diye.

92.GÜN
Haşmetli burunlu Abdülhamit’e sahiplenme virüs gibi pik noktasında. Televizyonda Abdülhamit eleştirisi yapan gazeteciye RTÜK başkanından gecenin bir vakti “Soruşturma açtık” mesajı geldi. Hani amiyane deyimle “Öper misin sabaha mı bırakırsın?” derler ya, a arkadaş sabaha da bırakmamış. Belli ki acil gelen bir telefonla buyruk verilmiş.
TRT’de oynayan Abdülhamit dizisinin diyaloglarının aynı merkezden geldiği söylentileri biraz doğru gibi sanki. Zamanında şimdi kapatılmış başka bir kanalın dizisinin içinde de Pennsylvania’dan yazılmış diyaloglar monte edilirdi. 
Biri sanki Abdülhamit’le özdeşleşmiş gibi.
Yoksa Abdülhamit’e bu kadar sahiplenmek niye, kendi soyundan gelenler bile “Ben Abdülhamit’in torunuyum” diyor.
Abdülhamit’in torunu olduğuna göre demek aynı zamanda “Fatih’in de torunu oluyorsun.”
Ben olsam dedeliği oradan başlatırım “Fatih’in torunuyum” demek daha havalı değil mi?

93.GÜN
İstanbul Belediyesi Bellini’nin Fatih tablosunu alarak mükemmel bir gol attı.
Bilen, bilmeyen, bildiğini zanneden herkes yorumlara başladı hemen.
Bu israftır…
Hayır bu yatırımdır; yatırımlar durduğu yerde değer kazanır, altın gibi, ev gibi, döviz gibi, mücevher gibi. Tablo da çok iyi bir yatırım aracıdır istediğin zaman daha yüksek fiyata satabilirsin.
Ama lüks otomobil alsan ikinci el olacağı için aynı fiyata satamazsın misal. Hele hele ziyafetler düzenlesen, abuk sabuk vakıflara bağış yapsan, yetenek yoksunu futbolcuları transfer etsen o para gitti gider.
Bir daire fiyatına alınan Rönesans eseri için kelepir diyebiliriz ancak.
Bellini mi yapmış acaba?
Fark etmez en azından Bellini’nin atölyesi, yani onun gözetiminde aynı dönemin işi.
Fatih’in yanındaki kim? Şehzade mi, yoksa o dönemin bir başka kişisi mi?
Tarihçi arkadaş o dönemin Osmanlı geleneğine göre, öyle resmedilmez, böyle resmedilir, padişahla aynı seviyede olmaz diye “bilimsel” açıklamalar yapıyor.
Bu resmin nasıl yapıldığını sanıyor acaba?
Fatih karşısına bir kişiyi alıp fotoğraf çektirir gibi poz vermedi herhalde?
Ressam memleketinde atölyesinde hayalinden yaptı resmi, karşısına da hayal gücünü kullanıp birini koydu, kim bilir belki de kendi portresini yapmıştır, belli mi olur? Bunun için kimseden izin alacak hali yok.

94.GÜN
Kerime hanım ile beyinin (damat demedik) bir çocukları olmuş.
Bunu sosyal medyada duyurmuş, altına densiz biri uygunsuz bir yorum yazmış.
Elemanı almışlar tabii hemen, sonra benim hüsnü niyetli vatandaşlarım kınamışlar hemen “Kim olursa olsun bir kadına öyle söylenmez”, diye.
Hemen sonrasında da o elemanın aslında bir aktrol olduğu, ortalığı karıştırmak için özellikle o mesajı attığı söylenmeye başladı. Yani kötü bir provokasyon vakası varmış. İyi de niye yapasınmış.
Ve nihayet Vehbi’nin kerrakesi ortaya çıktı; büyük patron bu olayı kınarken “Youtube, Twetter, Netfilx gibi sosyal medyayı kaldıracağız” diye gerekli mercilere işareti çıktı.
Sanıyorum önümüzdeki günlerin en ciddi tartışma konularından biri olacak ve sosyal medyaya yakında veda edeceğiz.
İlginçtir Youtube’u en başta söyledi eh o dislaykların öcünün bir şekilde alınacağı belliydi.
Bu arada paralı film kanalı olan Netfix de bu karambolde sosyal medya kategorisine sokulup gümbürtüye gidecek sanki.

Son dakika notu:  Tele1 ve Halk Tv  5 gün bolunca kararıyor…


95.GÜN
Uygulamada kalkmış görünen karantina tüm benliğimizde devam ediyor.
“Karantinalı mıyız, karantinasız mıyız?” ikilemi içinde toplum olarak kimlik bunalımı yaşıyoruz. Her yer açık, ama gitmeseniz iyi olur, toplu taşıma serbest ama binmeseniz iyi olur, denizler açık ama girmeseniz iyi olur; AVM’ler de bulaşma ihtimali yüksek ama gitmeseniz bu defa oradaki arkadaşlar iflas edecek. Okulları açmayalım diyoruz ama okullara bakan arkadaşın okullarında paralar peşin alındı şimdi nasıl iade etsin? 

96.GÜN
Yöneticilerimiz salgını bize unutturmak için her fedakarlığı yapıyor sağ olsunlar.
Tabii asıl unutturulmak istenen insanların karınlarının aç olduğu. Ama bu pratikte pek mümkün değil sanki, biraz unutur gibi olsa da karnının gurultusunu duyunca gene anımsayacak. Yani bu konuda yapılan girişimlere karınlar tok.
Bugün baro parçalı bulutlu. Yargının iki ayağı çok öncesinden halledilmişti, iddianame olmadan insanları yıllarca içeride tutan kararların ağırlığını sekreterinin kalçasına “fıstık gibisin” diyerek şaplak atan patronu “Babacan” bulup beraat ettirerek dengeleyen Hulusi Kentmen tarzı babacan hakimler artmıştı!
“Üçüncü ayak olan savunmaya da sıra gelecek mi?” stersi nihayet son buldu, artık herkes rahatladı. Barolar bölünüyor.
Bundan sonra hangi baro* hangi baroya girsin tartışmaları yaşanacak artık.
“Kendi baronu kendin yap” diye; barolar reklam kampanyaları düzenleyerek kendilerine müşteri yani avukat çekebilir; ilginç sloganlarla karşılaşabiliriz.
“Kooş avukat koş, batan adaletin malları burada.”
“En hakiki baro bizim baro.”
“Tut şu baronun ucunu döşeyelim abi.”
“Takıl bizim baroya uçuralım seni oraya.”
“Boru mu bu? Baro bu baro.”
“En şahane barolar* bizim baroda.”
“Pasaportun yeşil, cüppen cepli olsun, AKBARO”
“Tek celsede beraat garantisi: BADEMLİ BARO”
“Savcıyla Kanka, Yargıçla Pampa; ENSEYE TOKAT BAROSU”

*Baro: Argoda herif.

