DÖRDÜNCÜ MAYMUN

22 Mart 2019 Cuma

Mart Gündemi







SEÇMENLERİN İSTİLASI

Gogol “Ölü Canlar” romanında ölmüş insanları yaşıyormuş gibi göstererek onlar üzerinden rant sağlamaya çalışan bir kişinin hikayesini anlatır.
Yakın tarihimizde de benzeri görülmemiş ve herhalde detayları bilinmediğinden pek ortaya çıkmamış bir dolandırıcılık olayı vardır.
Kim olduğu belli olmayan bir kişi Savunma Bakanlığı bünyesinde hayali bir daire oluşturuyor; resmi adresi var ama aslında öyle bir yer yok. Bu dairesin personeli var, personelin nüfus kayıtları var, sigorta sicil numaraları var, bordroları var ama sadece kâğıt üzerinde onlar da daire gibi tamamen hayali oluşturulmuş. Vatandaş, üç ay boyunca personelin maaşlarını topluyor. Kimsenin aklına “Bu daire neyin nesi?” demek gelmiyor. Bu işi yapan nitelikli dolandırıcının kim olduğu, nasıl böyle bir tezgâhı kurduğu hiç anlaşılmıyor. Sanki metafizik bir “Gizemli olaylar” filmi gibi bir köşede kalıyor.
Ama bugünlerde yaşadıklarımız bu olayları fersah fersah aşmakta…
***
Meclise getirilen ruh sağlığı yasası gerçekten çok iyi oldu. Vatandaşın gerçekten de en gereksinim duyduğu bir yasaydı umarım bir an önce geçer. Vatandaşla beraber büyüklerimiz de faydalanmış olurlar belki.
Çünkü seçmen kütüklerinin belirlendiği bu günlerde yaşadıklarım beni ciddi biçimde endişelendirmektedir; gerçek mi sanrı mı bilemediğim durumlar içindeyim. Akıl sağlığım gitti gidecek.

Gece yarısı su içmek için uyandım, baktım mutfağın ışığı yanıyor, birileri de yüksek sesle konuşuyor.
“Eyvah hırsız girdi” diye süpürgeyi kapıp oraya yöneldim
Üç kadın, iki adam beş çocuk oturmuş kahvaltı ediyorlar…
“Kimsiniz siz, ne işiniz var evinde?” diye haykırdım…
Hiç istiflerini bozmadan;
“E burası bizim de evimiz, inanmıyorsan al bak” diye önüme hanelere göre belirlenmiş seçmen listesini koydu.
Dehşet içinde kalmıştım; gerçekten de benim hanemde 45 kişi daha gözüküyordu.
“Galiba bir rüyanın içindeyim” diye düşündüm.
Bu arada gelen bir badem bıyıklı biri buzdolabını açıp baktı…
“Abi kola yok mu kola?” diye sordu.
“Yok kola mola…” diye tersledim.
“Al ama birkaç kasa, seçimlere kadar buradayız içerisi de kalabalık…”
Demek içeride de vardı devamı, hemen salona geçtim; tıklım tıkıştı oturacak yer yoktu bir kısmı yerlerde oturuyordu; bir kısmı televizyonda Palu Ailesi’nin yeni maceralarını izliyor, yaşlı bir teyze dolma sarıyordu; çekirdek çitleyenlerin oluşturdukları çekirdek kabuklarının oluşturduğu öbeklerin arasından güçlükle yürüdüm.
Masaya oturmuş bir dörtlü okey oynamakta her dört kişinin her iki yanında ikişer yancıdan toplam on iki kişiydiler.
Yanlarına gidip “Bu ne rezillik!” diye haykırdım…
“Haklısın birader” dedi biri “Çift okeye tek bekliyorum, kaç eldir gelmiyor şerefsiz…”

Bu kabustan uyanmak için “İmdaaat” diye dışarı fırladım…
Aynı anda karşı komşum da aynı şekilde fırlamıştı, kapının önünde çarpıştık.
“Sizde de mi varlar onlardan?” diye dehşet içinde baktı…
“Sizde kaç kişiler?”
“Bizde 50 kişi… Hepsi de imzalı mühürlü, resmi… Evin içinde adım atılacak yer yok… Şimdi bacanak aradı onlarda 80 kişi varmış… Bunlar gene iyiymiş bazı yerlerde bir dairede 400 kişiye kadar çıkıyormuş. Her yerdeler, her köşeden bir seçmen çıkıyor… Hayali seçmenlerin istilası altındayız; uzaylılar istila etse bu kadar şaşırmazdım… İnşallah rüyadır…”
Üst kattaki komşu dehşet içinde seslendi…
“Biliyor musunuz büyük büyük büyük dedem geldi az önce, öldü biliyordum meğer ölmemiş…”
“Nasıl ölmemiş?”
“Bilmiyorum, kapı çaldı ben senin büyük büyük büyük dedenim, öpsene elimi hergele diye elini de öptürdü, geçti içeri başköşeye çöreklendi… Hakkaten dedemmiş, seçmen listesinde adı var gözlerimle gördüm, ölmemiş, domuz gibi maşallah. Çok şaşırdım, tuhaf duygular içindeyim. Bunca yıl sonra bir dedem oldu… Şimdi içeride kahvesini höpürdetiyor… Gideyim de biraz daha hasret gidereyim bari… Abdülhamit’le nasıl karşılaştığını anlatacaktı hiç olmazsa Tv dizisindeki olayları ilk ağızdan dinlerim… ”

Sokağa fırladım; her tarafta deli danalar gibi koşturan insanlar…
Bütün evlerin nüfusu artmış halde, herkes ne yapacağını şaşırmış durumda…

Bu yüzden şu ruh sağlığı yasasının ivedilikle çıkması gerek yoksa seçime kadar dayanamayacağız…


