DÖRDÜNCÜ MAYMUN

29 Mart 2013 Cuma

Dizi Reklamlarında Yeni Eğilimler


Özel televizyonların tek geçim kaynağı reklamlardır, izlediğimiz tüm programlar reklamlar sayesindedir.
Reklamlar önce televizyon dizilerinde bölüm aralarına girmeye başladı; dizi belli bir bölümünde kesilip reklamlar başlar daha sonra kaldığı yerden devam ederdi.
Daha sonra dizi devam ederken görüntünün ucundan kenarından reklamın logoları görüntü. Yani oğlan kızı öperken sağ taraftan uzanan Cem Yılmaz’ın dazlak başı görülüyor ve hangi telefonu kullanmanız gerektiğini söylüyordu.
Baktılar itiraz eden yok “sanal reklam” adıyla bu kez sahnenin içine ürün oturtmaya başladılar gene oğlan kızı öperken hemen yandaki masada bir kola şişesi beliriyordu.
Gene ses çıkmayınca biraz daha abarttılar, bu kez sanal manal değil resmen çekim sırasında ürünler koydular, bu kez oğlan önce koladan bir fırt alıp sonra kızı öpmeye başladı. Bu reklamın da özel tarifeden ücreti ödendiğinden görünen ürünün buzlanmasına da gerek kalmıyordu.
Sonra bir adım daha ileri gidildi, bu kez senaryo yazımı sırasında ürünler konmaya başladı; yani oğlan koladan bir fırt alıyor “Kolayla Mualla daha iyi gider” diye kıza yumuluyordu. Durumun anlatılan öyküyü zedelediği kesin de ne kadar zedelediği artık yapanların vicdanına kalmıştır. Ustam Lütfi Akad’ın piyasamızı anlatan bir saptamasını anımsıyorum hep; “Burası çamur içinde bir yola benzer, burada yürürken paçalarınızın çamurlanması hoş görülebilir.  İş çamurun daha yukarlara çıkmamasını sağlamakta; bazıları var ki tepeden tırnağa çamura bulanıyorlar ki işte o tam bir rezalet…”  diyordu Akad Usta.
Çamurun yavaş yavaş daha yukarlara çıktığını görüyorum.
Son rastladığım iki örnek bu reklam işinde yeni bir yöntemin başladığına işaret…
"Sıfıra etkisiz eleman derler ya..."

Karadayı adlı dizinin fragmanında bir söz dikkatimi çekti; oğlan kıza mektup yazmış, konuşması duyuluyor “Sıfıra etkisiz derler ya, yanlış; sıfır her şeyin başlangıç noktası…”
Cümle dikkatimi çekti çünkü yanlış bir ifadeydi; çünkü sıfıra kimse etkisiz demez; matematikte “etkisiz eleman “ olan rakam “1” dir, sıfır için de “yutan eleman” ifadesi kullanılır. “Arkadaşlarımız herhalde dalgaya düşmüşler” diye düşündüm. Fazla da üstünde durulacak bir şey değildi.
Ancak hemen sonra başlayan Zero Kola reklamını görünce uyandım, reklamda geçen bir ifade şöyleydi “Sıfıra etkisiz derler ya, yanlış; sıfır her şeyin başlangıç noktası…”
Bu kez senaryo içine yerleştirilen bilinçaltı bir reklam söz konusuydu; reklamda geçen bir sloganı senaryonun kahramanlarından birine söyletiyorlardı.
 
Kızgın ateşlerden serin sulara
İki gün sonra Muhteşem Yüzyıl’ı izleyince koltuktan düştüm resmen; Kanuni Süleyman oğluna şöyle diyordu “Kızgın ateşlerden serin sulara gittim..
Çok kişi “Ben bu lafı bir yerden anımsayacağım ama nerden?” demiştir mutlaka.
Ama bunun Magnum’un sloganlarından olduğunu anımsayanlar da “Yuh artık!”  diye isyan etmiştir…
Sanıyorum ilerleyen günlerde dizilerin içinde benzer sürprizler yaşayabiliriz…
Sevgili ustam; çamurlar paçaları aşalı çok oldu, boğazımıza geldi dayandı...

23 Mart 2013 Cumartesi

8 Mart 2013 Cuma

YUMURTA


Yumurta atma yaygın bir protesto şekli oldu; yumurta atılınca fiziki bir zarar vermiyor ama epey can sıkıyor elbette. Üstünüz başınız berbat oluyor, hemen temizlemezseniz yapışıp kalıyor, kolay kolay da çıkmıyor; leş gibi de kokuyor; karizmayı fena halde çiziyor.
Genelde öğrenciler üniversitelerini ziyaret eden otorite temsilcilerine fırlatıyor.
Eh mizahın temelinde de bu yatıyor zaten “güçsüzün güçlüyü madara etmesi”…
Yumurta öğrencinin sembollerinden biri haline gelmiş durumdadır. Homur Mizah Grubu ve Eğitim-Sen’in ortak düzenlediği “Üniversitemin Adı Var” konulu Karikatür-Logo-Marş  yarışmasının ödülü  altın soba boyalı yumurtaydı örneğin. 