97.GÜN
Cinsiyet eşitliğiyle ilgili temel kuralların belirlendiği altında imzamız bulunan İstanbul Sözleşmesi’nden “Nasıl geri adım atabiliriz?” çalışmaları var. Geri vitesle gitme konusunda ustalaştık artık çok rahat atarsınız endişelenmeyin. Kadın cinayetlerini, çocuklarla evlikleri doğal karşılamak için öncelikle o imzanın çekilmesi iyi olur tabii. 

98.GÜN
Tunceli’de Dağ Keçilerinin avlanması için ihale açılmış, nesli tükenmekte olan keçileri avlamak için teklif verecekler, en yüksek teklifi veren tüfeğini alıp keçileri indirecek zevkine. Zaten biliyorduk hiç kuşkumuz yoktu, bunlar doğaya, yeşile, havaya, suya, ormana, kuşa, balığa, keçiye, kelebeğe, güzel olan her şeye düşman, bunlar doğaya düşman. Nasıl bu kadar kötü olunabilir? Eski filmlerdeki abartılı kötü adamların bile bir insani yanı vardı yahu.

99.GÜN
Bir havai fişek fabrikası bir gün arayla iki kere patladı; daha önce de birkaç kez patlamış zaten. Bu özelliğiyle Guinness Rekorlarına aday olabilir ve kesin kazanır. İlk patlamada patronun morali düzelsin diye bir ziyafet verilmiş, ikinci patlamada da bir sabah kahvaltısını hak etmiştir sanırım. Doğrusu havai fişeğin yararsız, hiçbir faydası olmadığı gibi doğaya zarar veren bir nesne yüzünden bu kadar can kaybedilmesi çok acı. Patron bir de açıklama yapmış, ben devlet yararına üretim yapıyorum, türünden laflar etmiş. Tabii havi fişek devlet tarafından nerede kullanılır bilemiyorum. “Acaba orada daha başka bir şeyler de mi üretiyorlardı?”, diye düşünmeden edemiyor insan. Bu korona yüzünden paranoyak olduk iyice.

100.GÜN
Gene salgını unutturma salvoları kapsamında Ayasofya, cami oldu. Atatürk’ün imzası iptal. Ayasofya müze konumundan çıktı artık, zaten orada serbest olan ibadet gene serbest bırakıldı. Duble yol yaptıktan sonra bir de Ayasofya’yı cami yaptı argümanı ortaya çıkıyor böylece. Artık işsizlik sorunu bitti böylece, mutfakta tencereler boş kalmayacak. Hristiyanlığa ait, ikonalar, freskler için özel bir ışıklandırma sistemi olacakmış, namaz sırasında kararacakmış.
Ama ışık düğmesinde olacak bir arıza sorun çıkartabilir. Minareden “Çav bella” çalındığında olduğu gibi yapılacak bir yanlış eylem cumanın ortasında kubbe ışığını açarak Meryem’i cemaati tepeden izler hale getirebilir ve milletin namazını sakatlar. Provokatörler için müthiş fırsat.  E peki müzeye girişte alınan epey yüksek miktardaki o bilet paraları ne olacak acaba?
İnsanlardan namaz kılması için bilet mi keseceksiniz? 
Gezmeye gelenden al ötekinden alma desen o zaman da karışır.
Misal, gezmeye gelen “İki rekât kılıp çıkacağım birader.”, diyebilir peşine adam takıp kontrol edecek halin yok herhalde; ama kapıda namaz surelerinden küçük bir sınava tabi tutmak mümkün. Bilen girer, bilemeyene bilet kesilebilir. Ancak diyelim ki  yabancı bir kafile gelip “Şöyle bir bakalım belki uhrevi hava içinde hidayete erip toptan din değiştirebiliriz.”, diye turu beleşe getirebilir. Sıkıysa içeri sokma.
Tabii bir de Ayasofya’nın işletmesi için ihale açılıp da bunun İsrailli bir firmaya verildiğini unutmayın; yani adamlar bilet kesip para kazanmak için o kadar masraf etmişler.
Bunun devamında Ayasofya’nın hemen yakınındaki Topkapı Sarayı’nı da müze olmaktan çıkartıp saray olarak kullanıma açmak ve payitahtın yönetiminin oradan yapmak uygun olmak uygun olur, tabii hilafeti kaldıran yasa da var sırada. 
Şaka bir yana bu durum iktidar kaybedilirken yapılan “Ya hero ya mero” hamlesi gibi; Cumhuriyet değerlerine topyekûn bir saldırı başlatılması gibi geliyor.
Bakalım CHP bunu fark edip usul gereği de olsun itiraz edebilecek mi?
Yoksa ensesine vurulup lokması alınan gariban olmaya devam mı edecek?


101.GÜN
Salgının bitmeyeceği artık kesin olarak anlaşıldı. Efendim havalar ısınınca azalır, eylüle doğru aşı bulunur, eylülde aşının denemeleri yapılır, eylül sonu aşılanırız kasımdan sonra da ver elini eski anormal laflarının bir oylama taktiği olduğu belli artık. Dünya Sağlık Örgütü, “Virüs farklı davranıyor, biz onu öğrendikçe o da bizi öğreniyor” açıklamasıyla virüsün akıllı olduğunu itiraf etti.
“Virüs bana bir şey yapmaz”, diyerek maskesini çenesinde taşıyan akılsızların çoğunlukta olduğu bir dünyada yeni koşullarla yaşamaya devam edeceğiz artık.

102.GÜN
İstanbul Sözleşmesi cinsiyet eşitliği üzerine ilkeleri belirleyen uluslararası bir sözleşme.
Zamanında imzamızı koymuşuz. Kadına şiddeti engelleme yoluna bir protokol. Ama şimdi bir pişmanlık var, imzanın geri çekilmesi gündemde “Tam okumadan imzaladık”, diyorlar. Doğrudur inanırım kesinlikle okumadan imzalamışlardır. İhtimal diğer sözleşmeler de aynı yöntemle imzalandı, yoksa geçilmeyen köprünün parasının ödenmesi gibi salak bir madde gözden kaçmazdı.
Kadına şiddetin önlenmesi konusu fena rahatsız etmiş muhteremleri; tabii kadına şiddet bir hak halbuki, en sevimli olanları “Dövün ama acıtmadan dövün” diye dövme taktikleri veriyor.
Diyanetin kılıçlı başkanı arkadaş da hanım kardeşlerine dayak yedikleri vakit, ses etmeyin ona sevdiği güzel yemekleri pişirin, zıkkımlandıktan sonra da çay demleyin; o güzel güzel çayını içerken munis bir şekilde “Muhterem beyim acep beni niye dövdünüz?”, diye sorun, diye tavsiyede bulunuyor, sözleşmeye ne gerek var? Bir çay demle iş bitsin.
Bir de İstanbul sözleşmesi olursa eşcinsellik artar diyenler var, eh pantolon alırken bile “Eşcinsel olacağım” korkusu yaşayanların çoğunlukta olduğu bir yerde sözleşmeyle de olur tabii…
Halbuki kadına “pozitif ayrımcılık” ayrıcalığı o meşhur “Yetmez ama evet” destekli referandumla verilmişti. Anımsayın o referandumun 3 havuç maddesi vardı.
-Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı.
-Kenan Evren’in yargılanması
-Kadınlara pozitif ayrımcılık
Pek çok liberal, romantik solcu ve aymaz aydın bu havuçlara sazan gibi atlayıp “Yetmez ama evet” dedi.
Sonuç; Anayasa mahkemesine bireysel başvuruldu ama o mahkemenin yapısı başka bir hale dönüştüğünden o başvuruların pek bir önemi kalması.
Kenan Evren yargılandı güya ama o muhterem de saksıya dönüşmüş olduğundan hiçbir şeyin ayrımında olmadı.
Kadınların pozitif ayrımcılığı kadın cinayetlerini engellemedi şimdi de İstanbul Sözleşmesinden çıkmaya çalışıyorlar.
Netice sıfıra sıfır elde var sıfır, gitti o güzelim havuçlar gittiiiiiiiiii.

103.GÜN
Yeni Türkiye’nin taraftarsız tek takımı Başakşehir’i elbirliğiyle şampiyon yaptılar. Salgın sırasında tatil edilmesi gereken liglere Katarlı yayıncının zarar etmemesi için devam edildi. Fena halde sağlıksız maçlar oldu, son anda tepeden gelen bir emirle liglerden düşme kaldırıldı, seneye yeni gelen takımlarla epey kalabalık bir lig olacak. Düşünmeden verilen son saniye kararlarının ciddi sonuçları oluyor. Nitekim Katarlı yayıncı Saad Saleh Al-Hudaifi açıklama yapmış “Bu kararı alırken niye bize haber vermediniz, biz burada eşek başı mıyız?” diye fırça atmış. İyi demiş helal olsun, heriflerle bu kadar enseye tokat kulağa parmak bir ilişkiye girerseniz olacağı bu, o parmak kulağına girer bir şekilde. Yarın defi hacete giderken de haber vermeniz gerekecek elin Katarlısına.

104.GÜN
Sosyal medyaya da sansür geldi sonunda; artık bu işlen vakayı adiyeden olduğu için doğal geliyor, şaşırmıyoruz. Geçmişlerinden utananlar “unutulma hakkı” istiyor, haksız da sayılmazlar “Eğer bir gün duyarsanız ki zengin olmuşum bilin ki mutlaka haram yemişimdir.”, diyen bir kişinin bunun unutulmasını istemedi doğaldır. Tabii balık hafızalı bir toplumda zaten anımsanması olanaksız, zaten söylenirken de buna güvenilerek söylenmiş. Ama sosyal medyanın nereye varacağı hesap edilmemiş, iki de bir ortaya çıkartıp insanın gözüne sokarsa balıklar bile evrim geçirip zeki canlılar sınıfına katılırlar.
Ama asıl vahim olan bu duruma alışmak. Nasıl olsa duyan olmayacağını bildiğimiz için bir şey söylemeye üşenir olduk.  Kuzey Kore olma yolunda uygun adım marş.

105.GÜN
Sağlık Bakanına acıyorum, iyi niyetli bazı şeyleri söylemek istiyor söyleyemiyor içine atıyor. Durum çok ciddi, bildiğiniz gibi demek istiyor, diyemiyor. “Temizlik tedbirdendir” diye bir tivit atmış “Temizlik imandandır” sözüne gönderme yaparak. Örümcek kafalı güruhtan tepki gelmiş, o da tatsızlık çıkmasın diye silmiş tiviti. Etme eyleme arkadaş, böyle korkup geri adım attın mı onlar bir adım daha üzerine gelir, sonunda kendini duvara sıkışmış bulursun. Neden korkuyorsun? Git üzerlerine. Bak o zaman ne kadar tırsak, ne kadar korkak olduklarını göreceksin.

106.GÜN
Bir baro başkanı “Biz devletiz her şeyi yaparız” diyen polisler tarafından gözaltına alındı. Başka sözüm yok sayın hâkim!
Baroların en başındaki arkadaş da başka çoklu baroya karşıyız derken şimdi çoklu baro mis gibi oldu, diyor.
Çok iyi film olur bundan vallahi, “BARO BAŞKANININ DÖNÜŞÜ”.

107.GÜN
Kurban Bayramı geldi her yıl sanki ilk kez yapılıyormuş gibi yapılan tartışmaları sanki ilk kez duyuyormuş gibi dinledik.
Kurban yerine, bağışta bulunsak olur mu?
Hayır ille de kan akacak.
Kurban ilkel dinlerden kalan bir gelenek aslında.
Sevdiği bir şeyi tanrıya hediye veriyor aslında.
Yani tanrıya rüşvet mi veriyor?
Tövbeeeeee çarpılacaksın.
Kitapta böyle bir şey yazmıyor.
Falan mezhebin falan yorumuna göre yazıyor.
Fakirler et yemesin mi?
Adam kurbanı kesip dondurucuya atıyor, kendi zıkkımlanıyor.
Yedi kişi birleşip bir danaya girdik sonra o dana ipini kopardı yedimize birden girişti.
Kurbanın üçte biri birinin, üçte biri ötekinin, üçte biri de berikinin olacak.

Seneye YGS’de şöyle bir soru gelebilir: Yedi kişi birleşip bir danaya gidiyorlar, her biri yedide bir hisse alıyor, her biri yedide birin üçte birini birine, üçte birini ötekine, üçte birini de berikine veriyor; bu durumda birinin, ötekinin ve berikinin alacağı toplam hisse ne kadardır?

108.GÜN

Caretta Caretta kaplumbağalarının sayısı artmaya başlamış. Salgının olumlu yanlarından biri daha. İnsanlar karantinaya çekilince sahillerde yumurtaları yok edenler de olmuyor. Mekânın gerçek sahipleri de ortaya çıkıyor.

 

109.GÜ

Ruslar aşıyı bulduk diyor, güvenilir mi değil mi kuşkulu. Bizde bırakın aşıyı testlerin güvenilirliği bile şaibeli. Bir milletvekiline ayda sekiz test yapılmış, çarpın milletvekili sayısıyla.

Şu kadar test yapıldı derken verilen sayı kelle sayısı değil yapılan test sayısı yani. Tabii testlerin bazısı negatif bazısı pozitif çıkıyor. Sanki kazı kazan gibi, bazen çıkıyor bazen çıkmıyor. Hangisine güveneceksin, pozitiften sonra yaptırdığın test negatif çıkarsa sevinecek misin şimdi? Bir sonrakinin pozitif olmama garantisi var mı? Pozitif çıkan negatife dönünce virüsten tamamen arınmış mı oluyor yoksa taşıyıcı, bulaştırıcı olmaya devam mı ediyor? Misal Fatih Terim şu an negatif ama önceden pozitif çıktığı için taşıyıcı konumunda mı, yolda karşılaşınca “Ne olacak Galatasaray’ın hali?” muhabbetine girelim mi, yoksa hemen karşı kaldırıma geçip oradan uzayalım mı? Bu virüs böyle kafa karışıkları yaratıp bizimle fena halde dalga geçiyor, artık virüsün akıllı bir canlı olduğuna iyice ikna oldum.

 

110.GÜN

Genelev kraliçesi olarak bilinen Manukyan’ın mirasçıları epey artmış, ciddi bir kavga başlamış aralarında. Amma da “kadın simsarı” olma meraklısı varmış. Şaka maka ortada ülkenin her yerinde yüzlerce gayrimenkul var. Bu arada “genelev” kelimesi magazinsel, ajite edici, kışkırtıcı bir ifade olduğu için manşetlerde öne geçiyor.  Elbette bu kadar mal genelev geliriyle alınmış değil, genelev geliri diğer malların yanında devede kulak. Tabii ki madam evlerin kapısında durup eski filmlerdeki mamalar gibi “Zo gelesiniz kızlar içeridedir”, diye müşteri karşılamıyor. Madamın asıl işi borç para vermek, bildiğimiz tefeci yani. Borcunu ödeyemeyenin de gayrı menkulüne çöküyor. Genelevler de bu yolla kendi üzerine geçiyor anlayacağınız. Ama evlerine el koyduğu zavallıların ahı tutuyor ve otomatikman pezevenk unvanına sahip oluyor. Biraz da işine gelmiş olsa gerek çünkü tefecilik unvanı yanında daha masum. Bir de vergi rekortmenliği var bu da çok doğal, kayıtlı malların geliri gideri belli üstelik gelir o kadar çok o kadar çok ki bir de vergi kaçırmaya gerek görmeden ödüyor. Tabii birçok muhterem holding patronun da önlerine geçen kendilerinden daha muhterem hanım karşısında boyunları epey büküldü.

Ama hep merak etmişimdir, vergi rekortmenlerine törenle plaket veren maliye bakanlığı yetkililerinin halini.

“Plaketi siz verin sayın bakanım.”

“Yok olmaz benim işim var, hem plaket verirken karizmamı çizdiririm; fotoğraf falan çekerler, yarın öbür gün karşıma çıkarırlar. Altına da ‘Bakanla pezevenk yan yana’, derler parantez içine de ‘Bakan sağdaki’ diye not düşerler. Plaketi sen ver müsteşar bey.”

“Benim de o gün bacanağın oğlunun nikahı var, müsteşar yardımcı sen ver.”

“Aksi gibi ben de o gün raporluyum müsteşar bey. Hesap uzmanı Cafer Bey sen ver.”

“Ben üzerine afiyet ishal oldum, kaçırıp duruyorum, tören sırasında kaçırırsam biçimsiz olur.”

“Acaba çöp mü çeksek, kısa çöpü çeken versin.”

“Ya bu da ne diye rekortmen olur her sene? İnsan biraz vergi kaçırır. Bak kaçırsın vallahi soruşturma açarsam şerefsizim.”

 

111.GÜN

Doğumuz da batımız da kaynıyor; savaş çıktı çıkacak.

Ondan sonra da artık pandemi devam ediyormuş, dolar tavan yapıyormuş, ekonomi batıyormuş hepsi geri planda. Seçim bile erteletir bu durum… Epey bir el rahatlatır bazıları için nasılsa kendi tuzları kuru.

 

112.GÜN

Numan Kurtulmuş; türdaşları gibi etek altından gitmeye devam ediyor…

Evlenmeyen, tek yaşayanlar sıkıntı yaratıyormuş…

İhtimal küçük ortakları Devlet Bey’e laf çakıyor.

 

113.GÜN

Damat ve gasteci Ahmet televizyonda çokomel ve etipuf reklamı yaptılar fena halde.

RTÜK’ün bir ceza kesmesi zor ama ürün sahipleri bu reklamdan dolayı bir iki sakal atarlar herhalde. Bu arada sosyal medyadaki “Burası çok önemli, çokomelli” mavrasından haberi olmayanlar “Ne diyor bunlar kafayı mı sıyırdılar?” diye baktılar öyle. Tabii dolar artışı sorusuna “Sana ne maaşını dolarla mı alıyorsun?” diye yanıtlayıp üstüne üstelik yumruğunu kaldırıp “Tek yol devrim” demesinden sonra iyice ikna oldular.

 

114.GÜN

Galata Kulesi’nin dibi darbeli matkapla delindi; restorasyon işlemleri yandaş müteahhitte verilince o da kendi zevkine kendi meşrebine göre yapıyor. Yakında kulenin tepesine çekme kat çıkarsa şaşırmayın. Laz müteahhit tipleri sadece karikatürlerde değil elbette.

 

115.GÜN

Muharrem İnce gene dolduruşa geldi “1000 Gün” hareketini başlattı. Ne olacak ne yapılacak, yanında kimler olacak orasını kendi de bilmiyor büyük ihtimal. Herhalde “Kervan yolda düzülür” diye yola çıkıyor olsa gerek ama burada durum “düzülür” ifadesinin argodaki anlamı gibi olacak sanki. Hele hele istisnasız bütün yandaş kanalların reisin konuşmasını bile erteleyip naklen vermesine bakılırsa manzarayı umumiye hiç iç acıcı görünmüyor.

116.GÜN

Düğünler bir saatle sınırlı olacak; yemek ikramı yok, halay yok, 65 üstü yakınlar yok, çocuklar yok, takı töreni yok aslında düğün yok diyecekler ama bunu dolambaçlı yoldan söylüyorlar. Bir tek gelinle damat dans edecek. Her düğüne bir kolluk gücü gelecek, sıkı denetim var.

-Hop sen göbekli, otur yerine halay yasak.

-Ben tuvalete gidiyordum.

-Tuvalet kapalı orada da bulaş var.

-Sıkıştım ama.

