“Yağmacılar Çetesi” diyorlardı onlara, tam olarak ne zaman
geldikleri belli değildi.
Önce usul usul geldiler “Şu köşede ben de sıkışıp oturayım”
dediler.
Gönlü bol vatandaşım ses etmedi “Elbette bu kentte sana da
yer var” dedi.
Kıyın kıyın yerleştirdiler mabatlarını köşelerine…
Ama bilmiyordu ki her köşede bir tane vardı bu
sıkışanlardan…
Sonra sıkışanlar birbirlerini fark ettiler ne acıdır ki
“örgütlü mücadelenin” ne kadar önemli olduğunun bilincine bir tek onlar ulaştı.
Örgütlendiler…
“Köşe Tutanlar Örgütü” çığ gibi büyüdü…
Önce yeşillikler gitti, ağaçlar kesildi…
Yerlerine gökdelenler, plazalar, AVM’ler dikildi…
Sonra denizler gitti, zehirli atıklarla deniz bitti,
balıklar öldü…
Denizler dolduruldu oralara AVM’ler dikildi.
Bütün caddeler beton oldu ama üzerine yeşil halı serildi.
Toprağı çaldılar…
Saksı içinde ağaçlar dikildi boy boy.
Toprağın tohumunu çaldılar; genetiği bozulmuş tohumlardan
genetiği bozuk lezzetsizlikler çıktı…
Ağzımızın tadını çaldılar.
Yağmurun toprakla buluşup vuslata ermesi engellendi,
Dünyanın kurulduğu andan beri var olan bu büyük aşk
engellendi.
Sevdalısı toprağa uluşamayan yağmur öfkelendi, sel oldu
taştı, önüne geldiyse aldı götürdü.
Yağmacılar çetesi her durumdan bir kâr çıkartıyordu, açılan
yeni alanlara yeni gökdelenler diktiler.
Aralarında “Bakalım en büyük hangimizin olacak?” yarışmaları
düzenlediler.
Doğa kendinden alınanı geri almaya devam etti, doğa aldıkça
onlar yeni baştan diktiler gökdelenleri.
Bu nasıl bir karabasan, ne sinir bozucu bir fasit dairedir
bilemiyorum.
İçine hapis olduk çıkamıyoruz.
Nasıl rezil bir sakız ki bir yapıştı çıkmıyor.
Yeşilimizi, toprağımızı, denizimizi çaldılar; balıklarımızı,
kuşlarımızı çaldılar.
Zehirli gazlar tepemizde bir karabulut, nefesimizi çaldılar…
İçtiğimiz suyumuzu çaldılar.
Bu nasıl bir ihanettir ki tarihte başka bir örneği yoktur.
Kaç zamandır kar yağmaz oldu.
Uzayıp giden gökdelenler karları gökyüzündeyken eritiyor
yere yağmur olarak düşüyor.
Elimizde bir o kalmıştı.
Sonunda İstanbul’un karını da çaldılar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder