DÖRDÜNCÜ MAYMUN

26 Ekim 2012 Cuma

ROMANTİK KURBAN BEHLÜL

Benim için çok özel bir anlamı olan bir öyküdür, nedenini öykünün sonunda “Öykünün öyküsü” bölümünde açıklıyorum.

ROMANTİK KURBAN BEHLÜL

Her bayram aynı hikâye; hanım, kayınvalide, çocuklar başımda; 

“Biz bu bayram da mı kurban kesmeyeceğiz?” diye... Her sefer bir bahaneyle atlatıyorum ama artık bahaneler bitti.
“Tamam” dedim, “Bu bayram kesiyoruz”...

Gittim, hayvan pazarına bakıyorum; almak ne mümkün! Hepsi ateş pahası, satıcı, anladı cebimde para olmadığını herhalde; 

“Ne bakıyon hemşerim, alıcı mısın?” diye seslendi. Böyle terbiyesizlere anında yanıtım hazırdır,
“Yok almayacağım, içlerinde bir tanıdık var mı diye bakıyorum.”

Satıcı benden hazırcevap çıktı;

“O vakit ileri bak, büyükbaşlar orada satılıyor.” 

E tabii fiyatlar bu kadar artarsa, satıcılar da böyle küstahlaşırdı, uzaklaştım. Maksat eve bir koç götürmek, öyle ahım şahım bir şey olmasına gerek yok. Bulacağım sonunda, aramaya devam. Bu pazarlarda en sevmediğim şey kolu kaptırmak, kolu kaptırdın mı yandın; satıcı kolunu bir tuttu muydu satana kadar sallar, ya koçu alacaksın ya da kolun çıkacak. Ha eğer sen satıcıdan daha kuvvetliysen ne ala… O yüzden ellerim cebimde dolanıp dişime göre bir satıcı arıyorum ama ne mümkün, hepsi de Koca Yusuf, Kel Aliço misali ; bir ikisi kolumu kapmak için hamle ettiyse de çevik hareketlerle ellerinden kurtulmayı başardım.

İleride efendiden bir adam; yanında dünya güzeli bir koç, orada öyle duruyor... Kimbilir kaç para verdi buna, herhalde onu da ailesi zorladı buraya gelmeye... Dikkat ettim bir şeyler mırıldanıyor, dua ediyor galiba. Biraz dikkat edince dua etmediğini anladım... 

“Satılık koç, satılık koç” diye bir şeyler söylüyor... Yahu bu koçu satıyor resmen. Halbuki satıcıya hiç ama hiç benzemiyor, görseniz öğretmen emeklisi falan sanırsınız…

“Kaça bu ?”

Hüzünlü hüzünlü yüzüme baktı.

“Alacaksınız galiba !”

Bütün antikalar da gelir bana çatar zaten, ne demek “alacak mısınız?” adam sanki almamı istemiyor. 

“E herhalde alacağız, yoksa ne işim var burada…”

Sanki kahroldu, dünya başına yıkılmıştı; “çok zayıftır, pek et çıkmaz bundan, yaşlıdır da eti kart olur…”

Dürüst bir satıcıyla karşılaşmanın mutluluğu ve de şaşkınlığı içindeydim… Koçu şöyle bir yokladım; çok da esaslı bir koçtu… Ama beğendiğimi belli edersem fiyatı arttırabilirdi. 

“Haklısın biraz zayıf bir koç…”

“Behlül efendim Behlül, koç değil… Adı Behlül’dür”

Zaten dünyadaki bütün çatlaklar da gelir beni bulur; koçuna isim takmış bir deliyle karşı karşıyaydım. Ama önemli olan bir kurbanlık götürüp ev ahalisinin dırdırından kurtulmaktı… 

“Eee ne vereceğiz buna?”

“Karamela, karamelaya bayılır, sabah akşam birer avuç veriyorum”…

“Onu sormadım, fiyatı nedir fiyatı?”

Şaşkın şaşkın yüzüme baktı, sanki böyle bir soruyu beklemiyordu…

“Yahu sen bunu satmak istemiyor musun birader?”

“Karım istiyor”

“Karın ne istiyor?”

“İşte Behlül’ümü satmak istiyor…”

Hiçbir şey anlamamış olmanın aptallığı içinde bakarken, o hüzünlü öyküsünü anlattı…

“Şimdi bu Behlül benim elime doğdu; bunu bir anacığı vardı Safinaz; o da elime doğmuştu. Zavallıcık bunu doğurduktan sonra sizlere ömür. Bu Behlülcük bana Safinaz’dan yadigar. Daha şu kadarcıkken biberonla süt içirirdim, soğuk kış gecelerinde koyun koyuna yatardık… Derken ev sahibi geldi…”

“Gece vakti!”

“Hayır ev sahibi geçen gün geldi; gündüz vakti… Evde hayvan beslediğimiz için şikayet etti; kat kanunu mu ne öyle bir şey varmış, bu da ona aykırı mıymış neymiş…”

Mesele anlaşılmıştı, evinde koç besleyen bir çatlaktı, öğretmenlikten emekliymiş, adamın bu koç merakı yüzünden girdikleri her evden kovulmuşlar. Ev sahipleri kiracı alırken önce iyi bir sorguya çeker taliplerini; evli misin bekar mısın, çocuğun var mı, çocuklar kaç yaşında, kedi köpek besler misin türünden ahret sorularını sıralarlar. Bunlara da soruyorlarmış tabii, kedi köpek beslemediklerini beyan edip giriyorlarmış. Yalan değil, kedi köpek beslemiyorlardı; hiçbir ev sahibinin aklına koç besliyor musunuz sorusunu sormak gelmediğinden evi tutuyorlarmış. Kıymet de ondan sonra kopuyormuş ama mahkeme falan derken evde bir iki sene oturuyorlarmış. Ama artık karısının canına tak demiş, “bıktım bu yaştan sonra ha bre göç etmekten, ya bu koç ya ben” diye ültimatomu vermiş… Bizimki yalvarmış yakarmış ama nafile dinletememiş; “bak önümüz bayram, götür hayvan pazarına sat” demiş o da kendini burada bulmuş…

Karşımda acemi bir satıcı bulmanın mutluluğu içindeydim, bugüne kadar hep usta satıcıların elinde kazık yedim şimdi sıra bendeydi artık… Yediğim bütün kazıkların acısını çıkartabilecektim… Yapıştım eline, koluna başladım sallamaya…

Zavallının hiçbir şeyden haberi yok, ben pazarlık için kolunu sallıyorum o tokalaştığımızı sanıyor… Bir fiyat söyledim “tamam” dedi… Etme kardeşim, yapma bana bunu; öyle hemen “tamam” denir mi, yüksek bir fiyat söyleyeceksin, ben biraz daha arttıracağım sonra ortada bir yerde buluşacağız. Etme bana bunu, bırak da acemi bir satıcı bulmuşken pazarlık zevkini doya doya yaşayayım. Ama yok; ilk söylediğim fiyata “tamam” dedi… Eh yapılacak bir şey yoktu, saydım parayı kestik hesabı… 

Koçu kaptığım gibi eve getirdim, bu işe en çok karım sevindi; “hah kedi olalı nihayet bir fare tutabildin” diye iğnelemeyi de ihmal etmedi. Koçu arka bahçeye bağladık koyduk önüne bir avuç üzüm, çıktık odamıza yattık…

Gecenin bir vakti kapı çaldı; fırladık, yüreğimiz ağzımıza geldi tabii… Açtım kapıyı, bizim satıcı… Son derece kibar bir edayla; 

“Bu saatte rahatsız ettiğim için çok ama çok özür diledim efendim, biliyorum yattığım büyük bir münasebetsizlik ama, ne yapayım; inanın gelmek zorundaydım” eh böyle bir özürden sonra kızmak olası değildi; 

“Estağfurullah efendim, buyurun… Herhalde rüyanızda gördünüz…” diye imalı bir espri yaptım sadece…

“Evet, rüyamda gördüm… Nereden bildiniz?” diye şaşırdı…

“Kimi gördün rüyanda!” diye karşılıklı şaşırmalarımızı sürdürdüm…

“İşte Behlül’ü gördüm…”

“Kimi kimi?” diye merakla soruyordu kayınvalide… Bu arada koçun adının Behlül olduğunu kayınvalideye anlatana kadar göbeğim çatladı. 