-Eve kadar sık dişini, hem ikram falan da yoktu bu ne çişi böyle?

Sanki düğün yapmak, halay çekmek zorunda insanlar; gelenekler öyle bir şartlamış ki.

Gitme düğüne arkadaş, böylece çeyrek taktım, gram taktım stresinden de bu bahaneyle kurtulursun.

Kendini düğün yapmak zorunda hissedenler de sıyırır; zaten düğün yapsanız kimseye yaranamayacaksınız. İlle de bir şey bulacaklar; oturdukları yeri, yedikleri yemeği, gelinliğinizi, damatlığınızı, saç modelinizi çekiştirip duracaklar.

Reis, kendince bir yöntem bulmuş.

“Düğünlere gitmeyeceğim, düğün sahiplerini makamımda kabul edeceğim, ayağıma gelip kendilerini tebrik ettirecekler, ben de hediyelerini vereceğim.” dedi.

Tabii gelinle damat açısından ekstra bir angarya; onca telaş içinde bir de saraya gitme stersi. Tabii huzura kabul için de illa Kovid testi yapılacak, onun sonucunu bekleyeceksin, strese bakar mısın? Gitsen bir türlü gitmesen bir türlü.

 

117.GÜN

Giresun’da sel felaketi; suçlu gene halk oldu.

“Neden dere yatağına ev yaptın, kime sordun?”

“E sana sordum, yap dedin.”

“Niye bana sordun, ben kendini camdan at desem, atacak mısın? Salak mısın sen?”

 

 

 

 

118.GÜN

Coronavirüs, kimyamızı da bozdu galiba; zaman zaman zombilere dönüşüp karşımızdakini paralamak ihtiyacı duyuyoruz sanki. Buna bağlı olarak linç mevsimi başladı; sosyal medya linçleri yargı kararlarında etkili bir unsur haline gelmeye başladı artık.

Biri hakkında “Bu rezili hemen tutuklayın” türünden fetvalar yaygınlaşınca suçun niteliğine hatta suç olup olmadığına bakılmaksızın tutuklama kararı gelebiliyor.

Bir yazarın halk söylencelerinde anlatılan bel altı, sakil bir öyküyü çocuk kitabında yayınlayınca kıyamet koptu ve vatandaş tutuklandı. Ama tilkinin ayıya tecavüzünün masalını yazan tutuklanırken bir kıza tecavüz edip ölülüne neden olan “aslan” aslanlar gibi devletin sırt sıvazlamasıyla dışarıda.

Bu arada yalan yanlış, yarım yamalak bilgiler ortada dönmeye başladı.

“Kültür Bakanlığı nasıl bu kitaba bandrol verirken hiç mi denetlemiyor?” dendi.

Hayır efendim denetlenmiyor, iyi ki de denetlenmiyor, denetim olursa sansür olur zaten; bandrol telif hakları kontrolüyle ilgilidir. Bir suç varsa sonradan savcılık gerekeni yapıyor, nitekim de yaptı görüldüğü gibi. Linçe katılanlar arasında da aklı başında diyebileceğimiz insanların da olması şaşırtıcı. Artık nasıl bir toplumsal paranoyaya kapıldıysak?

Bu arada bel altı, sadizm veya zoofili içeren anlatımlar, Mevlana’da, Nasrettin Hoca’da hatta Necip Fazıl’da bile mevcuttur. Bunlar yasaklanmamalıdır ama okullara da tavsiye edilmemelidir elbette. Sapla saman fena halde karışıyor.

Bu kitaptan sonra Ferhan Şensoy’un da Boris Vian etkileri taşıyan kitabındaki kurgusal karakterin zoofil yaklaşımları Zülal Kalkandelen’in tepkisiyle bir linç girişimine uğradı.

Zülal Hanım kitabı okumamıştı sadece sosyal medyada yayınlanan bir sayfasına göre hüküm vermişti.  Oysa Zülal Kalkandelen de kısa bir süre önce hayvan hakları savunuculuğu yüzünden sıkı bir linçe uğramıştı. Yani linç edilen de bir süre sonra başkasını linç edebiliyor.

Hani vampirin ısırdığı da vampir olur ya onun gibi sanki.  

Son olarak iki gün önce sakıncalı çocuk kitabına tepki gösteren Işıl Özgentürk de Batman’da  töre yüzünden hayatını kaybeden, tecavüze uğrayan kadınların durumunu yazdığı için fena halde linçe uğradı, faşist ve tecavüz savunucusu ilan edildi. Linçi yapanların içinde aklı başında sandığımız kişiler de var demek akıl bazen baştan çıkabiliyor; böylece Özgentürk’ü Linç eden iktidar yanlılarıyla aynı çizgiye gelme başarısını da göstermiş oldular.

Sanıyorum insanlar okumaya üşeniyorlar, okuduklarını da yarım yamalak okuyup ters taraflarından anlıyorlar. Birinin “Bu rezil, böyle demek istemiş” diye yorumlayıp ilk taşı atınca arkası geliyor.

“Ama öyle dememiş ki” diye başlarsanız cümleniz bitmeden bir taş da size gelir.

Fazla uzatmayayım bu konuyu ortam gergin, insanlar yanlış anlamaya en ufak bir sözünüzde linç etmeye hazır. Virüsün etkisi olabilir diye düşünüyorum. Ne olur ne olmaz.

 

119.GÜN

Dönemin Milli Eğitim Bakanı , “Mektepler olmasa maarifi iyi idare ederdim” diye bir espri yapmıştı. Şimdiki ciddi ciddi söyledi, “Öğretmen maaşları bakanlığa yükmüş.”

“Aman vekil maaşları öğretmen maaşlarını geçmesin” diyen Atatürk’ten bugünlere geldik.

Maaşlar olmasa her şey yolunda gidecekmiş.

Muzaffer İzgü “Yumurtadan Çıkan Öğretmen” kitabında düşük maaş yüzünden seyyar satıcılık yapmak zorunda kalan öğretmeni anlatır.

Demek o maaş bile yük geliyormuş eğitime bakan arkadaşa.

 

120.GÜN

Patron Giresun’da otobüsün üzerinde altta birbirine kaynamış halde izleyenler bir seçim günleri nostaljisi yaşanıyor.

Patron sesleniyor, “Düğün, cenaze, taziye, tatil gibi toplu etkinlikler virüsün yayılma alanı haline dönüştü. Hele hele plajlar, buralar ayrı felaket."

Aşağıdan “Hüloğğğ” sesleri.

Patron “Şimdi keyif çayı zamanı” diyerek aşağıdakilere çay fırlatıyor.

Çay kapmak isteyen kaynaşmış kitle daha da kaynaşıyor.

Covit-19 da keyif çayını içerken ellini ovuşturuyor.

 

121.GÜN

Batman’daki tecavüzcü dışarıda; içişlerine bakan vatandaş anlaşılmaz bir şekilde onu korur havasında, Barış Atay bu durumu eleştiriyor, bizim vatandaş da “Dikkat et de yakalanma” diye tehdit ediyor. Bu hedef gösterme karşılığını buluyor Barış Atay bir grup tarafından darp ediliyor. Vaziyet korkunç, Coronavirüs yanında bir de zehirli iktidar virüsü sardı her yanı.

İlkini maske ve fiziksel mesafeyle biraz olsun idare ediyoruz ama ikincisinin çaresi de yok nerede olursan ol gelip seni buluyor.


122.GÜN

Sabah maskemi takıp, 200 metre ötedeki markete gitmek üzere çıktım; marketin kapısına yaklaşırken arkamdan bir ses duydum.

-Hop beybaba!

Üstüme alınmadım yürüdüm.

-Hoooop kime diyoruz alooo, beybaba dedik.

Dönüp baktım, kahverengi üniformalı, maskeleri çenesinde iki yeni nesil bekçi.

-Beybaba diyoruz, niye bakmıyorsun?

“Kardeş” hitabından “Abi”’ye geçiş pek rahatsız etmemiş hatta biraz gururlandırmıştı sonra “Amca” hitabı epey buruklaştırmıştı ama ona da alıştık ancak “beybaba” gerçekten yıkım oldu doğrusu.

Arkadaşına döndü;

-İhtiyar olduğu için kulağı duymuyor, herhalde, efendi baba nereye böyle?

Normal bir durum olsa fena halde bir yanıt verirdim ama durumun fena halde anormal olduğu belliydi.

Bu kahverengi gömlekliler tarihteki hemcinsleri gibi görevlerinin sınırlarını bilmeden iyice havaya girmişlerdi; geçenlerde maskesiz diye bir adamı yere yatırarak ters kelepçe takmışlardı. Bu yüzden sularına gitmekte yarar vardı.

-Markete gidiyorum, diye sırıttım.

-Saatten haberin var mı senin?

-9.30

-65 yaş üstüne sadece sabah on akşam sekiz arası serbest olduğunu bilmiyor musun? Şu an sana yasak, cezası var.

-İyi de ben 65 yaş altıyım.

-Tipin hiç öyle göstermiyor, nereden baksan 70 varsın.

Sövmemek için kendimi zor tutuyorum, tabii “Siz önce maskelerinizi doğru takın” da diyemiyorum, sonra yere yatırılıp ters kelepçe olma ihtimali kuvvetli.

Kimliğimi uzatım, incelediler; biri parmak hesabı yapıyor.

-Lan 59 doğumlu olunca kaç oluyordu?

Ben içimden sövüyor görünmemek için sürekli sırıtır vaziyeteyim.

İşin içinden çıkamıyorlar, ben işin içinden nasıl çıkacaklarını merak ettiğim için yol göstermiyorum. Sonunda amirlerini aramaya karar verdiler, telefonunu tuşladı.

-Amirim şu an 65 yaş üstü olduğundan kuşkulandığımız bir şahısla beraberiz, şahsın doğumu 1959 olarak görünüyor ne emredersiniz?

Telefonda bir süre bekledi, rengi önce kırmızıya sonra yeşile döndü.

“Emredersin, amirim” dedi kapattı; arkadaşına döndü;

-İkimize de fena sövdü, gidip analarımıza soracakmışız.

Sonra bana döndü,

-Ulan senin yüzünden fırça yedik amirimizden.

-Peki ne yapacağız, bu şimdi 65 altı mı üstü mü?

Fazla oyalanacak halim yoku, “Yahu bulunduğumuz yıldan 1959’ u çıkartırsan yaşımı bulursunuz” dedim.

Beyin devrelerinin yandığı belliydi, bunu yapamayacaklarının farkındaydılar, kimliğimi uzattı.

-Tamam, git ama bir daha karşılaşmayız inşallah.

-Aynı fikirdeyim, deyip uzaklaştım.

Arkamdan konuştuklarını duyuyordum.

-Kesin 70’i var…

 

123.GÜN

Anlaşıldı ki bu salgın öyle kolay kolay bitmeyecek; uzun bir süre daha bununla yaşayacağız.

Şu an için 65 yaş üstü günah keçisi olmaya devam ediyor. Sokağa çıkma yasakları onlar için her ilde farklı saatlerde düğünlere zaten hiç katılamıyorlar ama bu önemli değil zaten düğünler düğün olmaktan çıkmış durumda. Yemek yok, dans yok, halay yok bir tek nikah var bir saat içinde bitireceksin. O zaman düğün için salona ne gerek var? Belediyenin nikah dairesinde bitinin işi. Tabii salon sahiplerini mağdur ediyor görünmeyecekler hesapta, hepten yasaklasalar zararlarını karşılama durumu çıkacak.

 

124.GÜN

TTT 3T ilkesi artık iyice yaygınlaştı; Tarikat, Ticaret, Tecavüz. İsteyen kafasına göre bir tarikat kuruyor; cüppeli, cüppesiz, sarıklı, sarıksız, püsküllü, püskülsüz bir tarz uydurup, müritleri topluyor. Biat edenler canı gönülden maddi manevi her türlü fedakarlığı yapıyor; epey mülk ediniyor şeyhler para gelince güç de artıyor, güç artınca mürit artıyor, çok mürit daha çok güç bu katlanarak gidiyor. Durum tamamen ticari, bir noktadan sonra sapmalar başlıyor, badelenmeler falan derken iş pedofiliye uzanıyor. Bu hep mi böyleydi peki? Valla bu tarikatlardaki gizlilik kuralları beni hep işkillendirmiştir; kimden neyi gizliyorsun, saklayacağın ne var? Bugünkülere bakınca eski tarikatlar için de kafamda kırk türlü soru çıkıyor. Tabii bir de cüppeli olanının herhalde ileride olabilecek durumlara karşı kendini kurtarmak için olsa gerek yaptığı “Tarikatlar silahlanıyor” açıklaması var ki es geçilecek bir iddia değil.

 

125.GÜN

Dışişlerine bakan kişi gene Lozan’ı suçlamış, 12 adayı orada kaybettiğimizi sanıyormuş.

Tarihi TRT’deki Abdülhamit dizisinden öğrendiği belli. Acilen bir Lozan dizisi çekilmeli belki o zaman az da olsa bir fikir edinebilir. TV dizisi deyip de geçmeyin arkadaşlar oradakileri gerçekten gerçek sanıyorlar, Osmanlı dizilerini hicveden bir tivit atan gazeteci padişahların manevi şahsına hakaretten gözaltına alındı. Aynı kafa Ertuğrul Gazi heykeli diye dizide onu canlandıran oyuncunun büstünü dikmişti. Ancak mizah dergilerine konu olacak olaylar gerçek oluyor. Kurguyu gerçek sanması komik bir durum ama diyelim ki gerçek; bu gerçeği suç sayıp gözaltı yapılması da trajik bir durum. Trajikomik tanımı için çok güzel bir örnek neticede. Bu arada sosyal medya linçlerinin yargı kriteri olma durumu devam ediyor.

Tvit atanlar Akrtoller tarafından seri olarak linçe uğrayınca anında tutuklama geliyor.

Maganda şarkıcı yaşlı komşusuna kafa göz dalınca gözaltına alındı, Eren Erdem de tepkilerini otomatiğe bağlamış olsa gerek ki bunun bir tivit mesajından olduğunu düşünüp anlayıp dinlemeden tuzunu kapıp koştura koştura hıyara destek verdi ertesi gün görüntüler ortaya çıkınca madara oldu. Bu arada gene tepkilerden dolayı sıradan bir komşu kavgasına tutuklama kararı geldi.

Tabii her metre kareye konan saraya bağlı mobese kameralarına ilave olarak her cep telefonu sahibi potansiyel bir kameraman olarak hizmet ediyor yani her anımız izleniyor. George Orwel’i bile sollayan bir “Büyük birader seni izliyor” durumu var. Rahat olun paranoyak değilsiniz, kesinlikle izleniyorsunuz. Yolda giderken oranızı buranızı kaşımayınız sonra internette düşen biçimsiz videolarınız bol bol tıklanır haberiniz ola.

 

126.GÜN

“Gene bir sözlük hazırlanmış, içinde de cinsiyet ayrımcısı sözcükler varmış !” gene anlayıp dinlemeden tepkiler geliyor. Daha önce de Ömer Asım Aksoy’un çok önemli bir çalışması olan Atasözleri ve Deyimler Sözlüğüne benzer tepkiler geldi, aklı başında dediğimiz arkadaşlarımız bile cinsiyetçi ve ırkçı ifadeler var, diye sazan gibi atlayıp yazarını sapık ilan ettiler. Çok uzun çalışmalarla derlenmiş argo sözlükleri de bulunmakta.  Öncelikle bu tür sözlükler bilimsel çalışmalardır, halkın dilinde var olan sözlerin derlenmesidir. İçinde olumlusu olduğu gibi olumsuz ifadeler de vardır elbette. Atasözleri aslında aforizmalardır, bunu “Atasözü” olarak isimlendirdiğimiz için olumluymuş algısı yaratıyor. Bunları özlü ve güzel sözler kapsamında değerlendirdiğimiz için de hemen tepki veriyoruz. Bu yüzden TDK’nın sitesinden bu tür birçok ifade kaldırıldı, çok büyük yanlış.  Bunun tıp kitaplarından mikroplar bahsini kaldırmaktan bir farkı yok; öyle ya mikrop kötü bir şeydir, insana zarar verir o zaman kaldırın gitsin.

 

127.GÜN

Tiyatro, bale, opera gibi gösteriler önce salgın önlemleri kapsamında yasaklandı sonra gelen tepkiler üzerine belli önlemler almak kaydıyla serbest bırakıldı. Tabii biraz “Ne haliniz varsa görün” durumu da olabilir, yasaklama durumunda sanatçılar haklı olarak taleplerde bulunacaklardı. Bir de salgın arttığı zaman topu o tarafa atma fırsatı çıkacak “Tiyatrolaraaa operalaraaa balelereee gittileeer, onlar yüzünden arttı.” diyeceklerinden emin olabilirsiniz.

Zaten şimdiden onun ayağını yapıyorlar, “Haklımız kurallara uymuyor gene sıkmak zorunda kalabiliriz.” dedi.

“Bu halkı Ayasofya’da 350 bin kişi olarak topladılar, miting meydanlarındaki kalabalıklara çay paketi fırlattılar, bu ceehaaaapeee zihniyetini yüzünden pandemi patlayacak.”, denmesi ve cehapenin de ciddi ciddi onları yapanın kendileri olmadığını yemin billah ederek ispata çalışması yakındır.

 

128.GÜN

Bir futbol takımında 52 covid pozitif çıkmış; federasyon başkanı fenalık geçiriyor, “Aman daha ligin başında dakka bir gol bir olmasın” diye veryansın ediyor. Bir gün sonra bir test daha yapılıyor bu defa 2 pozitif çıkıyor, 50 kişi bir günde iyileşip negatif oluyor! Testlerden biri hatalı belli ki, acaba hangisi? İlki mi ikincisi mi? Belki virüs, federasyon başkanının haline acıyıp gitmiştir, bu seçenek öncekine göre daha mantıklı inanın.

 

129.GÜN

Ekrandan biri masa başından konuşuyor bir okulun reklamını yapıyor, ilkokullarda yüz yüze eğitim pandemi kuralları çerçevesinde nasıl yapılacak diye anlatıyor. Reklamcı arkadaşı bir yerden tanıyor gibiyim, herhalde dizilerden birinden olsa gerek. Sonra dank ediyor, meğer milli eğitimime bakan arkadaşmış. Eh tasarruf olsun diye kendi okulunun reklamında oynamış herhalde. Özellikle özel okulların açılması şart, bir kere peşin peşin ücretler alınsın hele, sonra kapanabilir iade isteyen olursa uğraşsın dursun. Öteki okullarda uzaktan eğitim; televizyon, bilgisayar, tablet, telefon ne bulursa bağlansınlar. Nasılsa her evde bol miktarda tablet ve internet mevcut! Tabii en az 3-4 çocuk tavsiyesine uyanları zor günler bekliyor.

İlin birinde uzaktan eğitim için düzenleme yapmak üzere “Evinizde televizyon ve internet var mı?” sorusu sorulmuş. Tabii millet de bunu “Devletimiz bize bedava televizyon ve internet verecek” diye yorumlayıp binlerce başvuru yapmış, olan da olmayan da başvurmuş. İnsanları beleşçiliğe alıştırdıktan sonra böyle bir soru sorarsanız sonuç bu olur.

 

130.GÜN

Sağlıkçılar zor durumda, Tabipler birliği haykırıyor; “Yönetemiyorsunuz tükeniyoruz”, diye.

Bahçeli’nin bunu vatana ihanet sayıp Türk Tabipler Birliği’nin kapatılmasını istemesi nedense hiç şaşırtmadı. Önümüzdeki günlerde bununla ilgili girişimlerin gelmesi olasıdır. Avukatlardan sonra sıra doktorlarda, diyorlar.

 

131.GÜN

Seçimlerin bilgisayar üstünden online yapılması söylenmeye başlandı. Harika olur, artık oy mühürlüydü, mühürsüzdü; oylar çalındıydı, çalınmadıydı tartışmaları biter. Her türlü rezillik bir tuşla online olarak halledilir. Seçime zamanı şenlikli günler bizleri bekleyecek gibi.


132.GÜN

Kovid aşısının bulunma hikayesi Nasrettin Hoca’nın borç ödemesine benzedi; “Yola dikenler koyacağım, koyunlar geçerken onlara takılıp yünlerini bırakacak, ben onları toplayıp iplik yapacağım, sonra pazara gidip satacağım sanada borcumu ödeyeceğim.” 

“Kovid aşısı bulunacak, denemeler yapılacak, uygun olduğu kanıtlanacak, sonra biz onu halkımıza yapacağız, halkımız da kurtulacak.”

Gene Hoca’nın benzer fıkrasındaki gibi “Ölme eşeğim ölme, bekle yoncalar bitsin.” diyorlar.

“Dayanın ölmeyin aşı bulunacak…”

 

133.GÜN

Milletin  gazını almak için “Kovid için aşı yok, grip aşısı olun bari” dediler ama pişman oldular çünkü bu defa grip aşısı da kalmadı meydanda.

Grip aşısı olmak için 5 kriter koymuşlar Kopenhag Kriterleri misali.

Kalp hastası olacaksın, şekerin olacak, solunum yollarında sorun olacak, böbreklerin sakat olacak; kanser, AİDS, kan hastalığı vs. gibi bir sorunun olacak, yani bir gözün toprağa bakacak.

Bu 5 kritere uygun değilsen aşı yok.

Bir arkadaşın babası dövünüp duruyormuş;

“Ulan dördü tutturduk beşinci ayakta yattık.” diye.

Kriterlere uygunsan aşı veriliyor, ama bunlara sahipsen zaten ortada “Yolcudur Abbas” durumu var demektir.

“Kritere uygun olan sevinmeli midir, üzülmeli midir?”

Alın size 100 puanlık bir uzman sorusu.

Bilene ödül olarak bir doz aşı verirler belki.

 

134.GÜN

Uzaktan eğitim, uzaktan iletişim olanakları hızla gelişiyor, internet üzerinden zoom benzeri uygulamalarla insanlar birbirleriyle toplantılar düzenliyor, sohbetler ediyor, dersler bile artık bu şekil yapılır oldu, ev ortamında inanılmaz rehavet içindeyken işinizi görüyorsunuz. Bir şey değil bu rahata alıştıktan sonra bundan nasıl vazgeçilir bilemem.

“Tamam işte ne güzel oluyormuş” diyerek bundan sonra hep aynı yöntemle devam edilme olasılığı çok yüksek.

Tabii bu sisteme alışana kadar birtakım kazalar yaşanacaktır kuşkusuz.

Öncelikle bu tür konuşmalarda siz konuşmadığınız zaman mutlaka mikrofonunuzun kapalı olması gerek. Yoksa hele hele televizyon izliyor modunda izliyorsanız vaziyet kötü. Havaya girip olumsuz yorumlar yapabilirsiniz.

“Hele bak şu kel kafalının sıfatına, suratında meymenet yok dümbüğün, geçmiş orada apır sapır konuşuyor.” dediğinizde bu sözler, kel kafalı meymenetsiz dümbük dahil bütün katılımcılar tarafından duyulur. Teknoloji epey gelişti artık “Zeki Müren’in de sizi görebildiği” günlere geldik.

Tabii kamera açınız da çok önemli, siz konuşurken arka planda neler göründüğüne dikkat etmelisiniz. Misal, geçen gün ders anlatırken oda kapısı açık kalmış ve tuvalet görünüyor, kayınpeder düğmelerini kapatarak çıktı, yaklaştı başını omzumdan uzatarak ekrana baktı.

“Hangi program bu şimdi?” diye sordu.

Bir başka seferinde de hanım içeri dalıp çayla keki yanıma koydu, çocuklardan dalgacı tonda “Afiyet olsun” nidaları geldi; tabii “Buyurun” diye onlara da ikram etme olanağım yoktu; teknoloji her ne kadar geliştiyse de o aşamaya gelmedik henüz. Ciddi bir karizma zedelenmesi oldu benim için. Hanım bu arada kızlardan birinin kazağına takıldı.

“Güzelim nereden aldın o kazağı?” diye sordu, o da yanıtladı.

Sonra fiyatını zordu, söyledi; başka bir kız lafa girdi.

“O pahalıymış falanca yerdeki daha ucuzmuş.”

Bir başkası internet üzerinden sipariş vermiş o hepsinden daha ucuzmuş.

Oğlanlardan biri de girdi devreye, internet alışverişinde defolu mallar gelebiliyormuş ona dikkat etmek gerekirmiş.

Neticede bu alışveriş muhabbeti yüzünden bizim ders kaynadı.

Mümkünse kapıyı kapatıp kilitleyin, kimse girmesin.

 

135.GÜN

Alışkanlıklar değişiyor, yeni gelenekler oluşuyor. Artık bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, tokalaşma, sarılma, bol sıvı yayarak öpüşme, yanakları sürtme, kafa kafaya toslaşma gibi görüntüsü hoş olmayan manzaralar olmuyor. İlle de temas mecburiyeti duyuyorlarsa ya yumruklar değdiriliyor ya da Bektaşi usulü sağ el kalbin üzerinde hafif bir baş selamı veriliyor. Ama Japonlar gibi karşılıklı öne eğilip selamlaşma da fena olmaz hani.

 

136.GÜN

Suudiler bizim malları boykot etmişler, bir de gıcıklık olsun, damarlarına basalım diye “Artık Yunan malları satacağız” diyorlar. Çok kızıyorum, küfür edip duruyorum ama Suudilere değil, onlar doğaların gereğini yapıyorlar. Küfür adresini bulur illa ki. Tabii Suudilere zamanında hak ettikleri yanıtları veren büyük padişah 2.Mahmut’un ruhuna da rahmet okuyup duruyorum.

 

137.GÜN

Askıda ekmek olayını yeni bir buluş gibi ortaya attılar, mecaz özürlü tosunlar da ekmekleri ciddi ciddi astılar bir yerlere. Ama epey bir dalga da geçildi. Halbuki bir süre önce büyükşehir belediyelerinin başlattığı “Askıda Fatura” uygulamasını unuttu muhteremler o sayede vatandaşın epey bir faturası ödendi. Askıda faturadan sonra askıda ekmek nedir yahu? Mesele onun üstüne çıkmakta. Örneğin yap bir “Askıda aşı” kampanyası malı götür.