DÖRDÜNCÜ MAYMUN

7 Haziran 2013 Cuma

TAKSİM PARKI'NDAYIZ HER ŞEYİN FARKINDAYIZ


Taksim Gezi Parkı’nda ağaçlar sökülüyormuş vatandaşlar da buna tepki gösteriyormuş, dediler. Parkta çadırlarını kurup nöbete başlamışlar ağaçları söktürmemek için. Hatta sökülen bir ağacı yeniden dikmişler… Gayet çağdaş bir eylem görüntüsü var; çadırlarının önünde kitap okuyanlar, şarkı söyleyenler, halay çekenler. “Ağaçları kesmeyin, buraya gereksiz AVM’ler inşa etmeyin” diye haykırıyor herkes…
Eh bize de bu güzelliği anlatan bir yazı yazmak düşerdi elbet. Geçtim bilgisayarın başına sevimli, keyifli bir yazı döşendim. “İşte hep özlediğimiz, barış dolu, sevgi dolu bir eylem” diyerek son noktayı koydum. Yazı sorumluluğumu rahatlıkla tamamlamamın rehaveti içinde ayaklarımı uzattım.
Sayfa sekreteri arkadaş “İyi güzel yazmışsın da gündem değişti; polis parkta bekleyenlere şafak operasyonu yaptı, su sıktı…”
Yani yazımdaki gibi mutlu sonla bitmiyordu olay; yazıyı mecburen yırtıp attım. Yazarlar için en berbat durum, bitti dediği, içine sinmiş yazısını yeni baştan yazmasıdır, zül gelir.
Oturup ikinci bir yazı yazdım…
Polisin yanlış yaptığını, oraya gelen insanların hiçbir kuruluşa, örgüte ait olmadan kendi istekleriyle gelen ve tek amaçlarının çevrelerini korumak olan kişiler olduklarını vurguladım. Bu kişilere su sıkmanın yanlışlığını söyleyip güvenlik güçlerine biraz sitem ettim. Sonra gene yazıyı bitirmenin mutluluğu içinde sırtıma yaslandım.
Sekreter karşıma dikilip “Baba gene olmadı, sen tam bitirdiğin anda gündem değişti…”, diye sırıttı. Taksim Parkı’nda bekleyenler dışarı taşmışlar bu arada olayları duyanlar tamamen içgüdüsel olarak sokağa fırlamışlar bu yüzden sayıları biraz daha artmıştı. Polis de suyla beraber biber gazı da sıkmaya başlamıştı. Hadi bir kere katlandık ama bu fazlaydı artık; yazıyı gene çöpe atıp üçüncü yazıyı azap içinde yazdım. Polisin orantısız güç gösterisini eleştirdim, biraz aklıselime davet ettim ve yazıyı bağladım.
İki dakika sonra artık nefret etmeye başladığım sayfa sekreteri tüm lanetliğiyle karşıma dikilip sırıttı…
Olay gene şekil değiştirdi ama bu defa seni fazla yormayacağım merak etme, senin yerine yazını ben çöpe attım, sana da bir tek yeniden yazmak kalıyor…”
Ama yazmasan olmazdı tabii, çünkü durum gerçekten epey bir şekil değiştirmişti. Sekreteri gırtlaklama işini öteleyip yazmaya başladım.
Bir kere hareketlenme eş zamanlı olarak yurdun her yerinden başlamıştı, hatta yurtdışından bile yürümeye başlayanlar vardı. İşin ilginci bunlar örgütlü hareketler değildi, millet tepkisini kaptığı gibi fırlıyordu sokağa nereye gireceğine içgüdüleri karar veriyordu. Herkes koşa koşa su, gaz ve cop yemeye koşuyordu gönüllü olarak…15-16 Haziran’da da böyle olmuştu Uğur Mumcu’nun ölümünde de. Ama bu defa daha geniş kapsamlıydı. Edip Cansever’in karanfili elden ele çoğalıyordu; tek bir ağaçla başlayan olay ormana dönüştü… Ve yetkililerden en ufak bir açıklama yoktu hâlâ, diye biraz da edebiyat yaparak yazıya noktayı koydum…
Aşağılık sayfa sekreteri “gene olmadı” diye sırıttı… Ben noktayı koyarken meğer yetkililer açıklama yapmış…
Vali, Belediye Başkanı, Emniyet müdürü üçlü açıklama yapmışlar…
Vali “Ben pek bir şey görmedim”, Müdür “Tam olarak duyamıyorum  Başkan da “Mani oluyor halimi takrire hicabım” şeklinde açıklamalar yapmışlar.
Doktor Mimar başkanımız yemini billâh ediyor “Yanlış anlaşıldım, ben oraya yaya yolu yapacaktım sadece. Topçu kışlası yok, AVM kesinlikle olmayacak” diyor tüm samimiyetiyle… Eh bir de mahkeme alelacele yürütmeyi durdurma kararı alıyor, belli ki aklıselimle, işi büyütmemek için alınan bir karar. Eh en iyi niyetli yaklaşımla bir yumuşama var yorumuyla yazıyı bitiriyorum. Herhalde tamamdır derken, sekreter olacak namussuz ve şerefsiz “Daha bitmedi ki başbakan da açıklama yaptı” diyor. “Bir yazı nasıl piç edilir?” konusunda bir tez hazırlanacaksa ona çok iyi bir örnek olabilirim.
Başbakan’ın konuşmasını dinliyorum, ne de olsa serde delikanlılık var, harbi adam lafı dolandırmıyor düşündüğünü yekten söylüyor. “Yok öyle üç köfte yirmi beşe, o Topçu Kışlası oraya yapılacak, altına AVM üstüne rezidans ve otel açılacak işte o kadar!” diye raconu kesiyor sonra yürütmeyi durduran mahkemeye de bir ayar çekiyor… Tabii mahkemeyle birlikte Mimar Başkan’ın karizmasında da derin çizikler oluşuyor.
Durumun daha da gerilmesini ilave edip, yazıyı sekretere yolluyorum… Ağzına hapşırdığımın sekreteri yazımı uçak yapıp geri yolluyor… Tabii benim yazımın havası da sürekli olarak değişiyor bir önceki olumlu bir havadayken şimdi onun yerini endişe alıyor. Yurdun dört bir yanından meydanlara yürüyenlere uygulanan şiddet artıyor, şimdi de vatandaşa plastik mermi atılmaya başlamış. Bu arada pencereden tencere tava sesleri geliyor, teyzeler, amcalar, çocuklar sokağa fırlayıp tencereleri tavaları birbirine vurarak kendilerince destek veriyorlar. Meşhur fıkra aklıma geliyor, hani padişah halkın tepkisizliğini gördükçe bindirdikçe bindiriyormuş ya; sonunda halk topluca fırlamış sokağa başlamış göbek atmaya. Padişah da ilk kez o zaman endişelenmiş… Elbette halkın tepki göstermesi güzel ama bu şekli de pek hayra alamet gelmedi doğrusu. Durup bekleyelim bakalım, diye yazımı bitirdim…
Ama o tazyikli sularla ters taklalar atası, biber gazlarına maruz kalası, plastik kurşunlara gelesi sayfa sekreteri gene “olmadı” dedi…
Bir yazara bu yapılmaz, bu kadar zulmü polis bile yapıyor yahu, onlar bile daha insancıl…
Gene ne değişti sefil sekreter?” dedim…
Muhalefet lideri Taksim’e geliyormuş, başbakan da “Gel ama bir şey olursa kabahat senindir” demiş, bunun üzerine de polis Taksim’den çekilmeye başlamış, halk da Gezi Parkı’na doğru yürümüş…
Neyse mutlu son sayılır, bu durumu da ekledim; artık tamamdın herhalde dedim…
Ama sanki bir Kafka öyküsü içindeydim; bir yalaka basın mensubuyla olayları görmezden gelen televizyoncunun çiftleşmesinden peydahlanan o sayfa sekreteri karşıma geçip;
Yok, polis aslında geri çekilmemiş, Beşiktaş’a inmiş şimdi oradaki halka saldırıyormuş, üstelik bu defa gazın portakallısı çıkmış; bu hem kusturuyor hem de süründürüyormuş dedi.
Benimle dalga mı geçiyorsun?” diye haykırdım.
Kesinlikle bir dalga geçen var ama vallahi ben değilim” diye yalvardı…
Çaresiz yazıyı yeniden ele aldım; son durumu da ilave ettim, 31 Mayıs tarihe geçecektir sonunda.  Ama bu kez temkinli davranıp son noktayı koymadım, bu arada pencereden portakal gazı atıldı, hem kusuyorum hem sürünüyorum. Ama polisimi de çok seviyorum bir kere çok çeşit sunuyorlar insana; gazların yakında elmalısı, muzlusu, kivilisi, çikolatalısını da bekliyoruz
Polise sempati duymamın bir nedeni de bomba kapsülünün sekreterin kafasına gelip iki şak etmesi; yolları tuttuklarından ambulans da gelemiyor. Beni kıvrandırmasının cezasını böyle kıvranarak çekiyor şimdi… Eee Allah’ın sopası yok ama polisin gazı var… Artık bundan sonrasını haberler geldikçe kısa notlar olarak ilave edeceğim, her seferinde yazıyı baştan alacak halim yok…
Sabaha karşı pencereden baktım ortalık biraz durulur gibi olmuştu, direnişçiler ellerinde çöp poşetleri kirlenen meydanı temizliyorlardı… Medya gene dut yemiş bülbül, tek kelime etmiyor bir tek Halk TV sürekli yayın yapıyor, RTÜK’den bir kamış gelebilir… Başbakan yürüyenleri iki üç çapulcu olarak niteledi, AKM’yi de yıkacağız, camii de yapacağız dedi… Millet şimdi AKM’nin tepesine çıktı… Tencere tava çalan teyzeler amcalar her yerde, başbakan “Tencere tava hep aynı hava” dedi, ağa babası da zamanında “Glu glu dansı” demişti, tarih tekerrürüne hoş geldiniz… Ankara’nın tükürme meraklısı başkanı “İstersek onları bir kaşık suda boğarız” dedi…7-8 yaşlarındaki bir grup çocuk tencere kapaklarını çalarak yürüyor bir yandan da “Tayyip evine, ülke senin neyine!” diye slogan atıyor, gelecek nesli böyle görünce umudum artıyor…  Şimdi gene hava karardı, polis bu defa Ankara’yı gazlamaya başladı, Beşiktaş da berbat durumda… Gene sabah oldu, Başbakan Afrika’ya haka dansı yapmaya gidiyor, giderken gene önüne gelene fırça attı. Bence etrafındakiler “Hadi usta sen git biraz uzaklaş kafa dinle, biz burayı toparlayalım” diye yolluyorlar… Hay dilim tutulaydı da söylemez olaydım RTÜK Halk Tv’yi uyarmış… Taksim tam yatıştı derken biraz önce gene olaylar başladı… Aha şimdi de bir ölüm haberi geldi Antakya’da bir genç öldürülmüş… DİSK ve KESK iş bırakma eylemi yapıyor… Şimdi de başbakan vekili bir açıklama yapıyor doğal olarak atılan onca gazı almaya çalışıyor… Taksim’de halk tarafından bir alış veriş ve kültür merkezi kurulmuş durumda, yiyecekler, içecekler kitaplar; ama hepsi bedava; kendileri getiriyor ve paylaşıyorlar… Usta, Afrika’dan alınan gazları gene veriyor; dediğim dedik çaldığım düdük, diyor…
Her saniye başı yeni bir gelişme oluyor, iş nereye varır bilemiyorum. Ben artık tükendim, akıl sağlığım bu kadar sık değişikliği kaldırmaz. Aşağıda boşluk bırakıyorum, olacak gelişleri bir zahmet siz doldurunuz artık…
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….

Hiç yorum yok: