DÖRDÜNCÜ MAYMUN

26 Eylül 2024 Perşembe

TAKILAR TAKILIRKEN

 

BDK yani “Bilmem Neleri Denetleme Kurulu” başkanı Haşmet Bey büyük kızını evlendiriyordu dolayısıyla düğün dernek kurulması şart olmuştu.

Ama hazır düğün yapılırken aradan çıksın diye oğlunun sünnetini de sıkıştırmıştı.

Hoş oğlan 20 yaşındaydı ama çükü fakirlik günlerinde mahallerin çocuklarıyla toplu olarak kesildiğinden o zaman düğün olamamıştı. Sonradan yürü ya kulum dönemine gelindiğinde bu düğünün vakti de gelmiş oluyordu.

Ancak kırk gün kırk gece sürecek bir düğün hem katılanların zamanını alacağından hem de bu ekonomik koşullarda israf olacağından öyle yemekti, müzikti gibi gereksiz etkinliklerden vazgeçilecekti elbette “itibardan tasarruf olmaz” da bir yere kadardı.

Sadece takı töreni yapılacaktı.

Bu yüzden davetiye son derece sadeydi.

KIZIMIN NİKAHI OĞLUMUN SÜNNETİ İÇİN DÜZENLEDİĞİM TAKI TÖRENİNE HEPİNİZİ BEKLİYORUM DAVETLİ ÇOK OLACAĞINDAN BEKLEME YAPILMAMASI TAKANIN TAKACAĞINI TAKTIKTAN SONRA İKİLEMESİ ÖNEMLE DUYRULUR

BABALARI HAŞMET

Tabii çocukların adına hiç gerek yoktu önemli olan babanı adıydı.

Bu çifte düğüne tabii ki onun denetlemekle görevli olduğu memleketin bütün ileri gelen bilmem neleri davet edilmişti.

Bilmem neleri bir telaş almıştı, davete icabet etmemek gibi bir durum söz konusu değildi.

Bilmem nelerin yönetim kurullarında hararetli tartışmalar vardı.

Ne takacağız?

Nasıl takacağız?

Bu arada başka bilmem nelerin de ne taktığı önemliydi elbette.

Eğer bir bilmem ne, öteki bilmem neden pahalı bir şey takarsa o bilmem ne için ciddi bir prestij kaybı olacaktı ve bunu hesabı da bir sonraki denetimde sorulabilirdi.

Takı töreni sırasında cazgırın “Bu bilmem neden geline bir adet bilezik…” diye haykırması büyük bir faciaya neden olabilirdi.

Üstelik iki çocuk olduğu için iki ayrı takı takılacaktı.

Takıların eş değer olması önemliydi, yoksa iki kardeşten biri gönül koyabilirdi.

Beriki bilmem neneye öteki bilmemenin geline pırlanta kolye oğlana da Roleks saat takacağı istihbaratı gelmesi hesapları karıştırmıştı oysa onlar burma bilezik, beşi birlikle falan geçiştirmeyi planlıyorlardı.

 Bu yüzden bir bilmem ne bir bilmem neye beri gel bre bilme nne birbirimizin ne taktığını bilelim demiş.

Uzun süredir rekabet halindeki bilmem neler tarihlerinde ilk kez bir araya gelerek uzlaşmışlar ve aralarında centilmenlik anlaşması yaparak birbirlerinin takısının altında kalmamayı garantilemişler.

Takı töreni hiçbir işe yaramadıysa en azından bilme nelere centilmenliği öğretmişti.

Törende çok uzun bir kuyruk oluşmuş takan takacağını taktıktan sonra oradan uzaklaşmış.

Bu işten en karlı çıkan kuşkusuz takıları taktıranlar olmuş.

Takı takan bilmem neler için de fazla bir zarar olmamış aslında.

Buradaki zararı karşılamak için onlar da vatandaşa takı töreni düzenlemişler.

Bu yüzden vatandaşlar son günlerde bir davetiye almaya başlamış.

SAYIN VATANDAŞ, HAZIRLADIĞIMIZ TAKIYI TAKABİLMEMİZ İÇİN SİZİ TAKI TÖRENİMİZE BEKLİYORUZ.

 

5 Eylül 2024 Perşembe

Ne çok ölmüşüz


 

İNATÇI

 

Jules Verne çağının en özgün yazarlarından biridir; geniş bir hayal gücü, ince bir mizah ve hayran olunası öngörüleriyle bilinir. Aya gidenler, yer altına inenler, nükleer denizaltılar onun kitaplarında masal gibi anlatılmıştır. Girdiği bahis sonucu dünyayı 80 günde gezerken heyecanlı maceralar yaşayanların öyküsünü duymayan yoktur sanırım.

Jules Verne’nin bizde nedense pek bilinmeyen ama kahramanı Türk olan ve Türkiye’de geçen çok keyifli bir romanı vardır.

İnatçı Keraban (Kéraban le Têtu) 1883 yılında yazılmış.

Olay 2.Mahmut dönemi İstanbul’unda başlar.

Ana karakterin adını Keraban koymuş, aslında pek bir anlamı yok, belli ki rastgele bir isim sallamış zaten önemli olan da isim değil öykünün gelişimi.

Jules Verne’nin Türkiye’ye gelmiş olduğuyla ilgili bir bilgi yok, masa başında yazmış belli ki. Ama iyi araştırmış, bölgenin haritasına hâkim.

Keraban çok zengin bir tüccar, ama takıntılı bir tip, inatçı, kafasına uymayan bir şeyi yaptırmanız olası değil.

Keraban’ın işyeri Tophane’de evi de boğazın karşı yakasında Üsküdar’da.

Her gün kayıkla gidip geliyor.

Günün birinde evine gitmek üzereyken memurlar yolunu kesiyor.

O gün bir karar çıkmış ve boğazın bir yakasından öte yana geçmeye vergi konmuş.

10 para karşıya geçme vergisi!

Şimdi gel de Jules’in öngörüsüne hayran olma.

“Vermem” diye tutturuyor.

“Vermezsen evine gidemezsin”, diyorlar.

Bizimkinin inadı tutuyor ve biraz yolu uzatsa da evine geçmek için kendine bir rota çiziyor.

Atlı arabasıyla Trakya’ya doğru gidiyor oradan Balkanlar, Gürcistan, Ukrayna, Rusya üzerinden Karadeniz kıyısını takip edip Anadolu’ya iniyor Trabzon’dan devam edip Üsküdar’a ulaşıyor.

Keyifli bir macera romanı aslında ama bizim okuyucun ilk dikkatini çeken başlangıçtaki o “Boğazı geçme vergisi” kuşkusuz ve o vergiye karşı bir vatandaşın protestosu.

Aklıma hemen köprü ve otoyol ücretlerine yapılan zamlar geliyor hepiniz gibi.

Aslında boğazın öte yakasına geçmek için Karadeniz’i dolaşmak fena fikir sayılmaz. Orada şimdi Rusya Ukrayna savaşı olması biraz sıkıntı olsa da kafasının tası atmış biri için bu da aşılmayacak bir durum değil.

 

Tabii Keraban Efendi günümüzde yaşasaydı “O parayı beşli çeteye yedirmemem arkadaş!” diyerek bu yolculuğu kesinlikle yinelerdi.

Hele hele Çanakkale köprüsünde uygularsa epey keyifli olurdu, tabii akaryakıt fiyatlarını protesto için de bu yolculuk kesinlikle o zamanki yöntemle at arabasıyla yapardı.

Ancak bu durumda başka bir sorun daha çıkıyor.

O zaman 2.Mahmut’un aklına gelmeyen cinlik şimdikilerin aklına gelmiş, sadece geçenden değil geçmeyenden de para alındığı için Keraban Efendi’nin cebinden gene para çıkacaktı ve belki de bundan hiç haberi olmayacaktı.

Ama dünya Sultan Mahmutlara da kalmadı malumunuz.

Sonuçta bu kararlı inat; beşli, altılı çeteleri yollayıp sorunu kökten çözecektir illa ki…