“Tövbe töve, hiç elin hayvanına insan ismi takılır mı diye” söylendi…

Satıcı ağlamaklı olmuştu;

“Rüyamda ağlıyordu, çok sıkıntılıydı garibim, beee beeee diyordu; eğer izin verirseniz iki dakikacık görebilir miyim”…

Böyle bir şeyle ilk kez karşılaşıyordum, ama madem iki dakikacık görmek istiyordu eh izin vermekten başka bir çare yoktu…

“Geç bak bakalım, arka bahçede bağlı”…

“Nee… Bağladınız mı! Ah anam, hiç alışık değildir bağlanmaya, tevekkeli değil onun için sıkıntılıydı” diyip arka bahçeye koştu…

Çocuklar da dışarı çıkmış ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı… Ben herkese dikkatli olmasını söyledim, adam kesin deliydi, ne yapacağı belli olmazdı… Peşinden gittik; bu eğilmiş koçun yanına, seviyor, okşuyor, yanında getirdiği üzümü yediriyordu…

“Belhül’üm güzel evladım benim, nasılsın, iyi misin; ah bağladılar mı seni, bak yengenin de selamı var. O da özledi seni, biraz aksidir huysuzdur ama seni sever inan…” diye konuşuyordu resmen… Sonra yanıma geldi ağlamaklı olmuştu… 

“Yüzüme bakmadı, gücendi herhalde; e haklı kim olsa gücenir, insan hiç arkadaşını satar mı?” Bu hüzünlü bakış içime oturmuştu doğrusu. Çocuklarıma baktı, başlarını okşadı…

“Çocuklar Behlül size emanet; tamam mı” dedi, gözyaşlarını eliyle silerek uzaklaştı…

O dakikadan itibaren çocukların tek derdi Behlül oldu, Behlül aşağıya Behlül yukarıya, her dakika Behlül’ü yürüyüşe çıkartıyorlar. 

“Çocuklar etmeyin eylemeyin, köpek değil o; koçlar yürüyüşe çıkartılmaz, konu komşuya rezil olacağız” diyorum dinleyen kim…

Bayrama daha üç gün var, bizimkiler bütün gün Behlül’ün yanında… O satıcı da günde beş altı kez bizde, her seferinde bir bahane uydurup çat kapı geliyor… Kiminde şeker getiriyor, kiminde karamela. Bir kere elinde bir bebe losyonuyla geldi, Behlül’ü yıkarken bunu kullanmalıymışız, başkası gözünü yakıyormuş…

“Yahu koç yıkanır mı!” demem para etmedi tabii, çocuklar banyoya sokup bir güzel yıkadılar… Bu arada satıcı, karımla kayınvalideye Behlül’ü anılarını anlatıp hep birlikte ağlıyorlar. Televizyondaki pembe dizileri bile seyretmez oldular. Niye seyretsinler ki, Behlül’ün maceraları daha fazla ağlatıyor adamı… Mübarek sanki koç değil, Kemalettin Tuğcu’nun Öksüz Çocuğu. Başına gelmedik kalmamış, annesi doğururken ölmüş, tek başına kalmış, hep evden atılmış, sonunda kurban pazarına düşmüş ve hain bir adam onu kesmek için almış… Buradaki hain adam, ben oluyorum tabii. Karım, kaynanam çocuklar bana düşmana bakar gibi bakıyorlar artık. Kendimi “Avare mu” nun kötü adamı Kaya gibi hissetmeye başladım… Ama yağma yok, koç koç diye başımın etini yiyen sizlersiniz…. Bu koç kesilecek, kesmeyip ne halt edeceğiz; değil mi efendim. Kesmeyelim de besleyelim mi yani!..

Karım süt kaynatıp içiriyor, kaynatıyor ki mikrop kapmasın; öyle “alışmış” çünkü, başka türlü içemezmiş haspam…
 
Çocuklar bütün manavı Behlül’e taşıyorlar, ot nevinden ne varsa yediriyorlar. Kaynanam işi iyice büyüttü; yağı, tuzu yerinde bir semizotu pişirip hayvana yedirdi. Bu kadar özeni bana bile göstermemişlerdi… Ama bir yerde iyi oluyordu, ne bulursa yiyip semirmesi neticede bize yarıyordu, sonunda biraz daha fazla et görecekti midemiz…

Bayram günü çıktım dışarı, kasap söz verdiği saatte gelmişti… Karım, kaynanam çocuklar beni protesto edip yanıma gelmemişlerdi, evde bir matem havası vardı… Yok yok, kararlıydım, yumuşamayacaktım kesinlikle… Bu arada komşu evler kurbanlarını kesmeye başlamışlardı, hayvanlar birer birer boğazlanıyordu… 

“Haydi kasap efendi, bitir şu işi biran önce”…

Kasap, yere çukuru kazdı, Behlül’ün ayaklarını, bağladı, gözlerini mermerşahiyle örtüp bıçağını bilemeye başladı… Gözüm kapının önünde duran satıcıya ilişti; sanki birazdan idam edilecek arkadaşına son görevini yapmaya gelmişti, ağlamaktaydı…

Onu o halde görünce bir tuhaf oldum, ilk kez içim burkuldu, boğazımda bir şey düğümlendi…

Kasap, Behlül’ü çukurun önüne yatırdı; önce bıçağın tersiyle boynunu hafiften okşayarak ilahi söylemeye başladı…
 Tam kesmek üzereydi ki, “dur kesme sakın” diye bağırdım…

Kasap bembeyaz oldu, besmele çekerek bıçağı elinden fırlattı, dua ederek kalbini tutuyordu…

Hemen koşup Behlül’ü çözmeye başladım. Kasap bağıranın ben olduğunu anlayınca biraz rahatladı.

“Sen miydin, Allah müstahakkını versin, ben de Cebrail aleyhisselamın sesi sandım da yüreğim ağzıma geldi” diye söylendi… İkinci bir Hazreti İbrahim mucizesi bekleyen kasap düş kırıklığı içindeydi…

Beni camdan izleyen karım, kayınvalide ve çocuklar koşarak gelip boynuma sarıldılar; satıcı yanıma gelip ellerime sarıldı. Hepsinin gözünde bir anda kahraman olmuştum. 

Behlül şimdi ailemizin bir bireyi oldu, bizimle birlikte sofraya oturuyor, bir yere gittiğimizde bizimle geliyor. Alışık olmadığı için bahçeye çıkartmıyoruz, banyoda bir yer yaptık orada kalıyor. Bu arada satıcı beyle de akrabadan yakın olduk. Her gün bizim evde, karısını da getirip tanıştırdı… 

Aklınızda olsun büyücek bir ev arıyoruz; satıcı bey, karısı, bizimkiler ve Behlül’ün rahatça yaşayabileceği bir ev… 
  
***
ÖYKÜNÜN ÖYKÜSÜ

(Canlanan Öykü Karakteri)
1991 yılında “Romantik Kurban Behlül” adlı öykümü Tv filmi senaryosu olarak uyarladım. Başrollerini Zeki Alasya- Metin Akpınar’ın oynadıkları, her bölümü bağımsız öykülerden oluşan “Biz Bize Benzeriz” adlı Tv dizisinin ilk bölümü olarak kurban bayramının ilk günü yayınlandı. 

Bu bölümü izleyen özellikle iki kişi benim için çok önemliydi. Dönemin Cumhurbaşkanı ve eşi bayram için bulundukları köşkte izledikleri bu filmden çok etkileniyorlar. Cumhurbaşkanının aklına hemen ertesi gün kesmek için aldıkları koç geliyor; o koçu bizim Behlül’e benzetiyorlar. Neticede koçlarına Behlül adını verip kesmekten vazgeçiyorlar ve Behlül, köşkün maskotu olarak yaşamını sürdürüyor. Bu olayı yıllar sonra bir gazete haberinden öğrendim, Behlül bakıcısın yanında poz vermişti.

Bilmiyorum sizce ne kadar önemli bir şey ama beni bir yazar olarak çok etkiledi. Yazdığınız yazı yaşamın olumlu biçimde değişmesine neden oluyor. Hayali kahramanınız Behlül bir anda gerçek bir karakter olarak karşınıza çıkıyor. Yazınız, bir yaşam kurtarıyor; varsın bir hayvanın yaşamı olsun… Bu hiç kimsenin umurunda olmasa bile en azından ben ve Behlül için çok büyük bir olaydı.
İşte gerçek Behlül
 

23 Ekim 2012 Salı

USTASINDAN YEMEK TARİFLERİ



GAZETECİ KAPAMA
Bu yemek için malzeme seçimi çok önemlidir; öncelikle kapatılacak gazetecileri dikkatle seçmek gerekir. Bunlardan her mevsim bulunduğu için işiniz kolaydır, ama seçim yaparken dikkat edilmesi gereken noktalar vardır, her gazeteciden kapama olmaz çünkü. Bunun için gazetecinin gerisini çevirip koklamanız yeterlidir eğer kokuyorsa kapatılmaya uygundur. Gazeteciler farklı boylarda, farklı ağırlıklarda olmasının önemi yoktur. Gazeteciler tencerenin içine tıklayarak konulur, bunlar kendiliklerinden yağ saldıkları için ayrıca yağ ilave etmenize gerek yoktur. Yalnız hiç tatları tuzları olmadığı için; tuz, karabiber, kimyon, yenibahar, kekik, kimyon, fesleğen gibi ilave etmeniz ağzınızın tadının kaçmaması için şarttır. Bol harlı ateş üzerinde iki dakika karıştırarak sofraya getirebilirsiniz.
Kapatma gazetecinin en büyük özelliği hangi yemeğe niyet ederek yerseniz o yemeğin lezzetini verir. Örneğin “Kuzu pirzolası olsun” dediğinizde kuzu pirzolası, “Bumbar dolması” dediğinizde bumbar dolması tadını alır.
Yalnız dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır, bu yemeği sadece koltukta otururken yiyebilirsiniz, kazara mabadınızı koltuktan bir şekilde kaldırdığınız anda bu yemek ekşir, iğrençleşir, midenizi fena halde bozar. Siz de “Ne güzel gayet uyumlu bir yemekti nasıl oldu da bir anda bu hale geldi” der ve bu işin hikmetine akıl sır erdiremezsiniz…

PAŞA ÇORBASI
Paşalar alınır, kıdem sırasına göre tezgâha dizilir; pişirilmeye geçilmeden önce bir masatla dövülür, sirkeli su içinde bir süre bekletilip çıkartılır sonra tekrar dövülür. Sonra geniş bir leğen içine konup soğan ve sarımsak ilave ederek çiğ köfte gibi yoğrulur sonra tekrar dövülür, bir süre beklettikten sonra bir yumurta kırılıp yoğrulur sonra tekrar dövülür, içine 1 kg tuz şeker, 1/2 tuz, 1 kg un eklenip karıştırılır üstüne üç yumurta kırılır. Karışımın üstü bir tülbentle örtülür ve havasız bir ortamda üç gün bekletilir üç günün sonunda tekrar dövülür. Paşaların iyice önce paşalıktan sonra insanlıktan çıktığına emin olduğunda düdüklü tencereye konup kaynatılır ve servis edilir.
Afiyet olsun…

ÖĞRENCİ HAŞLAMA
Öğrenciler toplu olarak alınır, özellikle okul önlerinde harç protestosu yapan öğrenciler tercih edilir. Öğrencilerin gözlerine biber gazı sıkılıp beklemeye alınır. Daha sonra öğrenciler teker teker arkalı önlü dövülerek bir süre daha bekletilir. Kıvama gelmiş öğrenciler kaynar kazana atılır, kapağı sıkıca kapatılıp kaynatılır, suyunu çeken öğrenciler hemen servis edilir. Dişinizin kovuğuna bile gitmeyeceğinden miktarı bol tutmakta yarar vardır.

SANAYİCİ OTURTMA
Bu yemek için malzeme aramanıza gerek yoktur. Malzemeler size muhtaç olduklarını bildikleri için kendiliğinden gelip “Bizi oturt” derler. Yapması da gayet kolaydır, alıp oturtursunuz kendi kendine pişerler. Besin değeri yüksektir, günün her saatinde yenebilir.

SANATÇIYA BASTI
Tiyatrocu, sinemacı, ressam, heykeltıraş gibi türleri vardır. Özellikle ürünlerinin sizde ucube izlenimi uyandıranları tercih edilir. Sanatçıların ellerini ayaklarını bağlayıp kuytu, karanlık, havasız bir yere kapatırsınız, hiç bir şey üretemeyen sanatçı sonunda bunalıma girer ve afakanlar basar. İşte şimdi servis edilmeye hazırdır.

AYDIN DOLMASI
Kapama kıstaslarına uymayan gazetecilerden, bilim adamlarından, yazarlardan yapılır. Malzemeler kabak oyacağı ile teker teker oyulur. İçine elinize geçen, akılınıza gelen gelmeyen ne varsa doldurulur ve bekletilir. Uzun süre bekletilen dolmalar sonunda kendilerini sallarlar hemen tabağa alınıp üzerine limon sıkılır. Sanatçıya Bastıyla birlikte servis edilirse tadından yenmez.

YANDAŞ BEĞENDİ
Yandaşlar zaten yanınızdadırlar, okşayarak yumuşatılır bir sahana yerleştirilir. Pirinç, şeker, un, nohut takviyesi yapılır, bir küfe kömürle yakacağınız ateşin üzerinde hafif hafif pişmeye bırakılır.

HÂKİM BAYILDI
Yapılması çok meşakkatli ama yapıldı mı da parmak yedirten bir yemektir. Hâkimi önce incitmeden okşarsınız hafiften yağlarsınız. Ancak en ufak bir hatanızda hâkim hemen bozulur, bozulan hâkim bir daha iflah olmayacağından kaldırıp atarsınız. Aynı işlemi yeni bir ürün üzerinde uygulanır. Bunu yapmak ustalık gerektirir, başarıya ulaşana kadar pek çok hâkimi harcayabilirsiniz. Sabrınıza güveniyorsanız sonunda istediğiniz sonuca ulaşabilirsiniz. İstediğiniz kıvama gelen yemeğinizi servis edebilirsiniz, garnitür olarak Hukuk ızgara tavsiye olunur.

HACILI  HOCALI
Analı kızlı denen yöresel yemeğin helal gıda versiyonudur. Bir adet tarikat bir adet de cemaat mensubu aynı kabın içine konur bol miktarda badem ilave edilir ve kaynamaya bırakılır. İmam hatip mezunu aşçı abdestini aldıktan sonra karıştırmaya başlar. Hacıyla hoca birlikte hemhal olana kadar karıştırılır sonra tabağa konur üzerine gül suyu dökülüp servis edilir.

ANAYASA SÖĞÜRTME
Ekip halinde yapılan bir yemektir; bunun için maya niyetine kullanılmak için eski bir anayasa gereklidir. Eski anayasa büyük bir hamur teknesinin içine konur. Ekip teknenin içine girer, bir yandan eline geçen çeşitli malzemeyi (ne olduğunun önemi yoktur) ilave ederken bir yandan da ayaklarıyla ezmeye başlarlar. İyice cıvık bir kıvama gelinince ekip elemanları aralarında çöp çekişirler kısa çöpü çeken yemeğin tadına bakar eğer ölmezse servis edilir.

MUHALEFET FIRINDA
Şayet etrafta bir muhalefet bulursanız hemen alınız, tutulacak bir yanını bulursanız tutunuz. Ayıklamak, temizlemek, yıkamak gibi eylemlere sakın kalkışmayınız çünkü başa çıkmazsınız. Olduğu gibi fırına koyup son dereceye kadar açınız. Ancak büyük bir ihtimalle muhalefetiniz kart olduğundan bir türlü pişmeyecektir. Siz iyisi mi o fırında beklerken pizzacıya telefon edip büyük boy karışık söyleyiniz, yanında promosyon kolayı yollamalarını tembih etmeyi unutmayın. Muhalefetten hayır yok bari aç kalmayın.


KAYMAKLI İŞÇİ KADAYIFI
Bu kadar yemeğin üstüne bir tatlı iyi gider… Bunun için çeşitli iş kollarından aldığınız işçileri birbirlerine vurarak iç içe geçirirsiniz. İşkolu yüzdeleri düşen işçiler mayışıp kendilerinden geçince sendikalarından arınıp pelte haline gelirler. Kıvamını bunan işçiler bir tepsiye yatırılır üzerlerine bir ölçü esnek çalışma şurubu dökülüp bir süre bekletilir. Sonra üzerine bir kalıp manda kaymağı konulup servis edilir…

                                                                      AFİYET OLSUN


16 Ekim 2012 Salı

Leonardo Sansürü

NTV de yayınlanan bir belgeselde Leonardo da Vinci vardı, burada ünlü "Vitruvius Adamı" çizimi vardı... Televizyonlar RTÜK'ün hışmına o kadar çok uğramışlardı ki "Ne olur ne olmaz" diye diye otosansür mekanizmaları iyice gelişmişti antık akıllarına takılan her görüntü anında buzlanıyordu. Neticede Vitruvius Adamının organını da buzlayarak ülke ahlakını korudular...

15 Ekim 2012 Pazartesi

Erol Günaydın'ı yitirdik

Güle güle Erol Ağabey, tiyatro tarihine hoş geldin

3 Ekim 2012 Çarşamba

Savaş Koyunu

"SAVAŞ İSTİYORUZ"
En önce vuruldu bunu yazan
               B:BRECHT