Mayonezli Soros


Dünyayı karıştıran spekülatör Gerorge Soros’a ziyaret ettiği yerlerde yumurta, mayonez gibi nesleler atıldı. Pek etki etmedi Soros’a bunlar, güldü geçti ve gene edeceğini etmeye devam etti. Atanlar o an için gazlarını aldırıp biraz rahatladılar o kadar.
Keza Arap gazetecinin Bush’a fırlattığı ayakkabı da pek çok kişiyi bir an için rahatlatmıştır.

Yumurtalı saldırılara karşı üniversitelere gidenler yanlarında şemsiye bulunduruyorlar bazen. Sucuk getirip, “yumurtaları yazık etmeyin gelin sucuklu yumurta yapalım” diye esprili bir şekilde havayı yumuşatmak isteyenler çıkıyorsa da genellikle yumurtaya karşı artık biber gazı ve cop kullanılmaktadır. Daha da kötüsü cebinizden çıkan yumurta örgüt malzemesi sınıfına girip müebbetle yargılanmanıza neden olabilir; istediğiniz kadar “öğle yemeği olarak getirmiştim” deyin yediremezsiniz.

Bir dönem karikatürlerinde beğenilmeyen oyunlarda, sahneye atılan yumurta, çürük domates,  konuları işlenirdi. Aslında bu tiyatronun ilk dönemlerinden, oyunların pazar yerlerinde oynandığı dönemlerden kalma bir görüntü. Pazarcı ya oyunu beğenmediğinden ya da “Hadi bitir de git biz de malımızı satalım” diyerek çürük domateslerini fırlatıyordu. Günümüzde bir iki istisnanın dışında pek görünmüyor; çünkü bunun için tiyatroya yumurtanızı cebinize koyup tedarikli gitmeniz gerek. Bu durum, oyun iyi de olsa kötü de olsa yumurtayı atacağınız anlamına gelir, yani kafaya koymuşsunuz bir kere. Çehov’un “Sahnenin başında bir silah varsa sonunda o silah patlamalı” sözünde olduğu gibi burada da “Cebinde yumurta varsa o yumurta atılmalı” durumu vardır. Ama oyunda yumurta atılmak “ayıp” kabul edilmekte ve sanat düşmanlığı olarak algılanmaktadır.

Ünlü tiyatro oyuncusun eski sevgilisine oynadığı oyundaki sahnesini beğenmeyip yumurta atmasında da benzer bir durum vardır. Ancak buradaki gerekçe, genel bir gerekçeden çok özel bir durumdur.  Aynı oyuncunun Devlet Tiyatrolarının Sabancı’nın hayatını eşsiz bir yalakalık örneği göstererek sahnelenmesine tepki gösterip kültür bakanına “Bakan; öyle sırıtma, istifa et” demesi anlamlı, cesur bir protesto şekli olarak kabul edilebilir ama buradaki durum çok farklı, kıskanç sevgilinin intikamı durumu.
Olaydan sonra durumu kurtarma çabaları da hiç inandırıcı gelmemektedir.
Hele hele “Oyunda rezillikler vardı, edep yerine kadar açılıyordu” açıklamasıyla bu oyunun gişede rekor kıracağı garanti oldu. Artık sadece tiyatro severler değil, alakasız kişilikler de koşacaklar “Bakalım ne kadar açılmış?” diye. Bence oyunu sahneleyenler bu arkadaşa gişeye katkılarından dolayı plaket vermeliler.
Kadına şiddette eğitim, kültür pek etkili olmuyor görüldüğü gibi sanatçılar arasında da sık yaşanıyor. Bir keresinde de fazla entel (ne demekse!), cumhuriyet sevmez bir vatandaşımız lazımlığındaki gaytasını karısının kafasına fırlatıp eşsiz bir yaratıcılık örneği göstermiştir.

Aslında sevgiliye sahnede yumurta atma olayı ilk değil…
Dönemin iki büyük ismi Cahide Sonku ve Cahit Irgat, büyük aşk yaşıyorlar. Ancak ilişkileri biraz sıradışı. Birbirlerine laf çakmaktan, eziyet etmekten keyif alıyorlar. Cahide birkaç kez Cahit Irgat’ı sahnede zor duruma düşürecek işler yapıyor. Cahide Sonku’nun egolarının en üst düzeyde olduğu dönem, burnundan kıl aldırmıyor, en büyük korkusu beğenilmemek, alkışlar biraz az olursa morali bozuluyor. Bir gün sahneye çıktığında yumurta yağmuruna tutuluyor, en ön sırada oturan sokak çocukları ellerindeki yumurtaları fırlatıyor. Sokak çocuklarının tiyatroda ne işi var, diye düşünürken balkona bakıp işi kimin tezgâhladığını anlıyor. Cahit Irgat purosunu yakmış, gevrek gevrek gülerek el sallıyor. Aslında bu durumu, ne sanata saldırı, ne kadına şiddet ne de bir yumurtalı protesto sınıfına sokmak gerek; bu tamamen kendine özgü, bir döneme damgasını vurmuş iki çılgının sevimli didişmesinden ibarettir.
Cahide Sonku- Cahit Irgat






3 Mart 2013 Pazar

SÜT KARDEŞLER

“Süt Kardeşler” çok eski bir vodvil, orijinal adı “Madame et son filleul”  yazarları Henri de Gorsse ve Pierre Veber. Kimliklerini değiştiren arkadaşların yarattığı komiklik vardır, işler o hale gelir ki “kim kimdir” bilinmez her şey birbirine karışır, izleyenler de kahkahalarla güler ve perde…

Defalarca sahnelendi, ödenekli ve özel tiyatrolarda oynadı. Özellikle turneye çıkan kumpanyaların pek sevdiği bir oyundur. Çünkü bütün oyuncular ezbere bildiği için uzun provalara gerek yoktur daha da önemlisi 1900’lerin başı olduğu için anonimleşmiştir yani telif ödeme derdi yoktur. Filme de uyarlandı, Ertem Eğilmez yönetimindeki film gerçekten çok başarılıdır, burada Şener Şen’in kullandığı “Seni hiç sevmedim süt oğlan, zaten babanı da hiç sevmezdim!” repliği unutulmazlar arasındadır.
Bu girizgâhtan sonra gelelim konumuza; süt bankaları kuruluyormuş…
İyi bir şey tabii, anne sütünün önemini herkes kabul ediyor, sütü olmayan annelerin ihtiyacını karşılayacak bir proje.
Ancak diyanet işleri çekince koymuş. Süt kardeşlerin evlenmesi dinen yasak olduğundan bu konuda önlemler alınmasını istemiş.
Demiş ki:
1. Süt verecek kadının kendi çocuğunu sütten mahrum bırakmaması,
2. Başka kadının sütünü içen çocuklar arasında oluşacak mahremlik dairesini, olabildiğince daraltmak için, pratik bir tedbir olarak, bir kadından alınan sütün sadece erkek veya sadece kız çocuklara verilmesi,
3. Süt veren kadın ile süt verilen çocuğun kimliklerinin, kayıt altına alınması ve bu bilginin her iki tarafa da verilmesi,
4. Bu hususun yasal düzenleme ile güvence altına alınması,
5. Evliliğe engel teşkil eden süt akrabalığı dairesinin daha da genişlememesi için, birden fazla anneye ait sütlerin karıştırılmaması,
6. Süt veren anneye, masrafları dışında bir ücret verilmemesi, alınan sütlerin para karşılığı satılmaması,
7. Kendi annesinin sütü ile beslenme imkânı bulunan çocukların, bu sistemden yararlandırılmaması.
Şimdi “Çok sakıncalı olan kardeş çocukların evlenmesinin serbest olduğu bir yerde hiç kan bağı olmayan kişilerin evlenmesi neden yasak?” diye bir soruyu sorup münafıklık edip günaha girmenin anlamı yok. Bir bildikleri vardır elbet.
Ancak burada tüyler ürperten bir durum var; laik bir ülkede kanunlar resmen dini referanslara göre şekillendirilmeye başlanıyor. Sütü alanın da verenin de kayıt altına alınması vahim ötesidir. Bunun sonucu ne olacak, diyelim ki bir Türk filmi rastlantısı sonucu süt kardeşler tanışıp evlenmeye karar verdiler, yetkililer bakacaklar kayıtlara “Hayır siz evlenemezsiniz, siz kardeşsiniz” mi diyecekler? Peki, bu durum başka yerlere de yayılabilir mi,  başka kanun maddeleri de dini referanslara göre düzenlenebilir mi acaba? Sahi bu aralar yeni anayasa üzerinde de çalışmalar yapılıyordu değil mi? Ulemadan görüşler alınıyor mudur acaba?
Sadece ulemadan değil adalardan bile görüş alınıyor, örneğin İmralı’ya soruyorlar “Ne yapalım?” diye, yakında Heybeli, Kınalı, Burgaz, Hayırsız Ada, Eşek Adası da sıraya girer, oralara da heyetler yollanabilir.
Klasik vodvil gene sahneleniyor, kimlikler gene karıştı. Kim kimdir, kimin eli kimin cebindedir, kim gerçek süt oğlandır, kim değildir? Her vodvilde olduğu gibi sahne hareketli, kimse yerinde durmuyor, biri bir kapıdan çıkarken öteki kapıdan bir başkası giriyor. Bir karakter beş dakikada bir başka kimliğe bürünüyor. Oynayan karakterler zor durumda ama izleyenler kahkahalarla gülüyor… Vodvillerin sonu da genellikle mutlu sonla bitmez, tam her şey çözüldü derken, yeni bir karmaşa yeni bir curcuna başlar.  Bakalım ne olacak bu vodvilin sonu?

Zaten ben bu süt oğlanı hiç sevmedim, bunun babasını da hiç sevmezdim…