DÖRDÜNCÜ MAYMUN

12 Aralık 2011 Pazartesi

SİLİVRİ'DE HAREKET VAR

Mustafa Balbay, havalandırmaya çıktığında Tuncay Özkan’ı buldu ve fikrini söyledi…

“Harika” dedi Tuncay, hep birlikte Mehmet Haberal’ı buldular…

“Hocam, durum böyle böyle… Sen ne dersin?”

Haberal da beğendi bu fikri, “Tabii ki varım” dedi sevinçle…

Üçü birden Yalçın Küçük’ü aradılar…

Az ötede volta atan kalpaklı adamı görünce koştular ona doğru…

“Yalçın Hoca, bizim böyle bir düşüncemiz var, sen de katıl bize” dediler…

Yalçın Küçük “Bu güne kadar kimbilir kaç tane tuğladan büyük kitap yazdım derdimi anlatamadım. Ama sizin bu planınız müthiş…”

Yalçın Hoca da onlara katıldı…

Neyse ki hepsi aynı yerdeydi, birbirlerini aramaları zor olmuyordu…

Doğu Perinçek durumu duyunca “Ah ben bunu nasıl oldu da düşünemedim?” diye hayıflandı…

Arka avluda Nedim Şener ve Soner Yalçın oturuyorlardı…

Balbay seslendi, “Çocuklar haydi dinlenmeyin…”

Soner güldü bu söze; “Dinlenme demekle olmuyor işte, kaç defa söyledik dinlemediler, sonunda hepiz dinlediler, hepimiz dinlendiğimiz için şimdi burada dinleniyoruz” diye yanıt verdi…

Nedim Şener “Biraz tekerleme gibi oldu ama doğru söylüyorsun” dedi…

Onlar da getirilen öneriye bayıldılar…

Hemen karşıdan gelen Ahmet Şık’a seslendiler…

“Dokunan yanar” diye bağırdı Ahmet Şık…

Ama getirilen öneriyi duyunca o da çok sevindi…

Askerlere de söyleyelim onlarız bu iş olmaz, ne de olsa deneyimleri var…

Hemen “Engin Paşa’yı bulalım” dedi içlerinden biri…

General Engin Alan’ın akılı da yattı bu işe…

“Tamam, ben de bütün general arkadaşları organize ederim; burada o kadar kalabalığız ki dediğiniz şeyi rahatlıkla yaparız” dedi.

Ama uzaktan onları sürekli izleyen göz, işkillenmişti bu durumdan…

Savcı, “Adamları içeri attık hâlâ rahat durmuyorlar… Üstelik burada çok kalabalıklar, dışarıda olduklarından daha tehlikeliler” diye düşündü, ürperdi; kendini ilk kez bu kadar çaresiz hissediyordu...

Bu durumda uzlaşmak en akıllı şey olacaktı…

Geçti karşılarına…

“Tamam, siz kazandınız… İsteklerinizi söyleyin bakalım…”

“Top istiyoruz, forma istiyoruz…”

“Saha istiyoruz…”

Savcı biraz rahatlamıştı, “Ucuz kurtulduk” dedi kendi kendine…

“İstediğiniz top olsun, forma olsun, saha olsun… Alın size helal olsun…”

Böylece Silivri Futbol Ligi’nin kuruluşu için ilk adım atılmıştı…

Gazeteciler, yazarlar, politikacılar, askerler, istihbaratçıların oluşturacağı takımlarla en azından 10 takımlı bir lig ortaya çıkacaktı…

Planın ikinci adımı olarak, maçlarda şike yapıldığı söylentisi ortaya çıkacaktı…

İş futbol olunca akan sular dururdu…

Böylece Meclis olağanüstü toplanacak, bütün partilerin oy birliğiyle yasalar düzeltilecek, hemen Cumhurbaşkanı’na yollanacak, şayet veto gelse bile jet hızıyla geri yollanacaktı…

Sonrada Silivri sanıklarına tutuksuz yargılanmak üzere tahliye olanağı doğacaktı…

Artık Silivri’de herkes futbolla yatıp futbolla kalkıyordu…

BİR MESLEK YOK OLURKEN

(Bir gizli kamera yerleştiricisi dert yanıyor)

Bizim meslek çok nankör çok, kimse kıymetinizi bilmiyor.

Eskiden daha bir saygınlığımız vardı; koca koca kameralar kullanıyorduk, onları bir yere gizleyip de fark ettirmeden çekim yapmak maharet isteyen bir işti.

Şimdi maşallah mercimek büyüklüğünde kameralar var, üstelik sudan ucuz, işportada satılıyor. Kalem, çakmak, düğme şeklinde olanları bile var…

Bir kere vapurdaki pazarlamacıda bile gördüm;

Amerika’nın CİA’sının kullandığı bu harika cihaz her yere sokulabilir olup komşunu dikizlemekte en net sonuçları vermektedir. Bir adet cihaz alana yanında hediye olarak bir adet traş bıçağı bedava, bitmedi ilaveten bir kutu tükenmez kalem…” diye satış yapıyordu.

Geçen gün bizim oğlan internetten sipariş vermiş, vallahi benim kullandığımın bir üst modeli. Kerata öğretmenler tuvaletine yerleştirip, müdür beyi defi hacet sırasında görüntülemiş. Varan-1 diye de internete yüklemiş. Yılsonunda notlar düzelmezse gerisi de gelecekmiş. E babasının oğlu tabii…

Neticede önüne gelen bir kamera bulup bir yerlere sokuşturuyor. Herkes gizli kameracı maşallah…

İş ayağa düştü artık, böyle olunca da kalite kaybı oluyor…

Bir ara ünlü oyuncuların çok özel görüntüleri çekiliyordu, dolayısıyla işin bir estetiği vardı. Onlar hem bakımlı, hem fotojeniktiler hem de rol yapma yetenekleri olduğundan ortaya izlenmesi keyifli işler çıkıyordu.

Şimdi bir de şu siyasetçilerin işlerine bakının Allah aşkına!

Tipleri ofsayt, hepsi göbekli; daha ilk sahneden insanın nevri dönüyor. Aksiyon deseniz rezalet, sanırsınız Kırkpınar pehlivanları gösteri yapıyor.

Hiç mi Fransız filmi seyretmediniz, hiç mi “french kiss” diye bir şey duymadınız ?

Yani Paris Hilton’un gizli görüntülerinden sonra hiç çekilmiyor. Yahu bu iş öyle mi yapılır?

Çekim gizli yapıldığından bir yönetmen olarak müdahale de edemiyorsun; yoksa kaç kere “Stop” diye araya girip “Bak şöyle yapacaksın” diye rol tarif etmek geldi içimden.

Atraksiyon yok, incelik yok, heyecan yok; koy kamerayı çek…

Şimdi gizli görüntüler festivali yapılmış olsaydı ne olacaktı?

Rezil olacaktık, bizimle dalga geçeceklerdi…

Ben de istemez miyim Nuri Bilge gibi çıkıp “Altın Bilmem Ne Ödülü” alayım;

Benim güzel ve bahtsız ülkeme selamlar” diye bir konuşma yapayım.

Ama nerede, bu yeteneksizlikle film mi çekilir?

Ondan sonra “Niye bizde filmcilik gelişmiyor!”, e gelişmez tabii…

Milletin de ilgisi kalmadı artık, o kadar gizli görüntü servis ettik, kimseden tık yok.

Eskiden olsa yer yerinden oynardı…

O kadar çok olunca millet kanıksadı tabii…

Na buraya yazıyorum; göreceksiniz bir gün gelecek “Herkesin bir kaseti çıkacak”…

Kasetsiz olmak adeta ayıp hale gelecek…

O zaman da “E ne var ki bunda” diyecekler…

Ahlak kavramı değişecek, gizli saklı diye bir şey kalmayacak…

Herkes birbirinin “Big Brother” ’i olacak…

Bir sonraki aşamada da her şey naklen yayınlanacağı için kasete masete gerek kalmayacak.

İşte o zaman bizim meslek de tarihe karışacak…

Bize kelaynaklar gibi sahip çıkılması gerek, bu mesleğin son fertlerinin koruma altına alınması gerek.

Keçecilik, köşkerlik, koşumculuk, urgancılık, zembilcilik, nalbantlık, semercilik gibi gizli kameracılık mesleği de yok olmak üzere.

Devlet bize sahip çıksın…

CAMBAZA BAK

“Cambaza bak” derler, bakarsınız “neden ipin üstünde yürüdüğünü” anlayamadığınız adama. Siz heyecan içinde bakarken, “cambaz düşecek mi düşmeyecek mi?” diye beklerken cepçiler de gelip boşaltır ceplerinizi…

Son günlerde hangi cambaza bakacağımıza şaşa kaldık…

Gündemde bir dolu cambaz var ipler üstünde…

Fener küme düşecek mi düşmeyecek mi?

Düşüp de sonradan masum olduğu ortaya çıkarsa ayıp olmaz mı?

Düşmeyip de suçlu olduğu ortaya çıkarsa rezalet sayılır mı?

Aziz Yıldırım’a yapılan reva ile Silivri mahkûmlarına yapılan reva arasında bir fark var mıdır? Varsa nedir?

Zaman zaman yapılan federasyon tartışmalarında kast edilen aslında Futbol Federasyonu mudur?

Futbolun feneri bu durumdayken Deniz Fenercilerin de apar topar yakalanmasının bir nedeni var mıdır?

Elif Şafak yeni kitabı için erkek kılığında poz vermiş, acaba erkek yazarlar da kadın kılığında poz verirler mi?

Elif Şafak’ın kitabının kapağı çalıntı, içeriği de başka bir romandan intihal mi acaba…

Her iki kitabı da okumamış okumaya da niyeti olmayan biri bu meraklı sorunun yanıtını nasıl bulacaktır?

Paşalar ihtilal yapacaktı diye içeri alınırken ihtilalin en katmerlisini yapan ressam paşa neden hâlâ dışarıdadır?

Vatandaş hiç olmazsa sembolik de olsa bir kez mahkeme koridorunda “Ahmet Kenan Evren” diye bağırışını duyabilecek midir?

Peki diğer paşalar içeri alına alına dışarıda hiç paşa kalmazsa ne olacak?

İrticai faaliyetten dolayı ordudan uzaklaştırılanlara af çıkacak diyorlar, o boşluk onlarla doldurulursa ne olur?

TRT “Tosun Paşa” filmini sansürlemiş, acaba bunun da paşalar operasyonuyla bir ilgisi var mı?

Şimdi aklıma geldi bir Haydarpaşa’nın kapatılıp otel yapılmak istenmesi vardı.

Polise ağır savaş silahları alınıyor…

Peki onların da rütbeleri Tuğkomiser, Tümkomiser, Korkomiser, Orkomiser şeklinde olabilir mi?

Peki pek sık gördüğümüz, şortla otobüse binenin veya ramazanda sigara içenin dövülmesi gibi vakalardan sonra ikinci bir polis teşkilatı daha kurulabilir mi? Ahlak Polisi Teşkilatı mesela…

Peki şortlu kız vakasında “Aslında o karşısındaki adamı dövmüş” diye haberi tersine çeviren yalaka basın bu dediğine kendi de inanmış mıdır?

Peki silah alımlarının kolaylaşmaya başlaması, herkese 3 çocuk kampanyasından sonra herkesin 5 silah alabilmesinin sonucu daha da başka polis teşkilatlarına neden olabilir mi?

Bu kadar polis teşkilatı kendi aralarında anlaşabilirler mi?

Anlaşamazlarsa bu anlaşmazlık da tahammülsüzlüğe varırsa, hepsi kendi gettolarını oluşturabilirler mi?

Sahi şu gettolar meselesinin sonu nereye varır?

Laikler, dinciler, ulusalcılar,2.cumhuriyetçiler, eşcinseller kendi gettolarını oluştururlarsa nasıl bir manzara çıkar?

Bu gettolar kendi aralarında bir lig oluşturup maçlar yaparlar mı?

Peki yaparlarsa bu maçlarda kavga çıkabilir mi?

Peki, getto liginde de şike olabilir mi?

Peki gettolar arasında da sıfır sorun olur mu?

Olursa, adama “Ne halt etmeye getto oldun?” diye sormazlar mı?

Peki o gettolar da kendi aralarında çekişip yeni gettolar oluşturabilirler mi?

Peki Asmalımescit masalarının kaldırılmasından sonra sıra evdeki çalışma masalarımıza gelebilir mi?

Görüldüğü gibi cambaz çok…

“Cambaza bak” demenin alemi yok…

Ancak “Cambaza bak” diyenler bilsinler ki, bu kadar cambaza bakan biri sonunda gerçek cambazı da görebilir…

AKILLI İŞARETLER APTAL TV DİZİLERİNE KARŞI

Tv dizileri bir gereksinimden kaynaklanır;

Öykü anlatma ve dinleme gereksinimi…”

Tarihin ilk dönemlerinden beri insanlar birilerine bir şeyler anlatma ve birilerinden bir şeyler dinleme gereksinimi içinde olmuşlardır.

Mitoloji böyle doğmuştur; kutsal kitaplarda anlatılanlar, masallar, binbir gece hikayeleri (ki günümüzün Tv dizilerinin atası sayılır) bu yüzdendir. Yazı bulunmadan önce kuşaktan kuşağa anlatılan söylenceler sonra yazıya dökülmüştür…

Tiyatro bu yüzden doğmuştur, öykü, roman, şiir, gazeteler, gazetedeki tefrika romanlar (ki gene günümüzün Tv dizileri karşılığıdır), sinema ve tabii Tv dizileri. Hep aynı gereksinimin sonucudur.

Bu girizgâhtan sonra RTÜK’ün getirdiği akıllı işaretlere sözü getireceğim.

Diziler içeriklerine göre sınıflanacaklar, eğer bir dizi +18 işareti almışsa saat 23.00’den sonraya gidecek. Uygulama yaygınlaştıkça senaryolara müdahaleler de başlayacak.

İlk bakışta haklı görülebilir bir durum, dünyada da örnekleri var. Ama o sansür makası bir kez şaklamaya başlarsa neyi, ne zaman keseceği belli olmaz.

Güzel ülkemin güzel insanı öykü dinlemeye bayılır, bazen kendini kaptırır öykünün akışına, o öykünün bir karakteri olup çıkar.

Öyküdeki karakterin yaptıkları kendine ters geliyorsa kızar, öfkelenir.

O öyküyü yazana, filme çekene, oynayana, gösterene kızar.

Birbirini aldatan eşlere kızar, yasak aşklara kızar, tecavüzlere kızar, kötülük yapan insanlara kızar. Sevdiği karakter rol gereği ölürse mevlit okutur, onu öldüren oyuncuya yolda rastlarsa dövmeye kalar.

Ama gene de izler, dizilerin izlenme oranları tavan yapar; kıza kıza izler…

Kızar ve şikâyet eder RTÜK’e…

O delikanlı amcasının genç karısana sarkıyor; bu bizim milletin geleneklerine aykırıdır.” diye. Sanki başka milletlerin geleneklerine uygunmuş, sanırsınız…

Dramanın kurallarını anlatmaya kalkarsanız uzun sürer;

Öyküler, çatışmalar içerir; bunlar olmadan öykünüzü anlatamazsınız” derseniz, dinlemez. Diziyi pür dikkat izler, detay sektirmez; ama gider şikâyet eder, “Kaldırın bu diziyi” diye.

Dizi bir şekilde yayından kalkınca da üzüntüsünden karalar bağlar. Çünkü filmin sonunu merak ediyordur, ortada kalmıştır şimdi.

O bir Şehriyar, dizisi de Şehrazat’dır; öyküsünü en heyecanlı yerinde kesip “Devamı bir sonraki bölümde” diyen. Ama o bölüm gelmeden kesilmiştir Şehrazat’ın kafası.

İzleyicinin bu hali sevimlidir aslında, öykü anlatıcısı sevinir bu duruma; çünkü öyküsü dinleniyor ve bir tepki alıyordur.

Ama RTÜK bu şikâyetleri ciddiye alıp da ceza kesmeye kalkınca işin rengi değişiyor tabii…

Neyse ki savcılar senaryolardaki cinayetlere dava açmaya başlamadılar henüz.

Gerçi TV dizileri bazen libido gıdıklamada kantarın topunu kaçırıp, RTÜK’ü haklı çıkartma aşamasına getirseler de hiçbir zaman aşağıda örneklerini vereceğim anlatılar kadar olmadılar.

Yasak aşklar, eşcinsellik, cinsel sapmalar, ensest vs nedeniyle dizileri ahlaksızlıkla suçlayanlar acaba bunlara ne der?

Hiç değiştirmeden, orijinal metinlerden aynen alınmıştır.

ESKİ AHİT (TEVRAT)

Yaratılış (Genesis)

Bölüm 12

Avram Mısır'da

10. Ülkedeki şiddetli kıtlık yüzünden Avram geçici bir süre için Mısır'a gitti.

11. Mısır'a yaklaştıklarında karısı Saray'a, "Güzel bir kadın olduğunu biliyorum" dedi,

12. "Olur ki Mısırlılar seni görüp, 'Bu onun karısı' diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar.

13. Lütfen, 'Onun kızkardeşiyim' de. Öyle ki, senin sayende bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar."

14 .Avram Mısır'a girince, Mısırlılar karısının çok güzel olduğunu farkettiler.

15. Kadını gören Firavun'un adamları, güzelliğini Firavun'a övdüler. Kadın saraya alındı.

16. Onun hatırı için Firavun Avram'a iyi davrandı. Avram davar, sığır, erkek ve dişi eşek, köle, cariye, deve sahibi oldu.

17. RAB Avram'ın karısı Saray yüzünden Firavun'la ev halkının başına korkunç felaketler getirdi.

18. Firavun Avram'ı çağırtarak, "Nedir bana bu yaptığın?" dedi, "Neden Saray'ın karın olduğunu söylemedin?

19. Niçin 'Saray kızkardeşimdir' diyerek onunla evlenmeme izin verdin? Al karını, git!"

Bir dizi içinde şöyle bir sahne düşünün; yaşlı adam, genç karısını zengin bir işadamına “Bu benim kızkardeşim” diye tanıtıyor. İşadamı da kadınla ilişkiye girip, yaşlı adama da mal mülk veriyor. RTÜK’ün akıllı işaretlerine göre doğrudan saat 23.00’e gidecektir.

Bir başka örnek

Bölüm 19

Sodom'la Gomora'nın Yıkılışı

1. İki melek akşamleyin Sodom'a vardılar. Lut kentin kapısında oturuyordu. Onları görür görmez karşılamak için ayağa kalktı. Yere kapanarak,

2. "Efendilerim" dedi, "Kulunuzun evine buyurun. Ayaklarınızı yıkayın. Geceyi bizde geçirin. Sonra erkenden kalkıp yolunuza devam edersiniz." Melekler, "Olmaz" dediler, "Geceyi kentin meydanında geçireceğiz."

3. Ama Lut çok diretti. Sonunda onunla birlikte evine gittiler. Lut onlara yemek hazırladı, mayasız ekmek pişirdi. Yediler.

4. Onlar yatmadan, kentin erkekleri, Sodom'un her mahallesinden genç yaşlı kentin bütün erkekleri evi sardı.

5. Lut'a seslenerek, "Bu gece sana gelen adamlar nerede?" diye sordular, "Getir onları da yatalım."

6. Lut dışarı çıktı, arkasından kapıyı kapadı.

7 "Kardeşler, lütfen bu kötülüğü yapmayın" dedi,

8. "Erkek yüzü görmemiş iki kızım var. Size onları getireyim, ne isterseniz yapın. Yeter ki, bu adamlara dokunmayın. Çünkü onlar konuğumdur, çatımın altına geldiler."

9. Adamlar, "Çekil önümüzden!" diye karşılık verdiler, "Adam buraya dışardan geldi, şimdi yargıçlık taslıyor! Sana daha beterini yaparız." Lut'u ite kaka kapıyı kırmaya davrandılar.

10. Ama içerdeki adamlar uzanıp Lut'u evin içine, yanlarına aldılar ve kapıyı kapadılar.

Böyle bir sahneyi gören RTÜK ne yapar bilemiyorum… Adamın evine iki delikanlı geliyor, komşuları da kapıya dayanıp “Onları bize ver de yatılım” diyorlar. Adam da “Etmeyin eylemeyin, bakın iki bakire kızım var, onları alın” diyor… Kapıdakilerin gözü o kadar dönmüş ki “Çekil önümüzden yoksa sana daha beterini yaparız”, diyorlar.

Bu durumu saat 23.00 de kurtarmaz 24 saat dışına atılır kesin…

Tevrat’tan bir örnek daha; bu sahnenin devamı, Lut, kızlarıyla birlikte yıkılan şehirden kaçarlar…

Lut ile Kızları

30. Lut Soar'da kalmaktan korkuyordu. Bu yüzden iki kızıyla kentten ayrılarak dağa yerleşti. İki kızıyla birlikte bir mağarada yaşamaya başladı.

31. Büyük kızı küçüğüne, "Babamız yaşlı" dedi, "Dünya geleneklerine uygun biçimde burada bizimle yatabilecek bir erkek yok.

32. Gel, babamıza şarap içirelim, soyumuzu yaşatmak için onunla yatalım."

33. O gece babalarına şarap içirdiler. Büyük kız gidip babasıyla yattı. Ancak Lut yatıp kalktığının farkında değildi.

34. Ertesi gün büyük kız küçüğüne, "Dün gece babamla yattım" dedi, "Bu gece de ona şarap içirelim. Soyumuzu yaşatmak için sen de onunla yat."

35. O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi.

36. Böylece Lut'un iki kızı da öz babalarından hamile kaldı.

37. Büyük kız bir oğlan doğurdu ve ona Moav adını verdi. Moav bugünkü Moavlılar'ın atasıdır.

38. Küçük kızın da bir oğlu oldu ve adını Ben-Ammi koydu. O da bugünkü Ammonlular'ın atasıdır.

Yengesine asılan adama tepki gösteren RTÜK, böyle bir sahne karşısında ne yapar? Akıllı işaretlerinin aklı bile dumura uğrar, akıllı işaret olduğuna bin pişman olur.

Yaradılışın ilerleyen bölümlerinde de epey benzer bölüm var. Kazara bir kanalda yayınlanırsa o kanal sonsuza kadar kapatılabilir.

Ha şunu diyenler çıkabilir; “Bu zaten Yahudi kitabı, hiç işimiz olmaz; burası Türkiye!

O zaman buyurun bizden bir örnek…

MEVLANA –MESNEVİ

Cilt 5

Şehvetin Sonu

Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı. O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da. Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu…

Mevlana’nın hikâyesi bu şekilde devam ediyor ama ben burada daha fazla yazamayacağım. Ola ki RTÜK’ün eli buraya da uzanıp Mevlana’dan soramadığı hesabı bizden sorabilir.

Çok merak ederim, bir senaryo yazarı Mesnevi’yi Tv’ye uyarlamaya kalksa bu tür bölümleri ne yapacaktır?

Es geçse Mevlana’yı sansürlemiş olacak; gösterse kendi sansürlenecek…

Ama en zor durumda kalan da RTÜK olur sanırım…

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyerek sema ederken ortaya çıkan eşeği ve kabağını nasıl açıklayacaktır?

Neyse ki şimdiye kadar bu tür öyküler Tv ekranına hiç yansımadı.

Şükret ve dizileri yapanlara teşekkür et RTÜK…

DÜĞÜNLER VE CENAZELER

Hayat devam ederken ortalık toz duman; sesler, sözcükler, cümleler birbirine karışıyor. Başıboş sesler atmosferde dolaşıyor ve dolaşacak sonsuza kadar. Ağızdan çıkan söz yok olmuyor, unutulmuyor. Bize ulaşan o seslerden örnekler verelim; hangi lafı kimin ettiği ayrı bir araştırma konusudur…

-Deprem olmuş !!!

-İstanbul’da mı yoksa ?

-Hayır Van’da…

-Aman neyse…

-Bir şeye ihtiyaç var mı, yardım falan?

-Her bir şeyimiz var çok şükür…

-Çadııııııııır...

-Aaaa bi tek çadırımız yokmuş… Pardon…

-Zaten zamanında deprem vergisi diye para toplamıştık; ne demişler sakla samanı gelir zamanı… İşte geldi zamanı, hadi çıkarın samanı…

-Çıkaramayız o samanı çoktan inekler yedi…

-Haksızlık etmeyin duble yol yaptık; o duble yollar olmasa sayın bakanlarımız depreme bakmaya nasıl gideceklerdi?

-Çadır diyordunuz alın size çadır, bakın ne güzel saray gibi; üç öğün de yemek çıkıyor, daha ne istiyorsunuz?

-Allah razı olsun, darısı başınıza inşallah…

-İnşaatlar ruhsatsızmış…

-Ruhsat varmış ama sahteymiş…

-Ruhsatsızları yıkacağıııııız…

-Sallama…

-Aaa gene sallanıyor...

-Herkes haddini bileceeeeeeek; alın işte ben de parmağımı sallıyorum…

-Biraz da matem yapalım o vakit…

-Cumhuriyet Bayramı var… Bayramı iptal edelim…

-Ne alaka?

-Cumhuriyet’i henüz iptal edemiyoruz, şimdilik bayramını iptal edelim; sonrası Allah kerim…

-Bugün bizimkilerin üç adet düğünü varmış…

-Kaç hafta önceden planlanmış, yer tutulmuş, masraf yapılmış; şimdi iptal etmek israf olur, israf da günahtır…

-Hem gitmemek ayıp olur…

-Depremde de o kadar can kaybı oldu ama…

-Tamam işte, üç düğün; en az üçer çocuktan en az dokuz çocuk demektir; kayıplar bir ölçüde telafi edilir hiç olmazsa…

-Bak doğru hatta “En az üç çocuk” sloganını “En az altı çocuğa” çıkartırız…

-Tabii geçen depremde de emlak vergilerini iki misli olarak almıştık…

-Düğünde eğlence meğlence derken ters olmasın…

-Olmaz… İzzet ve Nihat’ı çağırırız; bizim çocuklardır, ikisi de kankadır… İçli içli türküler söylerler, ağıt yerine geçer. Böylece depremde ölenleri de anmış oluruz…

-İzzet ve Nihat’a otelde yer ayarladık, akşam düğünde ağıt söyleyerek ölülerimizi anacağız… Nihat “İsterseniz mevlit de okurum” diyor…

-Söyleyin Nihat’a işin suyunu çıkartmasın, yok artık…

-Ya biz iptal etmedik mi bu bayramı; hâlâ neyi kutluyorlar meydanlarda!

-Cahil insanlar işte, haberleri yok; okumamışlar iptal kararımızı…

-Üç düğünü aynı geceye koymak bizim için biraz yorucu oluyor ama…

-Olsun ama katlanacağız ne yapalım… Neyse ki birbirlerine yakın salonlarda yapılıyor…

-Bi deprem daha oldu…

-İstanbul’da mı?

-Yok…

-Aman çok şükür… Peki nerde?

-Ankara’da, düğünü yaptığımız otelde…

-Ölü yaralı var mı?

-Ölü yaralı yok ama büyük rezalet var… İzzet ve Nihat kaldıkları odaya dört kadın çağırmışlar… Sonra parada anlaşamamışlar, vukuat çıkmış karakolluk olmuşlar… İzzet erkek adam, tepesi atmış tabii; sille tokat girişmiş kadınlara… Epey bir sallanmış ortalık…

-Nihat da “Ben geçerken öylesine uğradım odaya, bütün suç İzzet de vallahi” diye satmış kankasını…

-Yahu bana ne bundan, ne diye söylüyorsun bu kadar dert arasında…

-Yok yani odanın parasını biz ödedik de… Şimdi kadınlar için de ekstra isterlerse ne yapacağız, diye soruyorum…

-Sorma… Bazı şeyleri de kendiniz halledin… Benim programım yoğun, bu hafta gitmem gereken 10 düğün daha var…

-Bu defa Nihat’la İzzet’i çağırmayalım ama; ne olur ne olmaz…

-Somali kafilesinden başka birilerine bakarız artık… Gerçi bir bakıma iyi olmuş otel rezaleti, hiç olmazsa çadır rezaletini unutturur belki…

-Neticede hayat devam ediyor…