KUYRUKTA



Absürt bir filmin içinde gibiyim gene…
Sabah sokağa çıktığımda bir kuyruk çıktı karşıma ucu görünmüyor, hemen sordum kuyruğun sonundakine;
“Bu varlık kuyruğu mu, yokluk kuyruğu mu?” diye.
O da bilmiyormuş, kuyruk görünce takılmış.
Ben de takıldım kuyruğa, artık ne çıkarsa bahtıma.
Tanzim Satış yerlerindeki kuyruklar seçim atmosferiyle beraber artmaya başladı…
Aynı anda benim ardıma da üç kişi takıldı.
Yaşlı teyze söylenip duruyor;
“Allah cezalarını versin bunların, çoluk çocuk aç kaldık, bir kuru soğana muhtaç olduk, gözlerine dizlerine dursun, gene kuyruklar başladı işte, hepsi kahrolsun…”
“Aman teyzem yavaş, öyle kahrolsun falan deme gelip götürürler yoksa.”
“Götürsünler hiç olmazsa götürdükleri yerde bir tas çorba verirler, bu ne rezillik, bu ne kepazelik, şu seçimler olsa da hepsi çekip gitse başımızdan…”
“Oyunu kime vereceksin peki?”
“Ne demek kime, tabii ki reise, başka adam mı var ortada?”
“E peki çekip gitsin dediğin kim o vakit?”
“Kılıştar… Bi de Cehape… Çünkü Cehape demek açlık demekmiş kıtlık demekmiş, reis öyle diyor…”
“Peki hükümette kim var şimdi?”
“Dedik ya evladım sen de pek kalın kafalıymışsın, tabii ki Cehahpe…”
Teyzeyle bu konuyu tartışmanın beyhude olduğunu bildiğim için yanıt vermedim kafamı çevirdim, önümdeki vatandaşa dert yandım…
“Bu kafayla bir cacık olmaz bizden, hâlâ reis diyor…”
“Haklısınız reis ne diyor ona bakmak gerek.”
“Ne diyor?”
“Yatay mimari diyor… Diktiler o fallik gökdelenleri güzelim şehrin görüntüsü değişti… Sonra her yerde çürük kaçak yapılar, bir de imar affı çıkartıp yasal hale getirdiler. Sanki affedince çürük bina sağlam hale gelecek. Al işte hepsi teker teker göçüyor… Ulan bu Cehapenin yatacak yeri yok…”
Onun önündeki destek verdi;
“Ama şimdi hepsini yıkıp yeniden yapacaklarmış; tabii çünkü yeni bina yapılacak yer kalmadı, müteahhitler zor durumda kaldı o yüzden hepsini yıkıp sıfırdan yapacaklar. Hani çocuklar iskambil kartından evler yaparlar sonra onları yıkıp tekrar yaparlar ya; bu da aynen öyle…”
Onun önündeki tamamladı “Tarihi eserleri de yıkıp yeniden yapacaklarmış isabet olur, misal Süleymaniye’yi yeniden yaparken altına otopark yapılsa hoş olmaz mı, üstelik müşteri garantisi de koyarlarsa süper olur; kılmadığı namaz için para vermiş olmamak için bu kez gelip namazını da kılar hiç olmazsa. Ayasofya’yı yeniden yaparken de içine bir AVM pek yakışır. O yüzden reisin acilen başımıza geçmesi gerek… Bu Cehapeyle olmuyor.”
Sıra çok ağır ilerliyordu…
“Çok çeşit var galiba” dedim.
Önce patlıcan, patates, soğan, domates olarak başlamış; sonra baklagiller ve süt ürünleri eklenmiş en son da temizlik ürünleri gelmiş…
“Çay da var mı acaba?” diye sordum.
Çay yokmuş onu bizzat reis dağıtıyormuş, “Reisi nerede bulacağım?” diye sormayın, o illa ki sizi buluyor, nasıl olsa; hangi köşeyi dönseniz karşınıza çıkıyor.
Yanımdan tinerci çocuklar geçti, ellerinde beşer onar alışveriş torbaları;
“Hayrola?” dedim…
“Abi az önce otobüsün üzerindeki uzun boylu adam fırlatıp duruyordu, bir poşet çayla bu torbaları attı; biz hemen kaptık tabii…”
“Ne yapacaksınız onları?”
“Abi torbalar kenevirden, işlemden geçirip kafa bulacağız…”
Gerçekten de birileri iyi kafa buluyordu…
Sırayla birlikte ilerliyorum; baktım bir büfe, demek kuyrukta acıkanlar için böyle bir hizmet de düşünülmüş.
Tost makinasının başında temiz yüzlü, kepçe kulaklı şirin bir delikanlı; sürekli tost yapıp duruyor pek yabancı gelmedi biraz düşününce buldum yahu bu bizim baro başkanı.
“Hayrola başkan ne iş?” diye sordum.
“Her an baro başkanlığından ayağımı kaydırabilirler, kafama tuğla düştükten sonra bana pek güvenleri kalmadı o yüzden yedek iş olarak tostçuluk yapmaya başladım…”
“Nasıl gidiyor peki satışlar?”
“Çok iyi satıyoruz, biliyorsunuz, malzeme kalmasa iyi tostçusun demektir… Satışımız süper.”
“Yap o zaman bana bir çift kaşarlı tost…”
“Valla kaşar kalmadı, bütün kaşarları DSP’den istediler oraya yolladım…”
Hava kararıyordu kuyruk iyice yaklaşmıştı ama ortada tezgâh mezgah yoktu, sadece koca bir çöp konteyneri duruyordu. Millet içini karıştırıp bulduklarını kenevir torbasına dolduruyordu.
Başına bir de zabıta dikmişlerdi, milleti uyarıyordu.
“Üç parçadan fazla almak yok, sırada bu kadar insan var, saygılı olun…”
Bunca saattir beklediğim kuyruk meğer çöp konteyneri kuyruğuymuş; eh buraya kadar gelmişken bekleyeyim dedim, çok şanslıymışım çöplerin en dibinde herkesin gözünden kaçmış bir patlıcan buldum, bir ezik domatesi de hemen kaptım üçüncü hakkım olan parçayı aramaya başladım, arkadan uyarıyorlardı;
“Biraz çabuk ol akşam yemeğine yetişeceğiz” diye
Telaşla rastgele bir şey kaptım, boş bir kola şişesiydi;
Zabıta kızdı “Seçmece yok dokunduğunu almak zorundasın…”
Evime mutlu bir şekilde dönerken kafamda çılgın bir soru vardı…
“Ben bu şişeyi ne yapacaktım?”