Adaletin
bakanının 11 gazeteciyi Silivri Cezaevine davet ettiğini duyunca çok
heyecanlandım. Acaba 12.kişi olarak gidebilir miyim diye düşündüm. Başvuru
yaparsam “Adaletle dalga geçmekten” dolayı hakkımda işlem yapılır ve bu sayede
girebilirdim ama bu defa da çıkmam sorun olurdu. Benim o 11 kişilik gruba bir
şekilde kaynak olmam gerekiyordu. Pek sık uygulanan bir taktiktir; diyelim ki
bir düğün, kokteyl gibi bir etkinlik var ve siz davetli değilsiniz ama gitmek
istiyorsunuz. Şık bir kıyafet giyip kapıda giriş yapan kalabalığın arasına
karışıp kapıdaki görevliye gülerek selam verip içeri süzülebilirsiniz. Gazeteci ekibinin cezaevi önünde buluşup
toplu olarak gireceklerini öğrenince hemen oraya koştum. Pek ilgi çekmeyen
sessiz sakin bir yapınız varsa bu gibi ortamlarda rahat edersiniz. Örneğin
askere giderken yeni teskere almış olan üst devremin verdiği öğüt kulağıma küpe
olmuştur; “Konuşma ve karışma” demişti. Bu sayede çok iyi arazi olmuştum hatta
teskere alırken bölük komutanı “Sen bizim bölükte miydin yahu?” diye sormuştu.
İşte bu gene bu yöntemle diğer 11 kişinin
arasında Silivri yerleşkesine duhul ettim.
Hemen
girişte bir görevli hepimizin eline kolonya döktü; neticede misafirdik.
Sayın
Bakan bizzat mihmandarlık yapıyordu, arazi çok gerçekten çok geniş, gazeteci
arkadaşlar hayranlıkla bakıyorlardı her yana.
Bakan
Bey, “Şimdiye kadar Silivri’nin en meşhur şeyi yoğurduydu, bizim sayemizde artık
hapishanesiyle de meşhur olacaktır” dedi.
Gerçekten
de Silivri halkının beldelerine bu müstesna eseri kazandıranları ne kadar
hayırla yâd edeceklerini tahmin ediyorum.
Öncelikle
yemekhaneyi gezdik çok ferah, her öğün birkaç çeşit yemek çıkıyormuş; şişman
gazeteci arkadaşın karnı yemekhane görünce hemen acıkırmış; yemeklerin tadına
bakmak istedi. Biz de bu sayede oturduk, görevliler yemeklerimizi getirdiler.
İzmir
köfte, perde pilavı, zeytinyağlı dolma, vezirparmağı tatlısı varmış şansımıza.
Ve tabii isteyene Silivri yoğurdu.
Şişman
gazeteci Köfteyi biraz tuzlu buldu,
dolmanın yağının da sızma olmadığından şikâyet etti ama buna rağmen
hepsinden birer porsiyon daha yedi. Bakandan eve götürmek için kiloluk yoğurt
istedi, başka yerde bulmak zor oluyormuş.
Tabii
diğer arkadaşlar da “Biz de isteriz” diye tutturdular.
Bakan
da “Tamam şimdi talimat veririm hazırlarlar, giderken alırsınız” dedi.
Daha
sonra spor salonuna girdik, burası da çok geniş, ferah bir yer, ortada bir ping pong masası var, gazeteci hanım arkadaşımızın gözleri
parladı, bu oyunda çok iddialı olduğunu söyledi. Bakanla üç setlik maç yaptılar
gerçekten de iyi oynuyormuş, resmen madara etti. Bakan Bey bir kadına yenildiği
için biraz bozulduysa da belli etmemeye çalıştı.
“Buyurun
gezintimize devam edelim” diye yürüdü.
Şişman
gazeteci “Sayın bakanım bizim yoğurtlar hazırlanıyor değil mi?” diye sordu.
Bakan
Bey “Tamam merak etmeyin talimatı vereceğim şimdi…”
Şişman
gazeteci fikri takip konusunda deneyimliydi gerçekten;
“Talimat
verdiğinizi duymadım da… Yok yani sonra son dakika telaşı içinde karambole
gelmesin diye söyledim…”
Bakan
yanındaki görevliye sinirli bir şekilde,
“Arkadaşlara
birer kutu yoğurt hazırlayın, giderken götürecekler” diye talimat verdi.
Şişman
gazeteci de görevlinin kulağına eğilip,
“Benimki
mümkünse iki kutu olsun, her zaman buraya gelmek zor oluyor” diye fısıldadı.
Sonra
kütüphaneye girdik; 25 bin kitap yasaklı olduğundan burada bulunmuyormuş bunlar
dışındaki kitapların bulunmasında bir sakınca yokmuş. Hâlbuki bir hapishanenin
kütüphanesinde yasaklı yayın olması çok anlamlı olurdu. Nasıl yazarlarını
getirip bir yere kapatıyorsanız kitaplarını da buraya getirebilirdiniz pekâlâ…
Bu vesileyle şimdiye kadar halen 25 bin kitabın yasaklı olduğunu öğrenmiş ve
düşünce özgürlüğünün boyutunu kavramış oluyoruz.
Gezintimiz
sırasında yolumuz mutfağa düşüyor, doğrusunu isterseniz temiz sayılabilecek bir
ortam. Mutfak çalışanları bizleri görünce hemen esas duruşa geçip ellerini
tırnak kontrolünü yapmamız için ileri doğru uzattılar. Tabii bu kadar
gazeteciyi karşılarında görmeleri onları tedirgin etmişti doğal olarak. Refleks
olarak hemen bu hareketi yapıyorlar. Uğur Dündar az şok baskınlar yapmamıştı
böyle mutfaklara. Her seferinde de mutlaka etrafa atılmış birli elbiseler, fare
pislikleri, hamam böcekleri gibi hijyen kurallarını yerle bir eden hatalar
bulmuştu. Ama bu defa belki bizim geleceğimizi bildiklerinden önlemler
alınmıştı bir hata bulamadık.
Şişman
gazeteci arkadaş mutfak çalışanını “Bizim yoğurtlar hazırlanıyor değil mi? Aman
ha benimki iki tane olacak unutmayın” diye uyardı.
Halı
saha ve voleybol sahasını da gördük; her ikisinde de takımlara ayrılıp
karşılıklı maçlar yaptık. Voleybolda benim takım yenildi ama futbolda iyice
madara ettik.
Sonra
başka bir binaya girdik, bunası hastaneymiş; gerçekten de tam teşekkülü bir
hastane görünümünde, belli bir ciddiyeti var. Sus işareti yapan hemşire
fotoğrafı bile çatık kaşlı, onu görünce ister istemez alçak sesle konuşmaya
başlıyorsunuz.
Şişman
gazeteci arkadaş “Gelmişken bir çekap yaptırayım” bari dedi.
Öteki
arkadaşlar da “Bizim başımız kel mi, biz de isteriz” dediler… Eh çekapı beleşe
getirme imkânı bulunmuştu bu fırsat kaçmazdı doğrusu. Tahlil sonuçları
beklenirken doktorlarla sohbet imkânı bulduk, neticede gazeteci olarak
gelmiştik elbette bir şeyler soracaktık.
Şişman
arkadaş “Mahkumlar burada seks sorunlarını nasıl hallediyorlar. Örneğin ben
araştırdım Azerbaycan’da belli günlerde bungalovlarda eşlerini misafir etmesine
izin veriyorlarmış. Böyle olunca da bu hakları elden gitmesin diye isyan falan
çıkmıyormuş” diye sorarak ne kadar araştırmacı bir gazeteci olduğunu belli
etti.
Doktor
da “Yok burada öyle bir sistem yok ama belli zamanlarda 12’şer kişilik gazeteci
gurupları misafir ediyoruz sadece” dedi.
Bunun
bir espri mi yoksa başımıza gelecekler konusunda bir uyarı mı olduğunu
düşünürken tahlil sonuçları geldi.
Benim şeker biraz yüksek çıkmıştı, doktor,
“Yediğine içtiğine dikkat et” dedi.
Ama
şişman arkadaşın kolesterolü tavan yapmıştı, doktor bile şaşırdı bu durma; az
daha yatıracaktı, şişman arkadaş orasının aslında bir hapishane olduğunu
anımsayıp ne olur ne olaz diyerek buna yanaşmadı, Ama doktorun verdiği ilaçları
oradan alıp gene beleşe getirdi.
Gerçekten
burası bir şehir gibiydi gez gez bitmiyordu, hava kararıyordu bizde ise hiç hal
kalmamıştı. Bu arada Bakan Bey’e telefon
gelmişti Sayın Başbakan acil olarak toplantıya çağırıyordu. Eh ayrılık vakti
gelmişti, herkes memnundu bu geziden.
Bakan
Bey “Aslında bir de koğuşlarımız var, işte yatak; masa, tuvalet falan filan
var, bilmem görmeye gerek var mı?” dedi, acelesi olduğu bizi savama istediği
belliydi.
Hanım
arkadaşımız “Ay hiç gerek yok, biz anladık zaten siz söyleyince” diyerek ne
kadar feraset sahibi olduğunu belli etti.
Sakallı
gazeteci arkadaş hafta sonu kaçamakları için buraya rahatlıkla gelinebileceğini
söyledi.
Kapının
önünde yolcu ederken hepimize birer gül verdiler…
Şişman
arkadaş telaş içindeydi…
“E
hani yoğurtlar?” diye haykırdı… “Ben biliyordum böyle olacağını onun için
tekrar tekrar söyledim, aha işte yok, gelmemiş…”
Bir
süre daha yoğurtların gelmesini bekledik ama neticede geldi, adalet sistemi yavaş
da olsa işliyordu.
Şişman
arkadaş “Benim iki tane olacaktı” diye hatırlattı durumunu.
Sonra
hep birlikte dışarı çıktık; içimde “Sanki burada bir eksik var” hissi vardı.
Sonra
aklıma geldi, yahu bu hapishanede hiç mahkûm yoktu, o kadar dolaşmış tek mahkûm
bile gömememiştik.
Yerleşkeden
uzaklaşırken hapishane binasına dönüp baktım demir parmaklıkların ardından
birileri bize bakıyordu ve sanki bize el işareti yapıyorlardı. Ama bu kadar
yorgunluğun verdiği bir yanılsama da olabilirdi tabii…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder