1950’lerenin Amerika’sı
televizyon siyah beyaz ve tek kanallı.
Milletin yeni çıkmış bir müzik türünü anlamaya çalışıyor:
“Bu Rock’n roll nasıl bir şeydir?” diye yoruyor, dolayısıyla
ortadaki soğuk savaşın pek farkında değil.
İşte bu ortamda Senatör McCarthy önüne geleni alıp
sorguluyordu.
“Komünist misin değil misin?” diye.
Ne yanıt verdiğin önemli değildi, öğle yemeğinde Rus
salatası yemişsen veya elbisenin bir kenarında kırmızı renk varsa yanmıştın.
Bu dönemin en önemli kişileri de yargılananlardan çok muhbir
vatandaşlarıydı.
“Komünist arkadaşını ihbar et bu işten sıyır…” denince ihbarlar
geldikçe gelmeye başladı.
“Ben şahidim Dostoyevski okuyordu, o yazar her ne kadar
Sovyet döneminde yaşamadıysa da neticede Rus işte…”
“Yemeği hep sol eliyle yiyordu, doğuştan solaktı yani.”
“Evindeki mobilyalar rustikti bizzat gördüm şahidim.”
“Bir kere lokantada yemek yerken gördüm o bölgede de Sovyet
elçiliği de bulunuyordu…”
“Bana bir kere puro ikram etmişti, Küba’nın da puroları
meşhurdur malum…”
“Bir kere elinde şemsiyeyle gördüm, şemsiye yağmurda
kullanılır, yağmur da komünist ihtilal anlamına geliyormuş, kesinlikte komünizm
propagandası yapıyordu…”
Oyuncular, yazarlar, yönetmenler birer birer sorgulanıp,
işsiz kalıp, ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorlardı.
Hepsi kara listedeydi.
Muhbirler de iyice profesyonelleşmiş “Her türlü hizmet için
devletin kullanımına uygundur, rahatlıkla arkadaşını satabilecek karakterdedir”
yazılı kartvizitler bastırmışlardır.
O sırada Arthur Miller olan biteni dehşetle izliyor ve “Bu
kadar saçma bir durum ancak bir cadı avına benzetilebilir!” diyor.
Ve oturup ünlü oyunu Cadı Kazanı’nı yazıyor.
Ama bu defa olay Salem’de geçiyor.
1600’lerde… Cadılar var, orada da sorguçlar bu kez cadıları
bulup yakmak için sorguluyor.
Tabii tahmin ettiğiniz gibi o cadılar, aslında 1950’lerin aydınları.
Orada da insanlar paçayı kurtarmak için en yakın
arkadaşlarını “Ben biliyorum o cadıdır cadı!” diyerek ihbar etmeye başlıyor.
Yani Miller inceden laf sokuyor:
“Cadı cadı diye bağırıyorsunuz ama ateşe attığınız şey aslında
özgür düşüncedir.”
McCarthy büyük ihtimalle “Arthur da kesin komünisttir” demiştir.
Cadılar gerçekten var mı yok mu
orası tam bilinmez, net bir kanıtı yok; cadılığın nasıl bir şey olduğu konusu
da yoruma açıktır.
Ama cadı avcılarının ve cadı
muhbirlerinin varlığı her dönemde, her yerde olduğu tartışmasız biçimde bellidir.
Cadı kazanları da bütün
coğrafyalarda fokur fokur kaynamaktadır…